2013 yapımı Hasan Karacadağ filmi olan Dabbe 4, konusunu modern halk anlatılarından alır. “1986 yılında Muğla'da cinleri kullanarak define bulmuş bir köyün lanetli, habis ve cüzzamlı ruhlarla kuşatılmış tüyler ürperten bu gerçek olayı, gizli kalmış tüm detayları ve gerçek belgeleriyle sinemaya aktarıldı. Kıbledere köyünde yaşanmış, bu cin çarpılma vakası, ordaki dehşetin gerçek görüntüleri, adli kayıtlar, deliller ve dinleyeni şoka sokan eskilere dair sırlarla başlar. Psikiyatrist Ebru Karaduman ve Cinci Faruk Akat olarak bilinen Cin Çıkarma uzmanının aynı anda ilgilendikleri bu vakanın, ana kahramanı Ebru Duran isimli genç bir kızdır. Kıbledere köylüsü olan Ebru, aynı zamanda Ebru'nun çocukluk arkadaşıdır . Ebru kına gecesinde aniden, cinlerin saldırısına uğramış ve içinde büyüyen çok güçlü ve tehlikeli bir varlığın tehdidi altına girmiştir. Psikiyatrist Ebru, görüntülü olgu sunumu için Ebru'yı incelemeye alıp, Cinci Hoca dedikleri kişilerin hastalara yaptıklarını ve sonuçlarını kamera ile kayıt altına almak istemektedir. Psikiyatr ve Hoca Birlikte Ebru'nın ailesiyle yaşadığı köy evine varırlar, din ve bilim arasındaki bu çekişme gerçekler ortaya çıktıkça dehşete dönüşmeye başlar. İlk başlarda olaylar çözüme doğru giderken, Kıbledere'nin geçmişinde saklı olan ürpertici olaylar ve tuhaf bir şifre ortaya çıkınca, herkes için cehennem saatleri başlar…”
Filmin sonunda görünen sebep ne olursa olsun meseleyi bir deney etrafında bilimsel metotlarla ve eleştirel bir tutumla ele alan Ebru Duran'ın ölümünün ardındaki mesaj şudur. “Sorgulamayacaksın, kabul edeceksin, etmezsen ölürsün ya da bu bela seni de bulur.” Bu bilinçaltı engizisyonu sadece bu mesajı ele almaz aynı zamanda rüya meselesini de körleştirir. Filmin bir sahnesinde Faruk Akat hoca beylik üslubuyla: “Ebru hanım, bilim rüyaların varlığını kabul ediyor mu?..” diye sorduğunda “evet” cevabını alır. Ancak bu evet hangi bağlamda kabul ettiğinin derinliğini vermez. Elbette filmlerden böyle bir derinlikli ders de beklenmez lakin bu evet “psikanaliz” gibi yıllanmış bir bilimi izleyici nazarında kör noktaya çeker. Kitlesel bir etkiye sahip sinemanın böyle bir konuyu bu alt tehditlerle vermesi, gelenekselleşmiş bazı kurumların varlık sebeplerini modernize etmektir. Bu da o ticari müesseselere meşruiyet kazandırır. Toplum nazarında güç haline gelen bu sapkın meşruiyet büyük zulümlerin ve sapkınlıkların yegâne itkisidir.
Neden internet?
Bu konuda çok yazdık. Bu tarz filmlerin kıyamet alameti olarak interneti görme, yine benzer sebeple Dabbe'yi zorlamalı bir internet metaforu haline getirme gayreti Rönesans ve Reformlar döneminde matbaayı lanetlemekle eş değerdir. Bu bağlamda bu tür anlayışlar da modernize edilmiş bir çeşit israiliyatlardır.
Bu israiliyatlar ve bunların mümbit zemini olan “cin” teması ve yukarıdaki tespitler bizi en yakınımızdaki 15 Temmuz gerçeğine ve onun hinterlandına götürür ki darbecilerin elindeki silahtan ve helikopterden daha büyük bir tehdittir ki benzerlerinin elinde hâlâ dolaşmaktadır.
Ne güzel söylemiş rahmetli Mahzuni Şerif:
“Gel bana küfretme bak beni dinle
Senin yüreğinde dert var değil mi?
Dinledikten sonra vur hançerinle
Ölülere bir yurt var değil mi?
Değil mi? Değil mi? Böyle değil mi?”
Bilmem ne imiş bu Alevi-Sünni
Bana vız geliyor perili cinli
Madem ki kardeşiz gel gelme kinli
Yumuşağın sonunda sert var değil mi?
Değil mi? Değil mi? Böyle değil mi?
Mezhepsel kavgalar bundan değil mi?”