Sen sevmeyi unutmuşsun çocukluğunla birlikte
Yüzlerce çalışma yapsan. Onlarca çocuk büyüten okullarda ahkam kessen ne fayda… Sen, çocukluğunu unuttuğun gün, bitmiş pedagojik birikimin. Çocukluğunu unuttuğun gün çocuklaşmışsın ve çocukça şeylerle avunur olmuşsun. Zira çocukluğunu hatırlayan olgunlaşır. Çocukluğunu unutmayanın maharetidir kendi iç dünyasında derinleşmek. Sen çocukluğunu yitirdiğin gün kaybetmişsin bütün aşkın hayallerini ve coşkun duygularını. O gün anlamalıydım bunu, Sakarya caddesinde, dokuz numaralı masada… Oysa o gün el ele çocukluğumuzu geri almaya gitmek için gelmiştim sana Cahit Sıtkı gibi:
Affan Dede'ye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var, ne adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiçbir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.
Oysa olan biten her şeyden haberinin olması halinin egosuyla modern lafazanlığın gülünç elektrik arayışına kapılıp çocukluğundan firar etmiş halinle sarsıldı, üzüldü, acıdı çocukluğum, üşüdü Dağlarca'sına:
Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse.
Kardeşliğimiz bundandır
Mavi sularla binlerce yıl.
Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse
Bundandır inanmamamız
Kocaman bombalara.
İlk defa o gün korktum, o gün anladım, ölen çocuklar da varmış. O gün anladım amca, dayı, teyze ve hatta maalesef anne makamına kurulan cani, sapık, arsız, kainatın en onur kırıcı ve en can yakıcı işkencesine rağmen günahının bedelini ödemedi sayılacak mahlukat elinde masum çocuklar olduğunu. Oysa o güne kadar masumiyet ve çocukluk denince seni görürdüm rüyalarımda…Nereden bilebilirdim rüyasız kaldığını… Oysa sana düşler getirmiştim bir avuç… Ama Can Yücel'in düştüğü haldi bu benimkisi:
Öyle parçalandım ki ömrümde
Sevgiyle öfke arasında,
Sevgimi öfke vurdu
Öfkemi sevgi kaçırdı
İçim parçalandı arada