Beşiktaş yara sardı

Beşiktaş yara sardı

Futbolda bazen kritik maçlarda öyle anlar vardır ki...

Uzatma dakikaları...

Maç sıfır sıfır gidiyordur.

Sinirler son derece gergindir.

Sağdan gelişen bir atakta sağ açığınız topu "lokum gibi" ortalar,

Top rakip defansı da kaleciye de geçmiştir.

Kale çizgisine bir metre filan kala santrforunuzun önüne "lop" diye düşen topa, öyle kötü vurur ki en güvendiğiniz adamınız...

Top açık farkla yandan auta gider...

Tribün saçını başını yolarken, orayı burayı tekmelerken, evlerinde maçı izleyenler neredeyse TV alıcısını kırma noktasına gelmişken, bir rakibin sürpriz kontratağında, topu kalenizde görmüşsünüz.

Beşiktaş için de, Lugano maçının senaryosu tam da böyle bir anı simgeliyordu

Kötü gidişattan kurtulmak, kabustan uyanmak için adeta en uygun fırsattı.

Bugüne kadar maç kaybetmediği Avrupa serüveninde, üstelik kendi taraftarı önünde, kendi toprağında, kendinden 1-2 gömlek düşük bir takıma fark bile atabilirdi.

Al o maçı, Avrupa'da grupta avantajlı konuma geç, lig için de "iyi bir gaz" olurdu.

Ama olmadı.

Sonuçta "İkinci Valeranga faciası" diye adlandırılabilecek bir felaketle karşılaştı.

Maç sonrası, uzun süredir alttan alta, bazı meslektaşlarımıızn da aylardır dillendirdikleri "Yeter artık Şenol" türküsü camiada yüksek sesle söylenmeye başladı.

Zaten birkaç saat sürdü o türkü.

Ertesi sabah Şenol, eşyalarını toplamıştı bile. Öğle vakti gereğini yaptı ve "anahtarları" teslim edip gitti.

Bambaşka bir sona evrilebilecek bir hikayenin sonu buruk bitti.

İnönü'de bugün ise, yeni bir sayfa açılıyordu.

Eski günlerin canım gündüz maçlarını anımsatan harika güneşli bir havada, bir pazar öğleden sonrasında, sahaya böyle bir ortamda çıktı Kara Kartal.

Maç öncesi tribünleri büyük ölçüde boş bırakan Beşiktaş taraftarının sırtı dönük protestosu, oyuncuların ve "nöbetçi hoca Burak Yılmaz"ın hırslı gövde gösterisi dikkat çekti.

Hep birlikte kenetlenirken "Bu Maçı Alıcaz Başka Yolu Yok" diye bağırdıklarını hissediyorduk.

Tam bir bunaltıcı baskı ile başladı maça "Onur mücadelesi" veren Beşiktaş takımı.

Meyvesini de henüz 6'ncı dakikada Salih Uçan'ın pasında Vincent Aboubakar'ın nefis vuruşu ile aldı.

Durumun 1-0 olmasıyla birlikte seyircinin "küskün" protestosu, artık yerini "Gün, destek günü. Takımı yalnız bırakmayalım. Yaraları saralım" moduna bıraktı.

"Başın öne eğilmesin" şarkısına başladı tribünün Kartalları.

Kolay değildir böyle bir travmayı atlatmak hiçbir camia için.

Kadro mu?

Kimsenin umurunda değildir böyle bir günde.

Sakat Gedson Fernandes yokmuş.

Mert Günok'un sakatlığı sürüyormuş.

Şenol Güneş'in, anlaşılmaz biçimde hiç bir zaman ilk tercihi olmayan Alex Chamberlain nihayet ilk 11'de sahaya çıkmış. Colley'in yerine neden Amartey çıkmış sahaya?..

Filan...

Bunların hiçbir anlamı yoktu artık.

Bu maç, şu veya bu şekilde alınmalıydı.

Saldırdıkça saldırıyordu Beşiktaş.

İyi de sezon başından beri eleştirdiğimiz "Yürüyerek, kaplumbağa hızında futbolun" tek sorumlusu Şenol muydu? O mu "koşmayın" diyordu takıma?

Böyle koşmayı neden daha önce denemediniz?

Bu soruları da sormak caizdir bence.

Neyse, bunlar artık "tarihte kalması gereken" detaylar.

Futbolda, iyi günde de kötü günde de "Dün yoktur. Bugün ve Yarın vardır" ilkesini unutmayalım.

Takımın genel hırsına, 3 maçtır giderek daha da "vites ve kalite yükselten" Ghezzal'ın iyi oyunu. Aboubakar'ın ve Rosier'nin gözle görünür ölçüdeki "ekstra motivasyonları" eklenince, Beşiktaş'ın bu maçı ne pahasına olursa olsun alma iradesi iyice ortaya çıkıyordu.

27'nci dakikada Eric Bailly, omuzundan sakatlanarak çıkınca, belki de Perşembe gecesi Lugano maçının "İkinci Valeranga Faciasına" dönüşmesini engelleyebilecek bir isim, "Kahraman Süper Joker Necip" yine sahadaydı.

Sahaya kolunda bantla çıkan Aboubakar, kaptanlık pazubandını hemen ona devrediyordu, harika bir jest olarak.

İlk yarıyı yüzde 70'e yüzde 30 gibi bir topa sahip olma oranı ve hiç şut şansı vermeyerek tamamlayan Beşiktaş boyunma odasına giderken tribünden "Yönetim istifa sloganı" duyuldu.

Anlaşılan "Şenol Kellesi" yetmemiş, "Ahmet Nur Kellesi" de istiyordu tribün.

Öfke anlaşılır bir duygudur.

Ama maç sırasında takıma destek daha doğru bir seçenek olmaz mı?

Tribün her zaman haklıdır... deyip geçelim burayı.

İlk 45 dakikadaki ezici pas ve pozisyon üstünlüğü, 1'den fazla gole dönüşmemesine rağmen Beşiktaş yine umutla ve hırsla devam etti aynı oyununa, ikinci yarıya çıkar çıkmaz da...

48 ve 50'nci dakikalar arasında peşpeşe pozisyonlarda, Muleka'nın kale önünde röveşata denerken rakibin kafasına (istemeden) tekme atıp sarı kart görmesi, Charberlain'in müsait pozisyonda üstten auta yolladığı şutu, kalesinde gördüğü bir tehlikeli pozisyonun ardından hızla çıkılan atakta Ghezzal'ın yine üstten dıyarı yolladığı şutlar, bu hırsın ve ilave motivasyonun ürünüydü.

Ardından İstanulspor'un ilk akıllı ve organize atağında, Beşiktaş defansının o klasik "Kesik başlı tavuk sendromuna" yakalanmasını, müsait bir açıdan ve mesafeden 3 dakikada 2 kez yüzde yüz golllük şut şansı vermesini de Beşiktaş adına kaygı ile izledik.

İstanbulspor'un iştahı kabarmış, peşpeşe pozisyonlar bulmaya başlamıştı bu dakikalarda.

Rakibin bu ataklarına cevaben hızlı kontratağa çıkmaya başlayan Beşiktaş'ta, o dakikalarda Amir'in oyuna giren Tayfur'un bir şutu İstanbulspor defansının eline çarpınca kazanılan penaltıyı hakem Tugay Kaan Numanoğlu önce verdi, sonra VAR'a gidip inceleyince haklı olarak iptal etti.

Top İstanbulsporlu oyuncu Loshaj'ın koluna- eline değil, "böğrüne" çarpmıştı. Doğru karar.

69'da sakatlanan Salih Uçan'ın yerine uzun süre adam alamadı Beşiktaş.

3-4 dakika boyunca top çevirdi. Final topunda Aboubakar'ın şutu dışarı çıktı.

O pozisyonun ardından Aboubakar da oyundan alındı, yerini Cenk Tosun'a bıraktı.

Salih'in yerine Demir Ege ve Muleka'nın yerine de Onur Bulut girdiler.

Bizce (Cenk tartışılır ama) yerinde ve zamanında değişikliklerdi.

İstanbulspor da iki adamını değiştirdi akabinde.

Mamadu ve Ethemi çıktı. Sambissa ve Rroca girdi.

Hemen bu değişikliğin akabinde İstanbulspor'un bir atağını kesip hızla kontratağa çıkan (bunları daha sık istiyor tribün) Beşiktaş, soldan Onur Bulut'un şutunda 2-0'u buldu. Ama VAR incelemesinde ofsayt kararı çıkınca, hevesi yine kursağında kaldı.

Bir acayip "büyü" mü vardı bu maçta da?

Hayırlısı,

Önce penaltı, sonra da gol iptali.

Eh arkadaş... Sen de 1-0'da bırakmayıp, eline geçen pozisyonları gol yapacaksın, bu sıkıntıları çekmeyeceksin.

Rakip ceza sahası içinde 30 kez topla buluşmuşsun (rakip 5 kez) bunları skora dönüştürememişsin. Sadece hırsla olmuyor yani.

Değerlendireceksin.

VAR acımıyor adama.

Nitekim VAR'daki her iki iptal kararı da doğruydu.

Beşiktaş bu gol iptalinden sonra, yine garip biçimde İstanbulspor'un kendi üzerine gelmesine engel olamayıp mahkum bir görüntüye bürünüverdi.

Peşpeşe toplarda panik havası yine hakim oldu Beşiktaş defansında.

İstanbulspor'un iştahı yine yerine gelmişti.

Tribünler "Yoksa? Aman Allahım? Yine mi?" moduna girdi yine.

87'de bir "elle müdahale" pozisyonunda penaltısı verilmeyen Beşiktaş, hakemin beyaz noktayı göstermesi için (bu kez de Cenk'in düşürülmesinde) 1,5 dakika beklemek zorunda kaldı.

Bir maçta 1'i haklı iptal, 1'i haksız yere verilmeyen, 1'i de Ghezzal'ın ayağından gole dönüşen penaltı ile Beşiktaş acayip bir gün yaşıyordu.

Durum 2-0 olduğunda stat hala rahat değildi.

Beşiktaş bu...

"Taraftarını 2-0'da bile diken üstünde tutmak" bu takımın genlerinde var.

Benden iyi kimse bilemez bu ruh halini.

Tribün, 2-0'ı görür görmez yine "İstifa" ve malûm "Yosma" türkülerini dönüşümlü olarak söylemeye başladı.

Skorun tadını çıkaracakları yerde...

O da bir acayip ruh hali...

Neyse...

O dakikalarda yine İstanbulspor'un sürpriz, ama aslında sürpriz olmayan ataklarına tanık olduk. Ama golü bulamayıp, onlar da 2-0'a razı olmuşlardı.

Bu maçın Beşiktaş hesabına, her halukarda kazanılması gerekiyordu ve öyle oldu.

Geçici bir nefes alma günüydü İnönü'de.

Diyebilirsiniz ki, "E artık İstanbulspor'u da yensin be kardeşim"

Yerden göğe kadar haklısınız.

İnönü'de tam bir "yara sarma" günü olmasa da, "pansuman" günüydü diyebiliriz.

Geçmiş olsun.

Yazarın Diğer Yazıları