Yaşanan tehlikenin büyüklüğüne dikkat çeken Zeki Hakan Sıdalı yaptığı basın toplantısında şunları söyledi:
İçerisinde yüklü miktarda asbest başta olmak üzere toksik ve radyoaktif atık barındıran Sao Paulo gemisi Brezilya’daki limanından ayrıldı. Rotasını İzmir Aliağa’daki gemi söküm bölgesine çeviren gemi üzerindeki iddialar, Bakanlığın muğlak açıklamalarına rağmen çevre ve insan sağlığı açısından ürkütücü. Bu seyir Brezilya Federal Bölge Mahkemesi’nin “Limandan ayrılamaz” diyerek tedbir kararı almasına rağmen gerçekleşiyor.
Mahkeme “ihtiyati tedbir kararı” veriyor ancak gemi ülke sınırlarını terk ettiği için limana geri götürülemiyor.
Brezilyalılar “tavşana kaç, tazıya tut” diyorlar. Güya uluslararası anlaşmalara saygılılar ama aslında problemden kurtulmanın peşindeler. Brezilya makamları bu gemiyi resmen yangından mal kaçırır gibi karasularının dışına itti. Onlar kovuyor, biz kucak açıyoruz. Bu tehlikeli atık kütlesine kucak açmak, bu topraklar için yapılmış tarihin en büyük kötülüklerinin başında geliyor. İzin vermeyiz, veremeyiz.
Fransa tarafından 1960 – 96 yılları arasında aktif şekilde kullanılan uçak gemisinin nükleer testlere katıldığı Fransız Senatosu tarafından 9 Mart 2020 tarihinde yayınlanan raporda yer alıyor. Raporda Sao Paulo’nun sökülmesi sırasında bölgedeki canlı hayatına ve çevreye ciddi zarar vereceğine dikkat çekiliyor.
Geminin son sahibi Brezilya, güney yarımkürenin en büyük savaş gemisi unvanına sahip bu gemiyi, müze yapmayı bile tehlikeli görüyor. Zira devasa büyüklükteki gemiyi neredeyse bedavaya veriyor. Resmen, “bunu alın götürün bizi bu beladan kurtarın” diyorlar.
Gemiyi yıllarca nükleer denemeler dahil olmak üzere birçok alanda kullanan Avrupa devletleri almıyor, Hindistan almıyor, Bangladeş almıyor… Peki biz ne yapıyoruz? Bu gemiyi söküp atıklarını denizimize ve toprağımıza saçmak için adeta can atıyoruz. Kahraman Türk girişimci Brezilyalıları kurtarıyor ama bedeli ne, kim ödeyecek?
Avrupa’nın dönüştürülemeyen plastik atıklarıyla Çukurovamızın münbit topraklarının zehirlenmesi, siyanürle altın arayarak doğanın talan edilmesi ve onlarca çevre katliamı yetmedi şimdi bir de gemi sökümünden çıkacak zehirli atıklarla Ege Bölgesinin toprağını, suyunu, denizini kirletmeye, Türk insanının sağlığı için telafisi mümkün olmayan zararlara kapı aralanıyor.
Gemi sökümlerinin neden olduğu zararları tersine çevirmek amacıyla oluşturulan küresel bir koalisyon olan Shipbreaking Platform tarafından yapılan açıklamada, gemideki tehlikeli maddelerin envanterinin tam olarak bilinmediğini ifade ediliyor.
Konuyla ilgili çeşitli kaynaklardan yapılan açıklamalardaysa gemideki asbest ve asbest benzeri zararlı maddelerin toplamının 600 ton ila 900 ton aralığında olduğu söyleniyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından miktarın 9,6 ton olduğu açıklandı. Peki Bakanlık bu açıklamayı neye göre yapıyor? İthalatçı firmanın beyanına göre… Yalnızca firma beyanına dayanarak “Atık Beyan Sistemi”ne bildirilen rakamların ne ölçüde, kim tarafından denetlendiği ve gerçeği ne kadar yansıttığı büyük bir soru işareti!
Beyan edilen rakamlara neden bu kadar şüpheli ve endişeli yaklaşıyoruz? Çünkü bu gemi ilk değil. Yakın geçmişte buna benzer örnekleri defalarca yaşadık. Örneğin; meşhur geminin ikizinin de Türkiye’de sökülme niyeti vardı; yani bütün aileye talip olmuşuz.
Sao Paulo’nun ikizi olarak bilinen Klemanso’nun söküm sürecinde hiçbir ülke bu işe talip olmamıştı. 2003 yılında Türkiye’de sökülmesine karar verildiğinde dönemin Çevre Bakan Sayın Pepe “bu gemi Türk karasularına giremez” diyerek konuyu kestirip atmıştı. O gün de aynı parti iktidardaydı. Demek ki mesele bugünkü bakanlarda, bürokratlarda. Sayın Kurum, Sayın Pepe’yi arasın doğru yolu öğrensin. Devletin doğrularını boza boza gelenler artık kendi doğrularını da bozuyor.
Nihayetinde İngiltere’de sökülen ikizden 760 ton asbest çıkmıştı. İkizinde 760 ton asbest varken İzmir’e gelen gemiden 9,6 ton asbest çıkacak denilmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Milletimizin aklıyla alay etmek, sağlığını hiçe saymaktır. Şaşırdık mı? Şaşırmadık! 2006’da yine İzmir’e söküm için bir gemi getirileceği söylenmişti. İlgili firmanın ilk beyanında gemide 1 ton asbest var denildi.
Çevre dernekleri ve bölge halkının yoğun tepkileri üzerine gemi rotasını Hollanda’ya çevirdi. Orada yapılan ölçümlerde Otopan isimli gemide 85 tondan fazla asbest olduğu tespit edildi. Beyan edilenden 85 kat fazlasından bahsediyoruz.
Şimdi de beyanla esas arasında benzer bir uçurumla karşılaşmayacağımızın garantisini kim verebilir?
Tek amacı daha fazla kar etmek, ne pahasına olursa olsun kar etmek olan, vatandaşın sağlığını tehlikeye atmaktan tereddüt etmeyen bir şirket mi verecek? 2015 yılında da benzer bir durumla karşılaştık. Bu sefer İzmir’e söküm için getirilen Kuito isimli tankere üç saat içinde “temiz raporu” verildiği hepimizin hafızalarında. O kadar kısa sürede bırakın numune alıp inceleme yapmayı; o büyüklükteki tankerin her yerini sadece gezmeniz bile mümkün değil, günler sürer…
Beyan edilenden 5 kat fazla radyoaktivite tespit edilmesine rağmen gemi bir oldu bittiye getirildi ve Aliağa’da söküldü. Bu iktidarın insan sağlığına verdiği değer işte bu kadar. Tam da bu sebeple şimdi de aynı endişeleri taşıyoruz.
“Çevre ve insan sağlığına dikkat etmeyen birilerinin hatırı için, Türkiye’nin çevresini, turizmini, denizlerini, üç beş tane gözünü kar hırsı bürümüş insana peşkeş çekmem, onlara teslim etmem”
Bu sözleri dönemin Ak Partili Çevre Bakanı asbestli gemilerini Türkiye’ye getirmek isteyenler için söylüyordu. Sayın Pepe doğru söylüyordu.
Yani, 2003’te de bu ülkeyi Ak Parti yönetiyordu 2006’da da. O gün “bu gemi Türk karasularına giremez diyenler, Klemanso’yu yüksek asbest miktarından limana yanaştırmayanlar bugün 180 derece istikamet değiştirerek Sao Paulo’nun gelişini adeta dört gözle bekliyorlar…
Yalnızca bu örnekler bile iktidarın yaşadığı savrulmanın açık bir kanıtı; yaşananlardan ders almayışının bir göstergesi. Öğrenemiyorlar, çünkü artık Bakanlıkların hafızası kalmadı.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevrenin kirlenmesini önlemek devletin en önemli görevleri arasında, ancak bu görev Ak Parti iktidarında ülkemizde çok yanlış yorumlanıyor.
İktidar, çevreyi ihya etmeyi, kendi çevresini ihya etmek olarak görüyor. Sürdürülebilir toplumsal bir geleceği kurmak yerine kısa dönemli şahsi kâra odaklanıp yarınlarımızı heba ediyorlar. Artık rant için geleceğimizi kirletmeye tahammülümüz kalmadı.
Değerli Basın Mensupları;
Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından yapılan bilimsel çalışmalar, asbest mineralini “birinci grup kesin kanser nedeni” olarak tanımlıyor.
Katil toz olarak nitelenen bu mineralin üretimi, kullanımı ve ithalatı 2010 yılında ülkemizde de yasaklandı. Çevre Bakanlığının geminin gelmesi için verdiği izin, dolaylı yoldan asbest ithalatının da önünü açıyor.
Tekrarlıyorum, tüm detayları ve olumsuz etkilerini tartıştığımız bu uçak gemisinin inşasında tehlikeli madde içeren zararlıların kullanıldığını biliyoruz. Görevi esnasında nükleer testlere katıldığını da biliyoruz, hepsi Fransız devlet belgelerinde yer alıyor.
Bu olumsuz özelliklere sahip bir geminin uluslararası sulara çıkmadan önce Tehlikeli Madde Envanteri sunması gerekiyordu.
Fakat ne ihale sürecinde, ne de geminin Brezilya’dan ayrıldığı süreçte biz böyle bir envanteri göremiyoruz.
Geminin ülkemize gelme iznini veren Çevre Bakanlığı, bu izni envanteri görerek verdiyse; burada büyük bir sorun var demektir; şayet görmeden verdiyse çok daha büyük bir sorun var demektir.
Türkiye olarak taraf olduğumuz, Tehlikeli Atıkların Sınırlarötesi Taşınması ve bertarafını öngören Basel Sözleşmesi’ne aykırı tutum ve davranışları kabul etmemiz mümkün değildir.
Bizim bir türlü göremediğimiz ama hazırlanmış bir envanter varsa bunun kamuoyuna açıklanması gerekiyor. Başta biz olmak üzere çevre hassasiyeti gösteren herkes bu envanterde neler olduğunu öğrenmeyi büyük bir merakla bekliyor. Hep beraber kontrol edelim.
Bakanlığın konuyla ilgili yaptığı açıklamada; “geminin mümkün olduğunca atıklardan arındırılmış olması şartıyla itirazı bulunmamaktadır” ifadesi yer alıyor.
“Mümkün olduğunca arındırılmış olmak”, nasıl bir miktar ifade ediyor merak ediyoruz. Bakanlık çevre konusunda olmasa bile meselenin çevresinden dolanma konusunda bayağı mahir!
Açıklamanın devamında Bakanlık radyoaktif madde bulunmamasını şart koşuyor. Nükleer denemelerde, onlarca kez kullanılmış bir uçak gemisinde, radyoaktif kalıntı bulunmaması mümkün değil.
Ayrıca bu büyüklükteki bir gemide, yüzlerce ton kurşunlu boya ve onlarca ton organik kalay bileşiği olduğu da unutulmamalı. Aynı Bakanlık, uçak gemisi Türk karasularına girdikten sonra gerekli ölçümlerin yapılacağını söylüyor. Tekrar ediyorum, biz o gerekli ölçümlerin nasıl yapıldığını 2015 yılında gördük. Güvenmiyoruz.
3 saatte jet hızıyla temiz raporu çıkarılıp, ardından yüklü radyoaktif faturanın geldiğine hep beraber şahit olduk. O günkü “ben yaptım oldu” anlayışının bedelini Aliağa’daki gemi söküm işçileri ve vatandaşlarımız sağlıklarıyla ödediler, ödüyorlar.
Son 5 yılda gemi söküm sahasındaki tüm şirketler toplam 250 ton asbest bertaraf etmişken, tek seferde bu 600 -900 ton arasında asbestin nasıl bertaraf edileceğini de merak ediyoruz.
İktidar bir yandan Paris İklim Anlaşması imzalayıp, içi bir türlü doldurulamayan “yeşil kalkınma devrimi” başlatıyor, diğer yandan insan sağlığını hiçe sayarak çevre ve doğa katliamına yol veriyor. Akdeniz’deki tehlikeli atıkların ve kirliliğin önlenmesini esas alan Türkiye himayesinde, İzmir’de imzalanan protokolü hiçe sayıyor.
İzmir Protokolünü imza atıldığı kentte ihlal etmek, ancak bu iktidarın gerçekleştirebileceği bir ironiydi, onu da başardılar.
Kıymetli Basın Mensupları;
Bir yandan Muğla’da “Ekolojik dengeyi olumsuz etkiler” diye festival iptal ediyorlar; diğer yandan zehir saçan, ölüm gemisi olarak adlandırılan gemiyi havada kapıyorlar. Vatandaşlarımızın “kanser olmak değil, yaşamak istiyoruz, temiz hava, toprak ve su istiyoruz” çağrılarına kulak vermek, bizlere miras değil emanet olan çevre ve doğaya saygı göstermek ve zehir saçan bu gemiyi karasularımızın dışında tutmak milli bir mecburiyettir.
Sadece Çevre Bakanı’nın değil, Sağlık Bakanı’nın da mecburiyetidir. Çünkü bu mesele tek başına çevre meselesi değil, aynı zamanda halk sağlığı meselesi. Bugün bölge halkı kanser başta olmak üzere bir çok ölümcül hastalıkla boğuşurken çevreye ve insan sağlığına hassasiyeti ve saygısı olan her bakanın müdahil olması gerekir. Bu işin vebalinin altından kimse kalkamaz.