Korkusuz yazarı Can Ataklı, TELE1 programcısı Cemil Kılıç’ın Diyanet’i eleştiren sözleri ve Ahmet Şık’ın Halk TV’deki ifadeleri nedeniyle iki muhalif kanala verilen 5 günlük cezaya ilişkin bir yazı kaleme aldı.
Ataklı, bugünkü "Tuzu da kokuttular maşallah" başlıklı yazısında, "Bu olmadık cezalar; gerçekleri söyleyen, namuslu, dürüst kanalları daha da güçlendirdiği gibi toplumu da bu iktidara karşı iyice biliyor." yorumunda bulundu.
"Yandaş tetikçilerin biri bile soru soramıyor, kendi başına bir yazı yazamıyor, söz söyleyemiyor." diyen Ataklı'nın yazısı şöyle:
Hem Tele1’e hem Halk TV’ye aynı anda 5 gün “tam kapama” cezası veren RTÜK, henüz ilgili kurumlara tebligat yapmadan medya önünde kendini aklama çabasına girdi.
RTÜK Başkanı, belli ki “tuzu bile kokuttuğunun” farkında olacak ki, önce kamuoyunda bir algı operasyonuna soyunmuş.
Açıkça, “Ben sana söyledim evladım, dinlemedin, bak başına bunlar geldi işte” kibriyle yapılan açıklamada hem Halk TV’nin hem Tele1’in uyarıldığı ama laf dinlemediği anlatılıyor.
Yapılan; hukuka, demokrasiye, fikir özgürlüğüne aykırıymış kime ne… Tuzu bile kokutanların tek derdi “tepedekine” hoş görünmek, ondan aferim alıp yüksek gelirlerini ve halkın sırtından elde edilen imtiyazları sürdürmek.
RTÜK açıklamasında, önce Halk TV ele alınmış.
Efendim, milletvekili Ahmet Şık bu ekrana çıkıp Türkiye’nin Suriye’de işgalci olarak tanımlanabileceğini ileri sürmüş. RTÜK Başkanı, ülkesini çok seven biri olarak bu tür beyanları içine sindirememiş, kahraman Türk Ordusu’na hakaret ettirmezmiş, basmış cezayı en üst sınırdan.
Ama Halk TV akıllı davranmamış, kısa bir süre sonra bu kez Ayşenur Arslan, Pençe operasyonlarını eleştirmiş.
Vatansever RTÜK Başkanı bunu içine sindirebilir mi?
Sindirmemiş, “Siz adam olmayacaksınız, sizi iyice bir benzeteyim de görün gününüzü” diyerek bu kez “5 gün tam karartma” cezası vermiş.
Sonra sıra gelmiş Tele1’e.
Neymiş, bendeniz bir yayında, uzaktan eğitimin ilk dersinde, türbanlı bir öğretmen çıkarılmasını eleştirmişim.
NOT: RTÜK Başkanı, burada ayıp ederek “uzaktan eğitim kapsamındaki derslerin birinde” demiş. Açıkça doğruyu söylememiş, çünkü söz konusu eleştiri ilk ders olduğu içindi. Adamın karakterine bakar mısınız?
Bu eleştirim RTÜK Başkanı’nı şiddetle rahatsız etmiş, ayırımcılık yaptığıma karar vererek çıktığım programa 5 gün ceza vermiş.
Ama bana verilen bu ceza, Tele1’in aklını başına getirmemiş, RTÜK Başkanı, “Söz konusu bildirime rağmen” diye başlıyor ve Tele1 Ana Haber Bülteni’nde, program konuğu Cemil Kılıç’ın Diyanet’i eleştirmesini büyük bir suç olarak niteliyor.
Üstüne üstlük Cemil Kılıç, bunları bir de kendi programında söylemez mi?
RTÜK Başkanı, bunların intikamı olarak Tele1’e de “5 gün tam karartma cezası” kesmiş.
Ne olur peki bundan sonra?
RTÜK Başkanı bu cezayı uygulatır, üç-beş gün sonra yine böyle sudan bir bahane bulup yine “en üst seviyeden cezaya” karar verir.
Bu da lisans iptalini gerektirir.
Halk TV ve Tele1 bir anda kapanır.
Ya ondan sonra?
Bu iktidar bir gün gider elbette.
Hakkı, hukuku, demokrasiyi, yasaları, kuralları, ahlakı, vicdanı, namusu bir kenara bırakıp sadece birilerine yaranmak için kendi benliğinden vazgeçenlerin başına bugüne kadar ne geldiyse o olur.
Bizler ise belki bir süre yeni bir kanal arayışı içinde oluruz, ama asla ve asla sesimiz kesilmez, kesilemez.
BUNU YAZMAK GEREK
Asıl korktukları işte bu
İktidar özellikle son 12 yılda medyanın büyük bölümünün sahibi oldu.
Sayısal olarak bakıldığında, medyanın yüzde 95’i AKP iktidarının elinde.
Saray ve çevresi, yayınların yüzde 95’ini kontrol ediyor, her gün hangi haberlerin öne çıkarılacağını, kimlerin lince tabi tutulacağını, kimlere itibar suikastı yapılacağını, kimlerin kirletileceğini bildiriyor emrindeki tetikçilere.
AKP Genel Başkanı öksürse bile yandaş tetikçi medyanın tamamı canlı yayına geçiyor.
Yandaş tetikçilerin biri bile soru soramıyor, kendi başına bir yazı yazamıyor, söz söyleyemiyor.
Bu tablo geçtiğimiz hafta rastgele bir günden seçildi. Görüldüğü gibi RTÜK’ün hedefindeki Tele1 ve Halk TV diğer bütün kanalların önünde yer alıyor. Bu arada RTÜK Başkanı iki kanala verilen cezalarda “halkın şikayetlerinin” etkisi olduğunu da söylüyor. Ama nedense tüm zamanlarda en çok şikayet alan yandaş tetikçi kanallara dokunulmuyor bile.
Ama bütün bunlara rağmen üç televizyon, üç gazete, yandaş tetikçi medyayı yerle bir etmeye yetiyor.
Halkın beynini yıkamak için, kamu kaynaklarından yandaş tetikçi medyaya milyarlarca lira aktarılıyor, her türlü olanak ayaklarına seriliyor ama hepsinin toplam izleyici sayısı üç kanalın toplamına erişemiyor.
Üstelik gerçek medyada yer alanların, bunların üstüne bir de sosyal medyada çok güçlü olmaları, her birinin on binlerce kişi tarafından bir de sosyal medyada izlenmesi, iktidarın canını iyice sıkıyor.
İşte o zaman devletin gücünü hunharca kullanmaya kalkıyorlar.
Gözlerini karartıp doğru dürüst yayın yapan, gerçekleri söylemekten çekinmeyen, halkın sesi olan iki kanalı en ağır biçimde cezalandırmakla sorunu çözebileceklerini zannediyorlar.
Oysa şunu görmüyorlar:
Bu olmadık cezalar; gerçekleri söyleyen, namuslu, dürüst kanalları daha da güçlendirdiği gibi toplumu da bu iktidara karşı iyice biliyor.