Beşiktaş takımı kendisi hakkındaki pek çok başka acı gerçek gibi, şunu da kabul etmeli:
Pazar günü, Trabzonspor karşısında oynamadan kazandı. Takımın harika çocuğu Semih Kılıçsoy’un 2 harika golünü çıkarın, Beşiktaş pek bir şey gösteremedi sahada. İstatistiklere de bakınca bu zaten açık farkla görülüyordu.
Ama, futbol böyle bir oyun işte.
Kimi zaman rakibin oynar, sen çerçeveyi bulursun ve “malı götürürsün.”
Trabzonspor’un haklı bir penaltı bir itirazı da vardı Pazar günkü maçla ilgili olarak ama, skora baktığınızda “sonucu etkileyecek bir hakem hatası” değildi, neticede. O penaltıyı hakem verdi de attın diyelim. Yine de 2-1 biterdi. Trabzon’un da bunu kabullenmesi lazım. Olur öyle günleri her takımın.
Ancak, Beşiktaş’ın “her gün de öyle oynamadan kazanması” diye bir durum olamazdı tabii ki.
Nitekim, Antalyaspor deplasmanına, “eski evladı ve eski hocası Sergen Yalçın’ın takımına” karşı sahaya çıkarken kadrosunda büyük bir değişiklik olmadığı gibi, oyunda da yoktu.
Yine oyunu kendi yarı alanında kabul eden, eskisi gibi panikleyen bir defans anlayışı olmasa da, yine de “gelin vurun” diyen pasif bir anlayış içinde göründü Beşiktaş.
Maç önündeki röportajda Sergen Yalçın, “Biz oynayan ve kazanmak için saldıran taraf olacağız” diyerek, Beşiktaş karşısında “Kapanan Anadolu takımı rolünü” kabul etmeyeceğini açıkça beyan etmişti.
Tam da bunu yaptı maçın başından itibaren.
Buna rağmen, 17’nci dakikada Cenk’in harika bir ayak hareketi ile sol kanatta Umut Meraş’a verdiği topu, Umut kale önüne yolladığında, Semih’in boyu 10 cm daha uzun olsa, ilk sayıyı “oynamayan” Beşiktaş’ın yapması işten bile değildi.
Olmadı. Antalya bu pozisyondan sonra da Beşiktaş kelesine daha sık ve daha etkili gelmeye başladı.
Futbolda da, başka sporlarda da, hayatta da şöyle değişmez bir kural vardır:
“Ne kadar çok denerse, becerme şansın o kadar artar”
Nitekim öyle oldu.
Bu kez 30’ncu dakikada Beşiktaş defansının toparlanmasına fırsat vermeden geldi Antalyaspor. Soldan Güray ters kanada ortaladı topu. Defansta Umut’un müdahale edemediği topa, Bytyqi, çok rahat vurdu ve uzak köşeden Mert Günok’u avlamayı başardı.
O ana kadar geriye çabuk gelebilen Beşiktaş’ın defansif zaafını iyi değerlendirmiş ve cezayı kesmiş oldu Antalyaspor.
Deplasmanda, üstelik de bu tür tek maçlı eleme usulü oynanan turnuvalarda geriye düşmek çok zordur. Bu durumda geriye, maçın bundan sonraki bölümünde en azından skorda dengeyi sağlamak için “açık ve riskli oynamak” gibi bir seçeneği kalıyordu Beşiktaş’ın. Antalya’nın da zaten istediği buydu.
O yüzden bu tür maçlarda ilk golü atabilmenin önemi bir kez daha kanıtlanmış oluyordu.
Devre 1-0 ev sahibi Antalyaspor’un galibiyeti ile biterken, Santos Dayı, maç başındaki tüm hesaplarını gözden geçirmek zorunda kalacaktı. Zaten ısınırken ağrı hisseden Ghezzal, kadrodaki yerini Cenk Tosun’a bırakmış ve Beşiktaş aylardır olduğu gibi Cenk ile maça “10 kişilik bir kadroyla” başlamak zorunda kalmıştı.
Olmuyor işte. Ne kadar tecrübeli olursa olsun, tarihi ne kadar “şanlı performanslar ve görkemli gollerle” dolu olursa olsun, bir oyuncu artık yürüyerek oynamaya başladıysa, o kadar kritik bir pozisyonda (ileri üçlü) işe yaramıyor.
Santos’un Muleka ile (o da Cenk’ten daha faydalı değil ama) başlamak çok mu zordu?
Bunu anlamak için ilk yarıyı boşa harcamak mı gerekiyordu?
İkinci devreye çıkarken Muleka’yı nihayet hatırladı Santos Dayı.
Ama Cenk’in değil, Rebic’in yerine.
İlk yarıda hiçbir varlık gösteremeyen Umut’un yerine de Emrecan Terzi’yi aldı.
İkinci yarıda da bir şey değişmedi.
Oynayan daha hevesli ve üretken olan Antalyaspor, sahada adeta gezinen ve neredeyse “Pozisyona girersek günaha girerez” anlayışı ile oynar gibi görünen Beşiktaş.
Ama, Pazar günkü “garabet” bir kez daha kendini gösterdi 71’nci dakikada.
O dolaşa dolaşa oynayan Beşiktaş’ta sağdan Rashica’nın attığı “milimetrik pas”, altıpas üzerinde Muleka’nın mükemmel kafa vuruşuyla Antalyaspor ağlarına gitti ve skora denge geldi.
Oyunda denge yokken, skorda 1-1’i tabelaya yazıveriyordu Muleka. En çok da Santos Dayı sevinmiştir bu işe.
Bazen “kenardan dokunuş” skor anlamında işe yarayınca, oyunu filan pek dert etmez teknik adam.
Neticede kupa maçı bu.
Kazanan çıkacak bir üst tura.
Maç, 71’nci dakikadan sonra sadece skor değil, istatistikler anlamında da biraz dengelendi.
Dakika 89’u gösterdiğinde, herkes “Artık bu iş uzatmaya gider” diye bir beklenti içine girmişken, Cenk Tosun (gariptir yine yürüyerek) öyle usta işi bir pas attı ki, ceza sahası içine. Muleka tam penaltı noktası üzerinde topla buluştu. Kaleciyle karşı karşıya kaldı. Onu da çalımlayıp topu kaleye sokuverdi.
Beşiktaş, belki de 2 maç üst üste “oynamadan kazanıyor muydu”
Hani, ünlü bir deyiş vardır ya:
“Papaz her zaman pilav yemez” diye...
Vallahi bu sefer de yedi.
Sevdi bu papaz bu pilavı.
2-1’lik skor, tüm olumsuzluklara rağmen Beşiktaş takımını son 8’e, yani çeyrek finale çıkarırken, elindeki kadroya ve tüm olumsuzluklara rağmen, Santos Dayı, Antalya deplasmanından da galibiyet ve en önemlisi turla dönmeyi başardı.
Futbol böyle bir oyun işte.
Bazen oynamadan da kazanılıyor.
Hep söyleriz ya..
Mesele, her zaman “istatistik” değil dedem..
Mesele, “O topu çerçevenin içine, rakibinden daha fazla sokabilmekte...”
Bugünü de kurtardın Beşiktaş...
Haydi hayırlısı.