Bu rüzgâr bir başka rüzgâr
Şöyle biraz hatıralarla alakalı şiirlere bakmak istedim. Bilmiyorum yaşın ilerlemesine oranla hatıraların dönüp dolaşıp kalp ve zihin muhitimizde cinayet mahalline dönen katil gibi bizi yoklaması Freud’un hangi psikanalitik yorumuna denk düşer? Durumu bir de mısralarda görmek istedim. Ya da kim bilir hatıraların aynasından görmek… Ancak hatıralar söz konusu olduğunda adeta bütün edebiyat sözleşmiş gibi bütün zamanı yaza sığdırır. Klasik şiirin genel olarak kalbi nasıl baharda atıyorsa hatıraların da yaz mevsimine tıkıştırılması güzelliğin “görünür”e kurban edilmesinin bir eseri olsa gerek. Klasik şiir formalist tarafını baharın görünüründe kutsarken yeni şiir ikinci yeninin deforme durağına doğru yol alırken aynı formalist duyuşla yazın görüntüsüne tutunuyordu. Bunu “eski şiirin rüzgârıyla” günümüzü soluklayan üstat Yahya Kemal’de bile görmek mümkündü.
Rü’yâ gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle,
Her ânını, her rengini, her şi’rini hazdan.
Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle!
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan
Hatıralar söz konusu olunca benzer duyuşu Sabahattin Kudret Aksal’da da görmek mümkün;
Bakar gülümserdin bana balkonundan
Ah o yaz akşamları sen ne iyiydin
Rüyan, kokun ve sesin
Rüzgâr gibi esiyor günler arkasından
Oysa balkondan gülümseyen değil ama camdan manasız bakan yüzlerin gölgesinde çocukluğun dünyaya el etek öptüren cesur hayalleri ile gerçeğin surata inen şamarının kesiştiği ergenlikte sevmek sonbahar rüzgârını, kışın soğunu… Ama öyle bir rüzgâr ki:
Sanmayın güller açar,
Bülbül değildir öten;
Bu rüzgâr başka rüzgâr.
Hakikatin gölgesi her geçen gün tepenize çökerken, çatırdayan soba dibinde asırlık bir adamla aynı bir tarafta yaşlı bir kedi bir tarafta siz kitaplarla takviye ederdiniz/edersiniz hayalin sınırlarını… Yine Cahit Sıtkı’nın dediği gibi:
Sanmayın güller açar,
Bülbül değildir öten;
Bu rüzgâr başka rüzgâr.