AKŞENER'DEN ERDOĞAN'A: SEN GİDECEKSİN, İSTİBDAT BİTECEK!
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, İYİ Parti''nin TBMM grup toplantısında gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.
Akşener''in konuşmasından satır başları:
"Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler, kıymetli basın mensupları; Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Yine gencecik fidanlarımızı uğurluyoruz. Yine evlatlarımız, toprağa düşüyor. Yine canımız, yüreğimiz acıyor.
Piyade Komando Sözleşmeli Er, Fuat Özer.
İstihkam Uzman Çavuş, Gökhan Demir.
Piyade Uzman Çavuş, Ömer Yıldırım.
Piyade Uzman Onbaşı, Mehmet Ali Çap.
Piyade Uzman Çavuş, Ramazan Gök.
Pençe-Kilit Operasyonu’nda,
vatanımızı, terör örgütüne karşı korurken, şehit düştüler.
Başımız sağ olsun.
Her bir evladımızın ruhu şad, mekanı cennet olsun.
Ailelerine ve sevdiklerine sabır,
yaralı askerlerimize de acil şifalar diliyorum.
Rabbim onları korusun, bize acılarını göstermesin.
Değerli dava arkadaşlarım;
Geçtiğimiz hafta, ülkemizin çeşitli bölgelerinde, sel felaketleri meydana geldi.
Zarar gören vatandaşlarımıza, geçmiş olsun dileklerimi iletiyor,
Ankara’da yaşanan sel felaketinde hayatlarını kaybeden;
İlkay Yiğit, Muhammed Şahin, Mustafa Demirel ve Ramazan Gök’e
Yüce Allah’tan rahmet, ailelerine ve sevdiklerine de sabırlar diliyorum.
Ülkemizde yaşanan doğal afetlerin, giderek artmasının bir sebebi var.
Dengesini bozduğumuz doğamızın, bize bir mesajı var.
Yaşadığımız bu felaketlerle, bize fark ettirilmek istenen, bir gerçek var.
2 gün sonra, yani 17 Haziran günü, Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü.
İklim Krizi, tüm dünyayı, ama özellikle de, konumu nedeniyle,
ülkemizi derinden etkileyen, acil sorunlarımızdan biri…
Ülkemizin içinde bulunduğu, Akdeniz Havzası,
“Antropojenik”, yani insan eliyle meydana gelen, iklim değişikliğinin etkileri nedeniyle,
gittikçe, daha da kuru bir bölge hâline geliyor.
Türkiye maalesef, “su sıkıntısı çeken” bir ülke.
Kuraklığa, arazi bozulmasına ve çölleşmeye karşı,
son derece kırılganız.
Yapılan değerlendirmelere göre, topraklarımızın yaklaşık yüzde 60''ı,
çölleşmeye eğilimli.
Yağış dağılımında, İklim Krizi nedeniyle gerçekleşeceği öngörülen değişimler,
daha aşırı yağış olaylarına ve uzun süreli kuraklıklara yol açarak,
ülkemizin toprak erozyonuna karşı kırılganlığını, maalesef daha da arttıracak.
Ayrıca, ısınma nedeniyle, göller ve akarsular gibi su kaynaklarımızdaki kayıpların,
derin bir su krizine yol açması riskiyle de, karşı karşıyayız.
Bu risk;
artan maliyetlerden dolayı, toprağını boş bırakmak zorunda kalan,
suya erişemeyen, ya da erişse bile, çok yüksek fiyatlarla erişen, çiftçilerimiz için,
çok daha hayati.
Biz, İYİ Parti olarak;
ne ülkemizin, ne de milletimizin, yeni bir krizi daha kaldıramayacağının farkındayız.
İşte o nedenle, buradan iktidar mensuplarına, açık bir çağrıda bulunmak istiyorum:
İklim Krizi meselesi, iktidar-muhalefet meselesi değildir.
Bu mesele, el ele, kol kola hep beraber,
Türkiye’nin geleceğini kurtarma meselesidir.
Bu mesele, bizden sonraki nesillere,
yaşanabilir bir Türkiye bırakma meselesidir.
Biz, ülkemizin için hayati öneme sahip, İklim Krizi ile ilgili atacağınız,
her türlü olumlu adımın yanında olacağız.
Ama o adımı atmak, iktidar olarak sizin görev ve sorumluluğunuzda.
Gelin, iktidarınız döneminde, bir ilke vesile olun.
Gelin, bu sefer, bir krizin sebebi değil, önleyicisi olun.
Gelin, bir kez olsun, cennet doğamızı katleden değil, koruyan tarafta olun.
Gelin, bu hayati yol ayrımında, milletimiz ve memleketimiz için,
üzerinize düşeni yapın!
Değerli dava arkadaşlarım;
Biliyorsunuz, Antalya’da, Akdeniz Üniversitesi’nin içerisinde bulunan,
Elmalılı Hamdi Yazır KYK yurtlarında,
yaklaşık 1 aydır, üst üste intihar vakaları yaşanıyor.
3 evladımızın, KYK yurtlarında,
1 evladımızın da, öğrenci evinde intihar etmesi,
hepimizi derinden etkiledi.
Öncelikle evlatlarımıza Yüce Allah’tan rahmet,
kederli ailelerine de baş sağlığı diliyorum.
Ülkemizdeki ağır ekonomik koşullar nedeniyle,
yorulan, bunalan ve yıpranan gençlerimizin,
barınma imkânını bile, zor buldukları yurtlarda,
neler yaşadıklarını, bilmek zorundayız.
Eğer ortada,
Gençlerimizin hayatını baskılayan,
Özgürlüklerini kısıtlayan,
Onlara düşük kaliteli ve sağlıksız beslenme koşullarını dayatan şartlar varsa,
bunu öğrenmek zorundayız.
Öğrencilerimizin yaşadığı barınma sorunu;
onları, dernek ve vakıflara ait, özel yurtlara mecbur bırakırken,
ve Enes’in acısı, hâlâ yüreğimizdeyken,
KYK yurtlarının da, başıboş yönetimlerin eline bırakılmasına, göz yumamayız.
O nedenle, Elmalılı Hamdi Yazır yurtlarında yaşanan olayların,
araştırılması, soruşturulması ve gerçeklerin, bir an önce gün yüzüne çıkarılması için,
konunun takipçisi olacağız.
Gençlerimizi çaresizliğe iten, karamsarlığa hapseden,
yaşamaktan vazgeçiren sebeplerin peşini bırakmayacağız!
Değerli dava arkadaşlarım;
Hatırlarsınız, ben bu kürsüden, defalarca Sayın Erdoğan’ın vicdanına seslendim.
“Her hafta çocuklarımız ölüyor,
her hafta gençlerimiz ölüyor,
her hafta kadınlarımız ölüyor.
Gel, iktidar ve muhalefet el ele verelim,
bu ülkenin lügatından, kadın ölümlerini, genç ölümlerini silelim.” dedim.
Ama belli ki, Sayın Erdoğan’ın vicdanı, kapsama alanı dışında ve kendisine ulaşılamıyor.
Çünkü bu konuda, tek bir somut adım atmıyor.
Çünkü kürsü şovları peşinde koşup, hâlâ üç maymunu oynuyor…
Nitekim;
Geçtiğimiz günlerde, Vanlı bir gencimiz,
KYK yurtlarının yetersizliğiyle ilgili, Bay Kriz’e bir soru sordu.
Ne cevap verdi biliyor musunuz?
"KYK yurtları boş. Biz yurtlara öğrenci arıyoruz." dedi.
Yanlış duymadınız.
Yurtlar boş duruyormuş, kalacak öğrenci arıyorlarmış…
Şu umursamazlığa, şu vurdumduymazlığa bakar mısınız?
İşte tam da bu nedenle, bu hafta Milletin Kürsüsü’nde,
üniversite öğrencisi bir gencimizi ağırlıyoruz.
Bay Kriz ve arkadaşlarının, gözünü, kulağını ve gönlünü kapadığı gerçekleri,
bizzat öğrencilerimizin sesinden dinleyeceğiz.
Süleyman Kızıltaş aramızda.
Buyur Süleymancım, söz de kürsü de senindir.
Herkes sussa da, biz, İYİ Parti olarak, susmayacağız!
Evlatlarımızın, göz göre göre hayattan kopuşuna, sessiz kalmayacağız!
Ne genç ölümlerine, ne de kadın ölümlerine sessiz kalmayacağız!
Milletimizin her bir ferdi için;
Özgür, mutlu ve yaşanabilir bir Türkiye’yi, mümkün kılacağız!
Hiç merak etmeyin.
Çok az kaldı!
Aziz milletim;
Ülkemizin ekonomisi, adım adım bir ödemeler dengesi krizine doğru gidiyor.
Ancak, açıklanan makroekonomik verilerden, daha korkunç bir şey daha var.
O da;
Devlet terbiyesinden, ciddiyetten ve liyakatten nasibini almamış bir zihniyetin,
hâlâ yönetimde olması…
Bu liyakatsiz ekonomi yönetiminin elinde,
Türk Milleti olarak, çok büyük bir imtihandan geçiyoruz.
Her gün, saçma sapan açıklamalar dinliyor,
akıl dışı kararlarla, karşı karşıya kalıyor,
ve büyük bir beceriksizliğin cefasını çekiyoruz .
Nitekim, geçtiğimiz günlerde, Ak Partili bir vekil;
Plan ve Bütçe Komisyonu’nda,
“Şehir hastaneleri için ödenecek paranın, bütçede bir yükü var;
ama devlet memurlarının da bütçeye yükü var.” dedi.
Bunu duyan, bir başka Ak Partili vekil ise, altta kalmak istememiş olacak,
"Akaryakıt pahalı ama, sebebi biz değiliz.
Dua edin, bol akaryakıt çıksın." dedi.
Şaşırdık mı?
Maalesef şaşırmadık.
Başını, “Enflasyon sorunu yok, hayat pahalılığı var.” gibi,
akıl dolu tespitlerle, piyasalara güven veren, Bay Kriz’in çektiği;
Kabinesindeyse;
Dar gelirli vatandaşlarımızı, düşünmediklerini itiraf eden, Nebati Bakan’ın olduğu,
olağanüstü yetkin bir siyasi kadronun,
milletvekillerinin de böyle konuşmaları, elbette şaşırtıcı değil.
Hatırlarsınız, Ak Parti, bundan 20 yıl önce,
“Yolsuzlukla, yoksullukla, yasaklarla mücadele edeceğiz.” diye yola çıkmıştı.
Bugün ise, bu arkadaşlar, siyasi yolculuklarının son durağında, artık;
Dar gelirliyi ikinci sınıf vatandaş, memurları ise bütçeye yük olarak görüyorlar.
Milletimizi, akaryakıt için, duaya davet ediyorlar.
Bizzat sebep oldukları ekonomik sıkıntılara, çözüm olarak da,
milletimize şükretmeyi öğütlüyorlar.
Nereden, nereye değil mi?
Zihniyet böyle olunca da;
Çare olarak sundukları, sözde kurtuluş reçeteleri,
sadece vatandaştan yandaşa servet aktarımına yol açıyor.
Nitekim, Nebati Bakan’ın ışıltılı zihninin, son mucizesi de;
biliyorsunuz, “Gelire Endeksli Senet” oldu.
Bu öyle bir mucize ki;
Gelire Endeksli Senet açıkladılar, ama ortada gelir yok…
Sonradan öğrendik ki;
Devlet Hava Meydanları İşletmeleri ile, Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nün,
gelirlerini pazarlıyorlarmış.
Bu gelirler, eskiden nereye gidiyordu?
Devletin hazinesine.
Yani millete.
Peki şimdi nereye gidecek?
Gelire Endeksli Senet’i alan, tasarruf sahibine.
Yani;
parayı vatandaştan kes, tasarruf sahibi bir azınlığa aktar,
sonra da, utanmadan sıkılmadan, milletimize, “çözüm” diye pazarlamaya çalış…
Nebati Bakan, bu kafayla, “GES’ten” sonra,
“öz hakiki kurtuluş reçetesi” olarak, milleti tamamen denklemden çıkartıp,
yandaş ekosisteminin, tamamı faydalanabilsin diye,
5’li çetenin gelirine endeksli, “YES”, yani “Yandaş Endeksli Senet” çıkartırsa şaşırmayın…
Değerli dava arkadaşlarım;
Açıklanan programlar farklı,
ama zihniyet aynı, öncelikler aynı, beceriksizlik aynı.
Nitekim, Gelire Endeksli Senet’ten önceki, sözüm ona kurtuluş reçetesi,
Kur Korumalı Mevduat Sistemi’nin, ülkemize maliyeti, 200 milyar lirayı bulacak.
Bu para, bir çivi bile çakmadan, Hazine’nin kasasından çıkacak.
Yani milletimizin cebinden çıkacak.
Oysa, bu 200 milyar lira ile;
Milletimize ve memleketimize çok daha faydalı işler yapılabilirdi.
Mesela;
Okullarda, sokaklarda, meydanlarda, her yerde şahit olduğumuz,
hepimizin canını yakan, çocuk yoksulluğu ve yoksunluğu bitirilebilirdi.
Mesela;
Rüzgargülü Projemiz ile, devlet okullarındaki 11 milyon öğrencimize,
10 yıl boyunca, ücretsiz kahvaltı ve öğle yemeği verilebilirdi.
Mesela;
Geçim sıkıntısından dolayı dertlenen,
Kira artışlarından dolayı ev,
Kontenjanlardan dolayı da, yurt bulamayan,
bulduklarında da, çileleri bitmeyen öğrencilerimizin,
barınma sorunu çözülebilirdi.
Mesela;
Yıllardır, “hazinede para yok” diye, görmezden gelinen,
Kazanılmış hakları için, mücadele veren EYT’li kardeşlerimizin, hakkı verilebilirdi.
Mesela;
Maliyetlerin altında ezilen, faturalarını ödemekte zorlanan,
esnaflarımıza ve sanayicilerimize, destek olunabilirdi.
Ama tüm bunlar, esasında bir öncelik meselesi…
Ne var ki, artık Ak Parti iktidarının,
hiçbir hareketinde, hiçbir planında ve hiçbir programında,
maalesef öncelik milletimizin olmuyor.
İşte bu yüzden;
“Önce millet, önce memleket” diyerek çıktığımız, bu yolda;
Türk Devleti’nin önceliğinin, Türk Milleti olduğunu, herkese hatırlatmaya geliyoruz!
İktidarın altına imza attığı, tüm hatalara, beceriksizliklere ve yanlışlara rağmen;
Ülkemizi içerisinde bulunduğu bu çukurdan kurtarmaya geliyoruz!
Hiç merak etmeyin, çok az kaldı!
Aziz milletim;
Memleketimizi kasıp kavuran derin yoksulluğun izleri,
Sokaklarda, dükkânlarda, meydanlarda, kısacası her yerde hissediliyor.
Çocuğunun beslenmesinden, büyümesinden, geleceğini kurmasından endişeli annelerin;
Evine ekmek bile götürmekte zorlandığı için, ailesine mahcup hisseden babaların;
Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışırken,
sürekli çelme yiyen, önüne engeller çıkartılan gençlerin;
Ay sonunu getiremeyen emeklilerin feryadı, artık her yerden duyuluyor.
20 Ocak 2020’den beri, ülkemizi karış karış gezerken dinlediğimiz,
dertler, endişeler ve çaresizlikler, katlanarak büyüyor.
Nitekim, geçtiğimiz hafta Sakarya’daydık.
İnsanlarımız, yine içine hapsedildikleri yoksulluktan dertliydi.
Yine, memleketi esir alan adaletsizliğe karşı öfkeliydi.
Yine, sesini duymayan, dertlerini görmeyen, çilesini umursamayanlara karşı tepkiliydi.
Kocaali’de spor malzemeleri satan bir dükkân sahibi kardeşim dedi ki;
“Dolar yükseldi alım gücü azaldı.
Çırpınıyoruz.
Biz eksiye düştük.
Birikim de kalmadı.
Siftah yapmadan kapatıp gidiyorum."
Emlakçılık yapan bir kardeşim ne diyor biliyor musunuz?
“İçim kan ağlıyor.
Ben emlakçıyım.
Ülkemizin namusunu satıyoruz.
Geçen hafta, İsrail’den sınır dışı edilmiş bir adama villa satım.
O da gitti vatandaşlık aldı.”
Fotoğrafçılıkla telefonculuğu bir arada yapan,
genç bir esnafımızın sözleri de çok etkileyiciydi.
Dedi ki;
"İşler çok kötü.
Artık bahane üreten siyasetçi istemiyoruz.
Sizin yaptığınız gibi, insanlarla dertleşmek, çok mu zor?
Çıksınlar dinlesinler derdimizi.
40 yıl öncenin kuyruklarını dinlemek istemiyorum artık."
Ferizli’de asgari ücretli çalışanları olan bir esnaf kardeşim ise dedi ki;
“Asgari ücrete zamma ihtiyaç var.”
Bakın, bunu söyleyen esnaf kardeşim,
kendisinin de zora gireceğini biliyor.
İktidarın, asgari ücretin vergisini üstlenmeyeceğini de biliyor.
Yani, kendi maliyetlerinin de artacağını biliyor.
Ama yine de, bu zammı istiyor.
Çünkü etrafında yaşananları anlıyor.
Çünkü asgari ücret zammının, daha 6’ıncı ayında eridiğini biliyor.
Çünkü enflasyon canavarı yüzünden,
insanlarımızın, zamdan önceki günlerini aradığını biliyor.
Bunu, Ferizli’deki esnaf kardeşim biliyor, görüyor ve anlıyor.
Ancak Saray’da yan gelip yatanlar, kılını bile kıpırdatmıyor.
“Asgari ücrete rekor zam yaptık.” diye sabah akşam böbürlenenler,
başta akaryakıt olmak üzere, hemen her ürüne,
neredeyse her gün gelen zamlarla, zerre ilgilenmiyor."
Bu kürsüden, daha önce de söylemiştim,
bugün yeniden, iktidara seslenmek istiyorum:
Asgari ücretli milyonlarca vatandaşımız evine ekmek götüremiyor.
İğneden ipliğe her şeye gelen zamlara doğrultusunda,
bir an önce, asgari ücreti güncelleyin.
Ayrıca 2500 liraya çıkardığınız en düşük emekli maaşını da,
asgari ücret seviyesine çıkartın.
Milletimizi, ayın ortasına bile gelmeden eriyen maaşlar ile,
açlığa, yokluğa ve çaresizliğe mahkûm edemezsiniz.
Yandaşınız üç kuruş zarar etti diye, dünyaları yerinden oynatırken;
milletimizi geçim sıkıntısıyla, borçlarla bir başına bırakamazsınız.
Kendi eşinizi, dostunuzu, akrabanızı ihya ederken, bu milletin evlatlarını görmezden gelemezsiniz.
Artık kabul edin.
Sizin bu aziz millete verecek, hiçbir şeyiniz kalmadı.
Bu saatten sonra yapılacak belli.
Getiririn sandığı, kararı milletimiz versin.
Demokrasinin altın kuralıdır:
İşi yapamayanlar gider, daha iyi yapacak olanlar başa gelir.
Türkiye sahipsiz değil, milletimiz de çözümsüz değil.
Biz varız, biz buradayız.
Madem yapamıyorsunuz, o zaman daha fazla gölge etmeyeceksiniz.
Madem beceremiyorsunuz, o zaman yoldan çekileceksiniz.
Madem yönetemiyorsunuz, o zaman Türkiye’nin önünde takoz olmayacaksınız.
Siz sadece sandığı getireceksiniz, sonra da muhalefet saflarında yerinizi alıp,
memleketi nasıl düze çıkartıyoruz, oturup izleyeceksiniz.
Bu kadar basit.
Bu arada, Sakarya ziyaretimizde, Tank Palet Fabrikası konusunu da unutmadık.
Bay Kriz’i Mevlana, kendini de Şems ilan eden, ihale zengini yandaş ile,
Katarlı ortağına peşkeş çekilen, bu stratejik kurumumuzla ilgili,
ne nutuklar atılmıştı, hatırlıyor musunuz?
Önce dendi ki, “Satmadık kiraladık.”
Sonra satıldığı ortaya çıktı.
Önce dendi ki, “Fabrika değil, hurda yığını.”
Sonra dendi ki, “Obüsleri, tank paletlerini ve daha nice silahı, bu fabrika üretiyor.”
Son olarak da;
ordumuzun bu stratejik tesisinin, peşkeş çekilmesini örtbas etmek için,
bir başka yalan daha uyduruldu.
Dendi ki;
“Karasu’da yeni bir fabrika kuruyoruz.
Bölgede, 10 bin kişilik istihdam yaratıyoruz.”
Hatta, her zamanki gibi, şaşalı bir temel atma töreni yapıldı.
Yandaş medya da, günlerce yayın yaptı.
Hal böyle olunca, ben de geçen hafta, Karasu’ya uğradım.
“Milyarlarca dolarlık yatırım” dedikleri fabrikaya gittim.
Neler oluyor biliyor musunuz?
Yatırım-matırım yok.
Fabrika sökülüyor.
Yanlış duymadınız, o şaşalı törenlerin yapıldığı, “dev yatırım” dedikleri fabrika,
yerinden sökülüyor.
İşte size, Bay Kriz’in, mangalda kül bırakmadığı, yerli ve milli yatırım anlayışı…
Sayın Erdoğan;
Yerli ve milli olmak, lafla olmaz.
Yerli ve milli olmanın, şartları vardır.
Öncelikle, yerli ve milli olanı koruyup, kollayacaksın.
Yerli ve milli olanı güçlendirmek için, tüm imkanları seferber edeceksin.
Yerli ve millilik, bir siyasi slogan değil, bir anlayıştır.
Öncelikle bu gerçeği göreceksin.
Gerçekten yerli ve milliysen;
Milletine, doğruyu söyleyeceksin.
Milletin parasını, aziz bileceksin.
Çiftçinin yanında olacaksın.
Milli sanayimizi koruyacaksın.
Çiftçimizi, yabancı ülkelerin çiftçilerine,
sanayicimizi de, yabancı ülkelerin sanayicilerine, ezdirmeyeceksin.
Milli ve stratejik kurumlarımızı, yabancıya peşkeş çekmeyeceksin.
Buğday ithal etmek yerine, buğday üretene destek vereceksin.
Hayvan ithal etmek yerine, hayvancılığa teşvikler verip, üretimi artıracaksın.
Değerli milletvekilleri;
Özellikle bu konuda, ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.
Ne var ki, Sayın Erdoğan’ın yerli ve milliliği, sadece lafta.
Kendisinin, son icraatlarından biri de ne biliyor musunuz?
Yerli kaynaklarla elektrik üreten firmalarımızı, zora sokmak…
Bu arkadaşımız o kadar yerli ve milli ki;
İthal doğalgaz, ithal kömür, ithal LPG ile üretim yapan firmalardan,
megavat saatini, 2750 liraya aldıkları elektriği,
yerli kömür kullanarak üreten firmalardan, kaça alıyorlar biliyor musunuz?
1277 liraya alıyorlar.
Yani yarısından bile daha az.
Üstelik, yerli kömür kullanan firmalara, ağır cezalar kestikleri yetmezmiş gibi,
maliyetleri yüzde 70 arttığı halde, fiyatlarına sadece yüzde 15 zam yapıyorlar.
2014 yılında çıkardıkları yasayı imha edip,
Türkiye’nin enerjisini, ithal ürünlere mahkûm ettiler.
Yerli kömür ve kaynak kullanarak, üretim yapan santraller, teker teker kapanıyor.
Ortaya çıkan zarara dayanmaları mümkün değil.
İthal doğalgazı, kömürü, LPG’yi satan, yabancı ülkeler kazanıyor.
O ürünlerle üretim yapan firmalar da kazanıyor.
Milli kaynaklarla üretim yapan sanayicimiz ise, her geçen gün kaybediyor.
İşte size, sözüm ona, yerli ve milliliğin kitabını yazan Bay Kriz’in gerçek yüzü…
Değerli dava arkadaşlarım;
İktidar tarafından kendisine reva görülen hayat şartlarına karşı;
Milletimizin cesur sesi;
sokaklardan, dükkânlardan ve meydanlarda yankılanıyor.
Ama bir kesim daha var ki, onlar sesini hiç duyuramıyor.
Onlar;
içinde bulunduğu imkânsızlıklarla yaşamaya çalışıyor…
Onlar;
evini çekip çevirmek, çocuklarını yetiştirip büyütmek,
her şeye rağmen, hayatta kalmak için, çok zorlu bir mücadele veriyor.
Onlar;
ev kadını kardeşlerimiz…
Bildiğiniz üzere, bir süredir onları ziyaret ediyorum.
Rutubet içindeki evlerde;
Yaşanan gerçeklere, verilen hayatta kalma mücadelesine, şahit oluyorum.
Tüm zorluklara rağmen, beni gülümseyerek karşılayıp, evlerine misafir eden,
kadınların, gençlerin, çocukların, dertlerini ve taleplerini dinliyorum.
Geçtiğimiz hafta da, Üsküdar’daydım.
Orada gördüğüm, dinlediğim ve şahit olduğum acı hikâyeleri,
Başta saraydaki rahat koltuklarında oturup, üst perdeden konuşanlar olmak üzere,
sizlerle ve tüm Türkiye ile paylaşmak istiyorum.
Eşi, bir okulda temizlik görevlisi olarak, asgari ücretle çalışan,
3 çocuk sahibi bir anne diyor ki;
“Önceden seneden seneye gelen zamlar;
şimdi bırakın aydan aya olmayı, günden güne geliyor.
Eşimin aldığı maaş zaten yol parasına gidiyor.
1250 liraya, kirada oturuyoruz.
Evimize hiçbir şey alamıyoruz.
Bebeğimize, en ucuz bez hangisiyse, onu alıyoruz.
Hatta, çok bez gitmesin diye, bebeğimin altını,
sabahtan akşama kadar, hiç açmıyorum.”
Eşi motor kazası geçirdiği için, 8 aydır işsiz olan,
kayınvalidesinin ve annesinin, yardımlarıyla geçinen,
2 çocuklu bir anne diyor ki;
“Kurban Bayramı’nda annem,
Elazığ’dan 5 kilo kıyma, 5 kilo et gönderdi o kadar.
Şimdi 1 poşet kıyma, 1 poşet etim kaldı.
Kayınvalidem de, kendine 5 kilo pirinç alır; 1 kilosunu bana verir.
5 litre yağ alır; 2’sini bana verir.
Çocuklarıma harçlık veremiyorum.
En ucuz sayılan markette bile, süt 12-13 lira oldu.
Biz ne yapalım, ne yiyelim?”
Mesela;
Bodrum katta, pencereden dışarının görünmediği,
eşi inşaatta yövmiyeli işçi olarak çalışan, 3 çocuk sahibi bir kardeşim diyor ki;
“Hep makarna yiyoruz, bugün şu makarna, bir gün şöyle makarna, bıktık artık.
Şu anda evde hiçbir şey yok, pazara gideceğim.
Biz pazara, genelde akşam 6-7 gibi gidiyoruz.
Kıvırcığın yapraklarını topluyoruz.
Onu bile, parayla satıyorlar.
Muz, normalde 15 lira ise, 7 liraya siyah olanları alıyorum.
Evde çocuklara yemek bölüyorum, kendime koyamıyorum.
Bizim sigortamız da yok.
Sağlık ocaklarındaki randevu sistemi kaldırılmalı.
Gece oğlum ateşlendi.
Sağlık ocağına gittim.
Doktorlar, ‘bakamayız çocuğunuza’ dediler.
Çocuğum ateş içinde yanarken, doktor niye muayene etmiyor, bilmiyorum" diyor.
Sayın Erdoğan;
O evler, dipsiz birer dert kuyusu olmuş durumda.
Sen onlara “şükürsüz” desen de;
uzun uzun bakıp, o dertleri görmesen de;
Niçe’nin söylediği gibi, o dert kuyusu, artık seni çok net görüyor.
Ve sabırla, hesabı göreceği sandığı bekliyor.
Benden söylemesi…
Kendini sarayına kapattın, nereden geldiğini unuttun.
Zamanında seni o koltuğa, o dipsiz kuyuya attığın insanlarımızın oturttuğunu unuttun.
Yandaşlarını ihya ettin, o evlere verdiğin sözleri, ahde vefayı unuttun.
Ama hatırlayacaksın.
Seçim günü geldiğinde, o mahalleleri hatırlayacaksın.
Oylar sayılırken, o evleri hatırlayacaksın.
Sandıkta tokadı yediğinde, o aileleri hatırlayacaksın.
Ve İYİ Parti yetkiyi aldığında, o kadınları, o çocukları, yeniden hatırlayacaksın.
Bundan emin olabilirsin.
Aziz milletim;
Her alanda olduğu gibi, maalesef dış politikamızda da,
derin bir krizin içerisine doğru sürükleniyoruz.
Bu derin krizin mimarı da, tabii ki Sayın Erdoğan.
Sonuçta biz ona, boşuna Bay Kriz demiyoruz…
Elini nereye atsa kurutuyor.
neyin hakkında yorum yapsa,
hangi konuda bir bilmişlik taslasa,
sonu mutlaka bir krizle sonuçlanıyor.
Nitekim, haklı olduğumuz birçok konuda,
sürekli olarak, haksız duruma düşüyoruz.
Bırakın çıkarlarımızı korumayabilmeyi,
elimizdeki gücü de, itibarı da, imkânları da kaybediyoruz.
Peki;
Bağımsızlığı, gerçekçiliği, barışçılığı,
Hukuka bağlılığı, tutarlılığı, akılcılığı ve ileri görüşlülüğü esas alan,
Atatürk’ümüzün dış politika vizyonundan;
Henüz 16 yıllık, genç bir Cumhuriyetken,
İkinci Dünya Savaşı yıkımının, dışında kalmayı başaran,
dünyadaki hassas dengeleri gözeten,
ve Türkiye’nin çıkarlarını korumaya odaklanan, diplomasi anlayışımızdan
İktidarın, her fırsatta nefret kustuğu, rahmetli İsmet İnönü’nün,
Johnson Mektubu karşısında ortaya koyduğu,
net tavrımızdan, dik duruşumuzdan ve özgüvenimizden,
bugünlere nasıl geldik, biliyor musunuz?
Devlet hafızamızı, kurumlarımızı ve geleneklerimizi, inatla yok sayan,
kirli bir zihniyet yüzünden geldik.
Milletimizin canıyla, kanıyla, emeğiyle kurulmuş Cumhuriyetimizi;
bir kişinin şahsına indirgeyen, ucube bir sistem yüzünden geldik.
“Devlet benim” demekten utanmayan, “Şahsını” millet bilen,
devasa bir kibir, ego, ve ergen siniri yüzünden geldik.
Hâlbuki dış politika;
Bir ülkenin, ön savunma hattı,
devlet yönetiminin can damarı,
ve milletimizin güvenliğinin teminatıdır.
Ancak ne yazık ki;
Ak Parti iktidarı için dış politika;
iç siyasete malzeme üretmek,
ülke gündemini değiştirmek,
millîlik duygusu ve beka vurgusu üzerinden, oy toplamaktan ibaret…
Bunun için de, akılcı davranıp, memleket çıkarlarımızın gereğini yapmak yerine,
her meselede, mutlaka bir taraf seçmeyi, artık bir adet haline getirdi.
Mesela;
Yıllardır iyi ilişkiler kurduğumuz Mısır ile aramız,
Sayın Erdoğan’ın Mursi’nin intikamını alma sevdası için bozuldu.
Sonuç olarak da;
Mısır ile Yunanistan’ın imzaladığı, askeri antlaşmaya bakakaldık.
Mesela;
Mavi vatan savunmasında, kendisi yine, tek bir tarafı seçti.
Libya ile anlaşma imzaladık, ama diğer tüm ülkelerle karşı karşıya geldik.
Peki, Sayın Erdoğan’ın bu tek taraflı, şahsi tercihleri;
Türk Devleti’ne ve Türk milletine ne kazandırdı?
Hiçbir şey…
Çünkü Sayın Erdoğan, sadece bir tarafı seçmekle de kalmıyor.
Keşke öyle olsaydı…
Kendisine tek bir tarafı seçtikten sonra, çıkıp bağırmaya başlıyor.
“Eyyy” diyor.
“Bu caaaan, bu bedende olduğu müddetçe…” diyor.
“Bu milleeet enayi değil, hesabını sorarız.” diyor.
“15 Temmuz’u, bunlaaar yaptırdı.” diyor.
“Bunlaaaar katil, elimizde kayıtlar var.” diyor.
Her defasında, büyük büyük gürültüler çıkartıp;
sonrasında ise, tüm bağırdıklarıyla, ya kanka, ya da dost oluveriyor.
Sesini kısıyor ve maalesef başını eğiyor.
İşte;
Bu tek taraflı, çok bağıran, bolca gürültü çıkarıp, sonra da geri adım atan, tutarsız tavırlar;
Uluslararası toplumda, Türkiye’nin de başını öne eğiyor.
Türkiye’yi ciddiyetsiz gösteriyor.
Nitekim bugün, Yunanistan ile yaşanan sorunda da,
biz, yine aynı şeyin olmasından, endişe ediyoruz.
Türkiye olarak, Yunanistan ile davamızda, sonuna kadar haklıyız.
Ama Sayın Erdoğan yüzünden, haksız duruma düşmekten kaygılıyız.
Çünkü bugün;
“Şaka yapmıyorum, ciddi konuşuyorum” diyen sayın Erdoğan’ın,
Yarın;
“Şaka yapmıştım.” deme ihtimali olduğunu, gayet iyi biliyoruz.
Bugün;
“Benim için Miçotakis diye biri yok.” diyen sayın Erdoğan’ın,
Yarın;
“Kardeşim Miçotakis’le, aramızı bozmaya çalıştılar.” diyerek,
işin içinden sıyrılıp, Türkiye’yi de taca çıkarabileceğini de, çok iyi biliyoruz.
Değerli dava arkadaşlarım;
Sayın Erdoğan’ın bu devlet ciddiyetinden ve akılcılıktan uzak davranışları;
maalesef birçok önemli sorunu da, beraberinde getiriyor.
İçişleri Bakanlığı’na göre, 3 buçuk milyon,
Valiye göre, 5 buçuk milyon,
Başkasına göre de, 6 milyonu aşan sığınmacının, ülkemizde olması da,
bu sorunların, başında geliyor.
Daha, sığınmacıların sayısı konusunda bile,
ortak bir karara varılamayan, bir bilgi kirliliği ortamındayız.
Bu sığınmacıların, nereden, nasıl, hangi yollarla geldiğine bile,
cevap veremeyen bir iktidarla, karşı karşıyayız.
Dünya üzerinde görülmemiş plansızlık ve programsızlıktaki bir göç politikasının,
daha doğrusu, bir göç politikasızlığının, sonuçlarını yaşıyoruz.
Hâlbuki Türkiye, hep bir geçiş yoluydu.
Batı’nın uzun zamandır, Türkiye’yi kaçak göçmenler için, bir hendek yapma planı vardı.
Avrupa, geri kabul anlaşmasını, işte bu yüzden Türkiye’ye dayatmıştı.
Ama Ak Parti iktidarına kadar, ülkemizde böyle bir sorun yoktu.
Çünkü ülkemizde, bir devlet aklı vardı.
Bir devlet politikası vardı.
Sağ ya da sol fark etmeksizin, her gelen iktidarın benimseyip, uyguladığı,
devletin yıllardır sürdürdüğü, bir göç politikası vardı.
Ancak kendisini devlet yerine koymaya, pek meraklı olan bu arkadaşlar,
diğer tüm alanlarda olduğu gibi, göç politikasında da,
kurumsal devlet anlayışımızı, yok saydılar.
Milletimizin bugün yaşadığı güvensizlik iklimine göz yumdular.
Avrupa Birliği’nin geri kabul antlaşmasını imzalayarak;
milletimizin çıkarları ile, kendi çıkarları arasında, bir tercihte bulundular.
Ve her zaman olduğu gibi, yine kendi çıkarlarını, yani parayı seçtiler.
Bugün, Türkiye’de bir göç sorunundan bahsediyorsak;
öncelikli olarak, mevcut sorunların, bir basiretsizlik veya bilinçsizlik olmadığını,
maruz kaldığımız her olumsuzluğun,
bizzat iktidar eliyle tasarlanan,
bilinçli bir şekilde kurgulanarak, uygulanan,
kasıtlı bir politikasızlık olduğunu da, bilmemiz gerekiyor
İşte bu nedenle;
Düzensiz göç sorunun muhatabı da, sorumlusu da, suçlusu da;
Bizzat Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Yani esas mesele, sığınmacıların kendisi değil,
para karşılığı, Türkiye’yi hendek ülke yapmayı kabul eden, bu iktidarın ta kendisidir.
Esas mesele, koltuklarını korumak adına,
sığınmacılardan seçmen devşirmeye çalışan, bu kirli zihniyettir.
Dolayısıyla;
Sığınmacıları ülkelerine geri göndermenin, yegâne yolu da,
öncelikle bu iktidarı ve Bay Kriz’i evine göndermektir!
Aziz milletim;
Sorunun çözümü için, öncelikle teşhisi doğru yapmak lazım.
Bugün, maruz kaldığımız sığınmacı sorununda;
Ak Parti iktidarının uygulamalarını incelediğimizde,
4 temel sorun oluşturduklarını görüyoruz.
Bunlardan birincisi;
Vatandaşlık garantili, ev satışı…
Yani, yandaşlara yeni gelir kapısı oluşturmak için,
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının, konut karşılığında satışı…
İktidarın, vatandaşlık değerlerimize saldıran bu uygulamasının sonucunda;
Yaklaşık 10 milyar dolarlık, bir piyasa oluştuğunu,
bu paranın da ağırlıklı olarak, yandaş müteahhitlerin cebine girdiğini biliyoruz.
Bunun yanında, Türkiye’de kira kontratı yapan bir yabancı,
1 yıllık oturum iznine sahip olabiliyor.
Peki bütün bunların bedelini kim ödüyor?
Yani, yabancıya oturum ve vatandaşlık hakkı karşılığında,
ev satan veya kiralayan müteahhitler ve aracılar kazanırken,
kaybeden kim oluyor?
Milletimiz oluyor.
Artık milletimiz için ev almak, bir hayalin de ötesinde, imkansızlık hâline geldi.
İstanbul ve Antalya gibi popüler bölgelerde, ev kiralamak ise,
günden güne imkânsızlaşıyor.
Konut ve kira fiyatlarının yükselmesi de,
doğrudan memleketimizin refahını etkiliyor.
Üstelik, müteahhitlerin ve komisyoncuların kazandığı para da;
milletimizin cebinden çıkıyor.
İkinci temel sorun;
Millî güvenlik endişesi…
Parayı basana, vatandaşlık veren bu iktidar için;
paranın nereden geldiği, nasıl kazanıldığı,
vatandaşlık alan kişinin, adli sicil kaydının ne olduğu, hiç önemli değil.
Bu nedenle bugün, İstanbul;
dünyadaki kara paranın, suç örgütlerinin, mafya babalarının ve yabancı istihbarat servislerinin,
âdeta cirit attığı, bir şehre dönüştü.
Nerenin tacizcisi, tecavüzcüsü, sapığı varsa,
Memleketimizin dört bir yanına saçıldı.
İnsanlarımız artık, çocuklarını parka göndermekten bile, endişe duyuyor.
Zaten her an şiddet, tecavüz ve ölüm korkusuyla yaşayan kadınlar,
artık bu korkuyu, daha da derinden hissediyor.
Üçüncü temel sorun;
Kayıt dışı iş gücü ve istihdam…
Geçtiğimiz haftalarda, İçişleri Bakanı’nın da itiraf ettiği gibi,
bugün ülkemizde, kaçak göçmen işçilerin sağladığı iş gücü,
bizzat iktidar tarafından, göz yumulan bir olgu.
Hammadde ve enerji fiyatlarını düşüremedikleri için,
belli ki çareyi, iş gücü maliyetlerini, bu yolla düşürmekte bulmuşlar…
Ancak bu durum;
Ülkemizdeki kayıtlı istihdam piyasasını mahvediyor.
Vergisini veren, sigortasını yatıran milletimizi, âdeta cezalandırıyor.
Ve mevsimlik işçilik başta olmak üzere, Türk işçisini değersizleştiriyor.
Peki bir ekonomi, bu şekilde ayakta kalabilir mi?
Elbette kalamaz.
Ancak iktidardakiler, her konuda olduğu gibi,
bu konuda da, kulaklarının üzerine yatmayı, tercih ediyor.
Ve son olarak, dördüncü temel sorun ise;
Avrupa Birliği ile imzalanan, geri kabul anlaşması…
Bu anlaşma, her bakımdan;
Türkiye’yi aşağılayan, Avrupa’nın dışına iten,
ve ülkemizi, bir kaçak göç hendeğine, bir mülteci kampına çevirmeyi amaçlayan bir anlaşmadır.
Sayın Erdoğan ise, bu anlaşmayı imzalayarak;
Hem, ucube sistemine, Avrupa’dan sınırsız kredi sağlamış,
hem de şu ana kadar, Avrupa Birliği’nden, 9 buçuk milyar Euro yardım almıştır.
Hatta hatırlarsanız, Sayın Erdoğan’ın bizzat kendisi;
Avrupa Birliği vatandaşlarının,
sokaklarında, özgür ve güvenli şekilde gezmelerinin,
Türkiye sayesinde mümkün olduğunu da söylemişti.
Yani ülkemize ettiği ihaneti, düpedüz itiraf etmişti.
Sömürge valisi edasıyla, ülke yönetmeye çalışan Sayın Erdoğan, belli ki anlamıyor ama,
ben yine de, kendisine hatırlatmak istiyorum:
Sayın Erdoğan;
Türkiye, bir sömürge ülkesi değildir!
Türkiye, Ortadoğu’nun bataklığına mahkûm olacak bir ülke de değildir!
Türkiye, egemen, bağımsız ve onurlu bir cumhuriyettir!
Ecdadımızın kanıyla, canıyla, tüm varlığıyla ortaya koyduğu irade ile kurulan devletimizi,
sizin şahsi çıkarlarınıza, menfaatlerinize ve ayak oyunlarınıza bırakmayız.
Bunu böyle bilesin.
Aziz milletim, sevgili gençler;
Size garanti ediyorum.
İYİ Parti iktidarıyla birlikte,
Türkiye’de sığınmacı sorunu diye bir sorun kalmayacak.
Ancak özellikle gençlerimizden, bir şey rica ediyorum:
O da öfkenize yenilmemeniz…
Sizleri haklı öfkeniz üzerinden,
kendi oyun sahasına çekmeye çalışanları, lütfen dinlemeyin
Berbat göç politikalarına kurban arayanların,
sizi manipüle etmelerine, sakın izin vermeyin.
Kendi beceriksizliklerine kılıf arayanların tuzağına, asla düşmeyin.
Şunu bilin ki;
sığınmacıları geri göndermek,
uluslararası hukuktan doğan, en doğal hakkımız.
Beşar Esad, kapsamlı bir af çıkartıp, sığınmacılara, “Ülkenize dönün.” diyor.
Ama Sayın Erdoğan, “Durun daha karpuz kesecektik, durun daha vatandaşlık verecektik.” diyerek,
buna engel oluyor.
Yani şu anda, sığınmacıların dönmesini istemeyen ve bunu engelleyen, tek bir kişi var;
O da bizzat Sayın Erdoğan.
Ama hiç endişe etmeyin.
İYİ Parti’nin iktidar,
Ak Parti’nin de, muhalefet olduğu bir Türkiye’de,
bu sorunun çözülmeme ihtimali yok.
Dolayısıyla;
Sorunu öfkeyle değil, sağ duyuyla çözeceğiz.
Nefret tiratlarıyla değil, diplomasi diliyle çözeceğiz.
Boyun eğerek değil, dik durarak çözeceğiz.
Sulandırmadan, saptırmadan, Türk Milleti’ne yakışır biçimde,
devlet ciddiyetiyle çözeceğiz.
Hiç merak etmeyin;
Çok az kaldı!
Aziz milletim;
Evet, büyük sorunlarımız var.
Evet, zor günlerden geçiyoruz.
Ama Türkiye, büyük bir ülke.
Türkiye potansiyeli olan bir ülke.
İnanın, Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yok.
Tek yapmamız gereken,
Artık iyice lüzumsuz hale gelen ampulü söndürüp, İYİ Parti güneşinin tadını çıkartmak.
Vizyonumuzla, projelerimizle, çözümlerimizle,
güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye’yi inşa etmek için, biz hazırız.
Türkiye’yi, ekonominin e’sinden bile anlamayan,
bu beceriksizlikten, bu vasatlıktan kurtarmak için biz hazırız.
Türkiye’nin en donanımlı ekonomi kadrosuyla,
milletimizi, içine sokulduğu bu yoksulluk sarmalından, kurtarmak için,
biz göreve hazırız.
Onlar ise, o kutlu gün gelene kadar,
artık kaçınılmaz olandan kaçmak için, çırpınıp duracaklar.
Millete hizmet yerine, yalan üretmeye devam edecekler.
Cumhuriyet’in çocuklarına, hakaret etmeye devam edecekler.
Yolsuzlukları gizledikleri gibi, İYİ Parti’nin yükselişini de gizlemeye çalışacaklar.
Bizleri ekranlardan uzak tutmak için, ellerinden geleni yapacaklar.
Çözümlerimizi görmezden gelecekler.
5 yıldır yaptıkları gibi, İYİ Parti gerçeğinin, üzerini örtmeye çalışacaklar.
Varsın olsun!
''ERDOĞAN, YERİNE KİM GELECEK DİYE MERAK EDİYOR''
Ne yaparlarsa yapsınlar, bizi durduramayacaklar!
Milletimizin iradesine engel olamayacaklar!
Türkiye’nin önünü daha fazla tıkayamayacaklar!
Nitekim Sayın Erdoğan da, artık kendisine ayrılan sürenin, sonuna geldiğini görüyor.
O nedenle, artık tek bir derdi var:
Millet İttifakı’nın adayının kim olacağı…
İşi gücü bıraktı, her fırsatta, “Adayınız kim?” diye soruyor.
“Acaba benim yerime kim gelecek” diye, büyük bir merak içinde.
Hatta bunun için, sandığa gömüleceğini bile bile, adaylığını bile açıkladı.
Devir teslim heyecanıyla, geceleri uykularının kaçtığından eminim...
Sayın Erdoğan;
Sen hiç merak etme.
Senin yerine, özgürlük gelecek!
Senin yerine, adalet gelecek!
Senin yerine, demokrasi gelecek!
Senin yerine, liyakat gelecek!
Senin yerine; huzur gelecek!
Senin yerine, bereket gelecek!
Sen gönlünü ferah tut.
Sen gideceksin,
İstibdat bitecek!
Sen gideceksin;
Hürriyet gelecek!
Sen gideceksin;
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem gelecek!
Sen gideceksin,
Millet yeniden iktidara gelecek!
Şimdiden kemerlerini bağlasan iyi edersin,
Çünkü İYİ Parti iktidarına çok az kaldı!
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.