"Aşk" ya da Arapça kökeni itibariyle "'ışk", bütün edebi anlatılarda özne( fail/âşık) tarafından bir nesneye (maşuk) yöneltilmiş olarak verilir. Genel olarak da bu edimin her iki tarafı insandır. Bu duygunun öznesi insansa nesnesi de insan olması gerekir gibi bir yanılsama hem gerçek hayatta hem de kurgusal âlemde adeta bir "galat-ı meşhur" gibi görülmüştür. Oysa aşkın nesnesi yine kendisidir. Doğurduğu heyecanlar, aklı ipotek altına alan haller, göz karartan manzaralar, dil dolaştıran monologlar, bir anda bir yerden bir yere sıçratan infialler ile âşık olma edimi, aşk isminin "âşık"ı olması itibari ile öznesidir. Âşık olmak rüzgârın bitkileri aşılaması gibi insanı aşılayarak ona yaratma, üretme ve her şeyden önce kendi ontolojik gerçeği üzerine insan olma sorumluluğunu inşa etme dürtüsünü bir güdü olarak aşılama halidir. İnsan bunun tarifini âşık olduğunu zannettiği bir başka insan karşısında bulduğunu zanneder. Zira üreten bir özne olarak insan, ürettiğine muhatap olarak insanı görmek ister. Bir şehirle buluşmanın heyecanı, bir şairin yüreğine düşen bir mısraın ürpertisi, bir romancının kurgu iskeleti üzerine giydirdiği anlatısının cezbesi, bir yazarın dili ilmek ilmek ören dile olan bu özentisidir aşk. Bütün bunlarda yer alan "kız ile oğlan arasındaki" yaşantı sadece bir yansıtmanın adıdır. O duygu ölümüne insanın ruhunda kıpırdandıkça yaşama hissi kendisini onun içerisinde yeniler durur.
Bu şahıstan mekândan münezzeh duygunun bir muhataba yansıtılması halini Anna Karanina'da bir kere daha gördüm. Romanda, Sergey İvanoviç, Varenka'ya olan aşkını betimlerken, pek çok kadın beğendiğini ama çocukluk ve ilk gençlik zamanlarındaki duyguyu Varenka'da hissettiğini düşünür. Oysa insanda hayatının belli evrelerinde kendini gösteren bu his ondaki varoluş azmini tetikleyen bir güdüdür. Varenka'nın dindarca bir cezbe ile başkası için yaşama azmi düşünüldüğünde bu idealizmi kutsayan ürperti sadece Sergey İvanoviç karşısında anlam bulan bir haldir. Varenka bu halin ya da kutsamanın ete kemiğe bürünmüşüdür. Tıpkı Mümtaz'ın karşısında Tanpınar'ın dil endişesinin Nuran olup görünmesi gibi.
Bu meseleyi mısralarla kuramsal bir itiraf olarak iki klasik şairde görürüz. Bunlardan Fuzuli:
Mende Mecnundan füzun aşıklık istidadı var,
Aşık-ı sadık menem Mecnun'un ancak adı var.
Derken, "Mecnun yoksa Leyla da yoktur"un alt metnini okutur ince okuyup sık okuyanlara...
Ey romantik küçük hanım veya küçük bey beni duygusuzlukla suçlamadan bir de Nedim'e müracaat et. Sonrasını sen bilirsin.
Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedîm
Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana
Haddeden de geçen de "yal u bal" olan da senin içindeki o kıpırdanış bir hayatı yaratmanın adıdır vesselam...