Gün geçmiyor ki bir cinci ve cin vakası ajansların gündemine düşmesin. İlk bakıldığında taşrada ya da taşra kökenli vatandaşlar arasında sıra dışı bir inanış gnostik bir bakış gibi olsa da meselenin propaganda tarafı filmlerde saklı. Bu konuda bir vesile ile gündeme getirdiğim meşhur bir yerli yapım cin filmi serisini ve propaganda kodlarını bir kere daha hatırlatmak isterim.
İlk filmden itibaren bu türün kaynakçası "folklor"dur. Burada önemli olan folklorun nasıl kullanıldığıdır. Yani yazımızın amacını teşkil eden malzemenin hangi kaygıyla ya da endişe ile ele alındığıdır. Her edebi tür gibi "korku" da estetik kaygı ya da heyecana dayalı olmaktan beri gayelere de hizmet edebilir. Türkiye'de "Cin" konulu filmlerin bir kısmının verdiği sosyal mesaja geçmeden önce meselenin Faustyen tarafına değinmek gerekli. Zira değineceğimiz bu mesele bazı "cin filmleri"nin Türkiye'deki maksadını açıklamak için faydalı olacaktır. Buradan da yazının hatimesi hükmünde olan kendi iletimize geçeceğiz.
Faust, Ian Watt'a göre "modern mit"lerden biridir. Başlangıçta akla ters hurafelerle türlü şarlatanlığa imza atan Faust önceleri halk anlatılarının önemli bir figürü iken Watt'a göre "modern bireycilik"in miti haline gelir. Bu yönüyle Faust akla doğru yol alan her düşüncenin karşısında karşı devrimin flaması haline gelir. Halk arasındaki hurafeleri yeri geldiğinde kendi menfaati doğrultusunda bir korku öğesi olarak kullanan "karşı devrim" figürümüzün bizdeki işlevsel karşılığı bazı "cin" filmleridir. Başlangıçta şunu belirtmekte fayda var, bu tür filmlerdeki konu seçimi başlangıçta filmlere çıkış noktaları itibariyle iyi bir puan vermenin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Ancak kimi filmler "malzemeyi" ideolojik ve hatta "karşı devrim"ci bir maksatla değerlendirmektedir. Bu tarz filmlere bakıldığında düşünce üç ayak üzerinden verilmektedir. Birincisi meseleyi cahilce ele alan ve bu varlıklardan kötü amaçla faydalanan saf çıkarcı şarlatan tip, ikincisi kendi içinde metafizik ve fizik kaygıyı mezcetmiş başkarakter bir de meselelere bilimsel ve sorgulayıcı yaklaşan aydın bir tip. Bu tarz filmlerde son tipleme katı maddeci, bildiğinden şaşmaz, duygusuz bir insan olarak temsil edilir. Filmin sonunda bu kişi ya ölür, ya hidayete erer. Her iki durumda da "rasyonalist" figür bir şekilde sorgulamalarının bedeli pasifize edilerek cezalandırılırken birinci tip karakter artık fizik ve ötesinin tek karakteridir. Meseleyi bir film üzerinden somutlaştıralım.
2013 yapımı Hasan Karacadağ filmi olan Dabbe 4, konusunu modern halk anlatılarından alır. "1986 yılında Muğla'da cinleri kullanarak define bulmuş bir köyün lanetli, habis ve cüzzamlı ruhlarla kuşatılmış tüyler ürperten bu gerçek olayı, gizli kalmış tüm detayları ve gerçek belgeleriyle sinemaya aktarıldı. Kıbledere köyünde yaşanmış, bu cin çarpılma vakası, oradaki dehşetin gerçek görüntüleri, adli kayıtlar, deliller ve dinleyeni şoka sokan eskilere dair sırlarla başlar. Psikiyatrist Ebru Karaduman ve Cinci Faruk Akat olarak bilinen 'Cin Çıkarma Uzmanı'nın aynı anda ilgilendikleri bu vakanın, ana kahramanı Ebru Duran isimli genç bir kızdır. Kıbledere köylüsü olan Ebru, aynı zamanda Psikiyatrist Ebru'nun çocukluk arkadaşıdır. Ebru kına gecesinde aniden, cinlerin saldırısına uğramış ve içinde büyüyen çok güçlü ve tehlikeli bir varlığın tehdidi altına girmiştir. Psikiyatrist Ebru, görüntülü olgu sunumu için Ebru'yı incelemeye alıp, Cinci Hoca dedikleri kişilerin hastalara yaptıklarını ve sonuçlarını kamera ile kayıt altına almak istemektedir. Psikiyatr ve Hoca birlikte Ebru'nın ailesiyle yaşadığı köy evine varırlar, din ve bilim arasındaki bu çekişme gerçekler ortaya çıktıkça dehşete dönüşmeye başlar. İlk başlarda olaylar çözüme doğru giderken, Kıbledere'nin geçmişinde saklı olan ürpertici olaylar ve tuhaf bir şifre ortaya çıkınca, herkes için cehennem saatleri başlar..."
Filmin sonunda görünen sebep ne olursa olsun meseleyi bir deney etrafında bilimsel metotlarla ve eleştirel bir tutumla ele alan Ebru Duran'ın ölümünün ardındaki mesaj şudur. "Sorgulamayacaksın, kabul edeceksin, etmezsen ölürsün ya da bu bela seni de bulur." Bu bilinçaltı engizisyonu sadece bu mesajı ele almaz aynı zamanda rüya meselesini de körleştirir. Filmin bir sahnesinde Faruk Akat hoca beylik üslubuyla: "Ebru hanım bilim rüyaların varlığını kabul ediyor mu?.." diye sorduğunda "evet" cevabını alır. Ancak bu evet hangi bağlamda kabul ettiğinin derinliğini vermez. Elbette filmlerden böyle bir derinlikli ders de beklenmez lakin bu evet "psikanaliz" gibi yıllanmış bir bilimi izleyici nazarında kör noktaya çeker. Kitlesel bir etkiye sahip sinemanın böyle bir konuyu bu alt tehditlerle vermesi, gelenekselleşmiş bazı kurumların varlık sebeplerini modernize etmektir. Bu da o ticari müesseselere meşruiyet kazandırır. Toplum nazarında güç haline gelen bu sapkın meşruiyet büyük zulümlerin ve sapkınlıkların yegane itkisidir.
NEDEN İNTERNET?
Bu konuda çok yazdık. Bu tarz filmlerin kıyamet alameti olarak interneti görme, yine benzer sebeple Dabbe'yi zorlamalı bir internet metaforu haline getirme gayreti Rönesans ve Reformlar döneminde matbaayı lanetlemekle eş değerdir. Bu bağlamda bu tür anlayışlar da modernize edilmiş bir çeşit israiliyatlardır.
Bu israiliyatlar ve bunların mümbit zemini olan "cin" teması ve yukarıdaki tespitler bizi en yakınımızdaki 15 Temmuz gerçeğine ve onun hinterlandına götürür ki darbecilerin elindeki silahtan ve helikopterden daha büyük bir tehdittir ki benzerlerinin elinde hâlâ dolaşmaktadır.
Ne güzel söylemiş rahmetli Mahzuni Şerif:
"Gel bana küfretme bak beni dinle
Senin yüreğinde dert var değil mi?
Dinledikten sonra vur hançerinle
Ölülere bir yurt var değil mi?
Değil mi? Değil mi? Böyle değil mi?"
Bilmem ne imiş bu Alevi-Sünni
Bana vız geliyor perili cinli
Madem ki kardeşiz gel gelme kinli
Yumuşağın sonunda sert var değil mi?
Değil mi? Değil mi? Böyle değil mi?
Mezhepsel kavgalar bundan değil mi?"