Murat Yetkin’den Erdoğan’ı kızdıracak sözler: Asla kabul etmeyeceği üç açmazı var

Murat Yetkin’den Erdoğan’ı kızdıracak sözler: Asla kabul etmeyeceği üç açmazı var

Gazeteci-yazar Murat Yetkin, "Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan açmaz olduğunu asla kabul etmeyeceği üç açmazı var 2021 Mart sonu itibarıyla. Erdoğan’ı giderek daralan bir iktidar çemberine hapsetmekle kalmıyor. Aynı zamanda Türkiye’yi siyaset ve ekonomide geriletiyor, dünyadaki hızlı dönüşümün kenarında kalma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor" dedi.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "açmaz olduğunu asla kabul etmeyeceği üç açmazı var" diyen Murat Yetkin, Yetkinreport.com'daki yazısında, "Bunları kabul etmeye ne çoğunda artık geri dönüşü olmayan noktayı geçmiş olması izin veriyor ne de kendisini giderek küresel oyun kurucu gibi gören gururu. İzlediği siyaset, bu açmazları çözüm olarak gördükçe ısrarlı tutumunu güçlendiriyor, ısrar arttıkça artık MHP lideri Devlet Bahçeli’nin desteği olmaksızın ayakta durmayacak iktidarını daha da katı bir çizgide sürdürme ihtiyacını doğuruyor. Bu durum yalnızca Erdoğan’ı giderek daralan bir iktidar çemberine hapsetmekle kalmıyor. Aynı zamanda Türkiye’yi siyaset ve ekonomide geriletiyor, dünyadaki hızlı dönüşümün kenarında kalma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor." ifadelerini kullandı.

Yetkin, "Erdoğan’ın asla kabul etmeyeceği üç açmazı" başlıklı yazısında bunları özetle şöyle sıraladı:

BİR: EKONOMİ SADECE EKONOMİ DEĞİLDİR

2020’lerin Türkiye’si kuşkusuz 1970’lerde TÜSİAD bildirisi sonrasında yıkılan 1970’ler Türkiye’sinden çok farklı, kast ettiğim o değil. Ama son yıllarda ekonomi parametreleri dışına çıkmamaya korkuyla karışık bir özen gösteren TÜSİAD’ın, iç siyasete girmeden, özenli bir lisanla da olsa bu hatta gelmesi aslında Erdoğan’ın açmazlarından birine işaret ediyor.

Bunda bütün suç da Erdoğan’da değil. Sermaye sınıfı kısa günün kârı için demokratik hakların kısılmasına sadece 12 Mart, 12 Eylül darbelerinde onay vermedi. Yakın dönemde 2010 Anayasa değişikliği, 2013 Gezi protestoları sonrası ve 2016 askeri darbesi girişimi sonrasındaki kısıtlamalara da onay verdi.

Erdoğan bu denkleme aşinaydı: kârlarını artırırsam, hakların kısıtlanmasına ses çıkarmazlar. Bu anlayış, kısıtlamalar ekonominin parametrelerini de baskılayana kadar idare etti. Ne zaman ki, 2016 sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal, 2017 Anayasa değişikliğiyle kurumsallaştı, Cumhurbaşkanı yürütmenin her alanında tek söz sahibi oldu, o zaman sermaye sınıfında şafak attı. Erdoğan’ın 2018’de Hazine ve Maliye’yi birleştirip başına damadı Berat Albayrak’ı getirmesi işin tuzu biberi oldu.

Denizin bittiği yer, Albayrak’ın gidişiyle gelen Lütfi Elvan ve Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın sermaye örgütlerinin, yani TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB ve TESK’in görüşlerini alması ve önerilerinin Erdoğan’ın reform olarak duyurduğu metinde yer almamasıydı.

Erdoğan’ın açmazı hâlâ bu denklemi geçerli sanmasında.

İKİ: DAHA ÇOK YETKİ Mİ DEMOKRASİ Mİ?

Geldiğimiz aşamada Erdoğan seçimi, parlamentoyu, yargıyı, basını, sivil toplumu ancak kendi iktidarının sürekliliğine katkıda bulunduğu ölçüde meşru sayıyor. Kendi meşru saydığını da Anayasa haline getirmek istiyor. Bu gidiş, muhalefete iktidarın kenar süs olduğu müddetçe tahammül etme yönündedir. Erdoğan’ın HDP üzerindeki baskıya Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’den katılmasını beklemesi bunu gösteriyor. Her iki lider de bu defa tuzağa düşmedi; Ali Babacan (DEVA) ve Ahmet Davutoğlu da (Gelecek) karşı durdular.

Bu gelişme Erdoğan’ın iktidar paydaşlarına bağımlılığını artırdı. Paydaşları derken özellikle çoğul kullandım, çünkü artık iktidarın fiili ortakları arasında sadece MHP yok, başkaları da var. AK Parti’nin 2019 yerel seçim yenilgisinden AK Parti gereken dersi hâlâ çıkarmadı ama, İslami tarikat ve cemaatler çıkardı. Belediye menfaatleri kesilince, Erdoğan’a “Saadet’e gideriz” şantajına başladılar. Saadet de Millet İttifakıyla flörte başlayınca, cemaatler de Cumhur İttifakına paydaş oldu.

İstanbul Sözleşmesinin iptali açmazı budur.

ÜÇ: DIŞ POLİTİKADA BELALI KOMŞU DÖNEMİ

AB’nin merkez ülkelerinin, daha da dar ifadeyle Almanya ve Fransa’nın Türkiye’den üç temel beklentisi var artık. Rusya’dan yana olma, bize Müslüman göçmen gelmesine izin verme ve Yunanistan ile Kıbrıs Rum hükümetini korkutup üzerimize getirme. Türkiye’nin ekonomisi için ciddi önemi olan AB Türkiye’ye “belalı komşu” muamelesi yapıyor, “bela çıkarmazsan mükafatını alırsın” demeye getiriyor.

Güç politikası devredeyken Batının insan hakları ve demokrasi söylemi, içi boşalmış bir “kaygı” ikiyüzlülüğü dışında bir anlama gelmiyor. Zaten Dışişlerinin, Türkiye’nin aday üye olarak anılmadığı, Kıbrıs Türklerinin yok sayıldığı bir beyanına “olumlu” demesi de. Yani bir anlamda Erdoğan’ın belalı komşu siyaseti sonuç getirmiş görünüyor.

Oysa belalı komşuyu oynamanın siyasi olduğu kadar ekonomik sınırları da var. Çünkü dış politika Türkiye’nin ekonomisi üzerinde hiçbir dönem bugünkü kadar etkili olmamıştı. Dış politikadaki her adım, ekonominin zaten hassas durumdaki dengelerini bozabilir, açmazı burada.