Ronaldo ve Messi gelse bu Beşiktaş adam olmaz... Zafer Arapkirli yüzyılın en kötü Beşiktaş'ını yazdı

Ronaldo ve Messi gelse bu Beşiktaş adam olmaz... Zafer Arapkirli yüzyılın en kötü Beşiktaş'ını yazdı

Bodo karşısında ikinci yarıda ateşlenen Beşiktaş, yine de yenilmekten kurtulamadı.

Memleket öfkeli.

Memleket sıkıntılı.

Memleket dertli.

Memleket burnundan soluyor.

Memleketin sorunu üst üste yığılı.

Memleketin suratları asık.

Memleketin mahkemeleri bile kavgalı.

Çarşı - Pazar yangın yeri.

Özgürlükler boğazlanmış.

Memleket esktra acılı kebap tadında.

Eh, Beşiktaş da bu memleketi, bu anlamda en iyi temsil eden takımımız sayılır bu sezondaki haliyle..

Neredeyse, hem ligde hem de Avrupa’da en son ne zaman maç kazandığını unutturdu taraftarına. Moral bozukluğu had safhada. Burak Yılmaz’ın bir ayağı kapı dışında, bir ayağı kulüpte. Kongre bekleniyor. Geçen hafta Antalya’da yaşanan tatsızlıklar da üzerine eklenince, Beşiktaş takımı hem sahada, hem soyunma odasında, hem yedek kulübesinde, hem antrenman tesislerinde, hem de kulüp binasında üzerinde kara bulutlarla dolaşıyor.

Siyah Beyazlı caima, “Beyaz” rengi unuttu epeydir.

Bu atmosferde çıktılar İnönü’nün çimlerine.

Bütün bu dertlere, bir de ısınma sırasında Aboubakar’ın sakatlığı eklenince, son anda UEFA’ya başvuran kulüp, esami listesine Abou’nun yerine Cenk Tosun’u ekletti.

Benim aylardır, hatta geçen sezondan bu yana yazdıklarımı okuyanlar, bu ikiliye yani Abou ve Cenk’e “Al birini vur ötekine” diye baktığımı bilirler. Her ikisi de yürümekte hatta emeklemekte (koşmayı zaten unutalı çok oldu bu iki adam) birbirleri ile yarışıyor. Ama bir de sakatlık çıkınca, maça başlamadan, iyice alternatifsiz kaldı Kara Kartal.

Bodo Glimt, zaten Norveç’teki maçta, “Fişek gibi, tabanca gibi” gencecik bir takım olduğunu göstermişti. Beşiktaş’ı 3-1 yendikleri o maçta, maç bir 90 dakika daha oynansa, en az bir o kadar daha gol atacakları belliydi.

Beşiktaş da, bizim ligin de Avrupa liglerinin de en kötü defansına sahip, üstelik sürekli değişen, rakibin hızlı ataklarında da (hep yazdığım gibi) tam bir “kesik başlı tavuk” görünümü içinde bir takım. Rakip teknik direktör koltuğunda lise talebesi tıfıl bir genç bile otursa, bu özelliği görür ve oyuncularına “Saldırın ve yıldırın” talimatını verirdi.

Nitekim Bodo’nun Hocası da bunu yaptı.

Daha ilk 2 dakikada 2 şutu vardı Bodo’nun. Sonrasında biraz toparlanan ve rakip sahaya özellikle sağdan Rosier ve Rashica ile giden Beşiktaş, kale önüne iyi toplar atmayı başardı. Ama, kime? Cenk, her defasında adeta “Yahu bu Abou da nereden sakatlandı abi. Ne güzel dahat rahat oturacaktım kenarda... Şimdi. İşin yoksa koşar gibi yap...” dercesine toplara yetişmekte zorlandı.

Buna mukabil Bodo Gilmt forvetleri, Beşiktaş’tan kaptıkları her topta, Mert’le neredeşyse burun buruna geliyor ya da uzaktan bomboş şutlarla Beşiktaş kalecisini iyice terletiyordu. Her defasında “Yahu beyler!. Nasıl vurduruyorsunuz bu toplara?..” diye avaz avaz bağıran bir Mert Günok izledik ilk yarıda.

Bailly ilk dakikalarda kafasına çarpan sert bir top darbesi ile zaten bocalamıştı. Ardından 24’ncü dakikada bir daha darbe alınca, başı dönmeye başladı ve yerini Amartey’e bıraktı.

Bu takım da Necip de olmasa, birkaç hafta sonra sahaya sto;persiz çıkacak Beşiktaş.

Solda da Bahtiyar’ın aynı Necip gibi “nerede boşluk varsa doldurmak zorunda” olduğu joker konumu, aslında bu takımın ne hallere düştüğünü iyi anlatıyor.

Orta sahada Gedson, Amir ve Chamberlain üçlüsü, birbiri ile irtibatsız ve ne yaptığı pek bilmez bir manzarayla oynadılar hep.

Kısacası, ne için sahaya çıktığını kendisi de anlamayan Beşiktaş, her an bir gol yeme korkusu ile ayakları titreye titreye savundu, yine ayakları titreye titreye saldırdı. İleride sağdan Rashica ile adeta birbirinin kopyası pozisyonlarda Cenk’e atılan çok müsait 2 pas da gol olmadı. Cenk “yokları” oynuyordu yine ilk yarıda.

Ve 38’de sağdan Bodo’nun bomboş yaptığı bir ortada Moumbagna’nın kısa mesafeden dokunuşu Mert’i yine çıldırtırcasına kaleye giriverdi, 1- 0

O dakikadan sonra, Beşiktaş adeta “Aman bari bu yarıda fark açılmasın” saikiyle iyice dağınık bir futbolla 45 dakikayı tamamladı.

İkinci yarı henüz yeni başlamıştı ki, 49’uncu dakikada yine rahat kaptıkları topla bu kez soldan çok rahat gelen Bodo, Moumbagna’nın Mert’le karşı karşıya topun dibine girdiği bir vuruşla durumu 2-0 yaptı.

Taraftar, hıncını kimden kimden çıkaracağını bilemez caziyette, “ahlaka mugayir” tezahüratını “bir tık” arttırdı bu dakikada.

Burak Yılmaz ve teknik ekip, öyle bakıyordu sahaya. Başka da yapacakları bir şey yoktu zaten. Farkın o dakikadan sonra daha da büyümemesi için dua etmekten başka.

Evet, maalesef işler duaya ve toteme kalmıştı. Tribünde yerini alan kısıtlı sayıda taraftarın elinden başka bir şey gelmiyordu. Bu saatten sonra “ateşlesen ateşlenmez” adeta ıslak bir kutu kibrite dönmüştü Beşiktaş.

Kenar yönetim devreye başlarken Rosier’nin yerine Onur Bulut’u aldı. Ardından 2 çaresiz hamle daha yaptı.. Sağ ve sol açıklara, Tayfur ve Rebic’i oyuna alıp Rashica ve Bahtiyar’ı çıkardı. 64’ncü dakikada “İyi ki yapmışım” dedirtti Burak’a bu değişiklikler.

64’ncü dakikada sol kanatta Rebic’in kaptığı topu Tayfur’a aktarması ardından genç oyuncunun harika vuruşu köşeden ağlara takıldığında, durum 1-2’ye döndü.

Taraftar birkaç saniyeliğine de olsa küfüre ara verip gol sevinci yaşadı. Sonra yine aleyhte tezahürata devam.

Skoru en azından dengeleme umudu oğmuş ve Beşiktaş, elimndeki bütün güçle saldırıyordu. Tek eksik bir golcü olmamasıydı sahada, Beşiktaş için.

Cenk mi? Geçiniz... Önünden geçen toplara bile dokunamayan bir adama dönüşeli çok oluyor.

Gol dakikasından sonraki 10 dakika, Beşiktaşlı oyuncular adeta bir “haysiyet mücadelesi” içinde olağanastü bir tempo ile koşan ve rakip kalede gol arayan bir takıma dönüştüler.

Sakatlanan Gedson Fernandes’in yerine Salih Uçan’ı aldı 74’ncü dakikada Burak Yılmaz.

Beşiktaş bu dakikalarda hâlâ saldırıyor, Bodo ise geri yaslanıp belki de bir kontratak arayışı içinde görünüyordu. İnönü’ye, beklenmedik biçimde öyle bir hava geldi ki, sanki 2-2 yapsa 3-2’yi bile bulacak bir görüntüye girmişti takım. Orta sahada adeta “dişleriyle, pençeleriyle” söktükleri toplarla dalga dalga gitmeye başladı Bodo Glimt kalesine.

Bodo’nun ise kazanılan kale vuruşlarında ve diğer atışlarda hiç acelesi yoktu. Bariz biçimde vakit geçirerek 2-1’i korumacasına oynamaya başladılar iyice.

81’de Beşiktaş 2’nci gole çok yaklaştı, sağdan getirilen topu Chamberlain harika ortaladı. Jackson Muleka çok yakın mesafede kafayla kaleciye nişanlamayıp kalenin herhangi bir yerine vurabilse, İnönü rahat bir nefes alabilirdi.

90+3’te sahanın maç boyunca en iyisi (belki de tek iyisi) Necip Uysal, ikinci sarıdan kırmızı görüp çıkarken, İnönü tribünlerinden coşkulu bir alkış aldı.

Ama, olmayınca olmuyor işte.

İkinci yarıdaki umut veren oyun bir yana, skor levhasına bakınca, Beşiktaş’ın Avrupa macerasının sonunu, Bodo Glimt 2 maçta 5 gol birden atarak getirmiş oluyordu.

Bu “çöküntü” durumuna çare de görünüyor ufukta. Yaklaşan konfrede ne yapacaklar? Ronaldo ve Messi’yi birlikte getirsen, üzerine de bonus olarak Harry Kane’i alsan bile buradan ayağa kalkması zor bu takımın.

Kısmet gelecek sezona..

Hem ligde hem Avrupa’da.

Yazarın Diğer Yazıları