Yoğun bir akademik sürecin ardından şu pandemi günlerinde başımı teori kitaplarından kaldırarak edebi metinler üzerinde gezintiye çıktığım günleri solukluyorum. Müzik adına, edebi metin adına hangi tarafa yönelsem her yer Ankara’ya çıkıyor. Bütün yolların Ankara’ya çıktığı bir hayattır benimkisi. Bundan şikâyetçi değilim. Doğum yerimden başlayarak hangi aşina yüze baksam mazi sayfasının hangi kenarından tutsam yolun sonu Ankara’ya çıkıyor. Hoş Ankara’da her aşina sandığınız her yüz, masumca -zamanında- vefa ve şefkat aradığınız her göz, Ankara kadar vefalı çıkmıyor. Ocak ortasında Ankara’nın kaldırımları onlara nispeten daha müşfik daha sadık daha hatırşinas ve daha sıcak olabiliyor.
Beni Ankara’ya götüren bir başka yüz, bu sefer bu beklentiler içerisinde tanıdığım bir kişi değil. Ama Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sının satırları üzerinde Ankara’dan Berlin’e git gel yaptığım bir atmosferde hatırladım o yüzü ve o sesi. İlk defa gerçek bir merkez medya televizyonu olarak yayın yaptığını düşündüğüm dönemlerde, CNN-TÜRK’te sesini duyduğumda arkamdan omuzum üzerinden bir tanıdığımın fısıltısını duymuşçasına irkilerek dönmüştüm ekrana. Yine merkezde ve tarihi bir hususiyete sahip bir gazetenin pazar ekinde hakkında bir küçük yazı kaleme aldım diye hatırlıyorum. Her gün Haber Global’a da ondan dolayı bir uğrarım. Tartışma programları eskisi gibi tat vermiyor ama Saynur Tezel’in mimikleri, sesi ve o sesteki “bas”a giden buğulu melodinin hatırına bir süre katlanırım konuklara. O da Tezel’in konuşması bitene kadar.
Bendeki bu melodiyi merkeze alan eklektik tutum biraz üstat Yahya Kemal’den biraz Tanpınar’ın ritim göndermeli yazılarından biraz da Haşim merakımdan kaynaklıyor galiba. Ama birkaç programında şahit olduğum tutumu ve tavırlarına yansıyan değer anlayışıyla da beni yanıltmadı Saynur Tezel. Ankaralı mı bilmem ama Ankara doğumlu olduğunu biyografisini araştırırken öğrenmiştim.