Meslektaşımız Merdan Yanardağ, tutuklanarak cezaevine konuldu. Aynı okuldan mezun olduğumuz, okul arkadaşımız Merdan, Türkiye’de tutuklanan ne ilk gazeteci ne de sonuncu olacak.
Dün, iktidar çevrelerinden ahbapları olan bir başka okul gazeteci arkadaşım ile konuşurken, “Bence Merdan’ı tutuklamayacaklar” dedi. ‘Neden?’ diye sorunca da “Türkiye uluslararası açıdan zor durumda kalır, bir iki kişiyle konuştum, tutuklanmaması daha büyük ihtimal” dedi.
Ben de kendisine, “Merdan kesin tutuklanır, çünkü zülfüyare dokundu” dedim.
Ve bir gün geçtikten sonra tutukluluk geldi.
Türkiye’de, gazetecilerin de diğer meslek erbabının da bazı konulara dokunması risklidir, bu konulara dokunan, ‘zülfüyare’ dokunmuş olur ve tutuklanır. Buradaki ‘Zülfüyar’, ‘Kürt meselesi’dir.
Umarım, adalet yerini çabuk bulur da Merdan Yanardağ’ın tutukluluğu Osman Kavala gibi, Selahattin Demirtaş gibi yıllara yayılmaz ve çabucak geçer.
***
Bugünlerde Türkiye’nin 100 yıl öncesinin en ünlü gazetecilerinden biri olan Refi Cevad Ulunay’ın anılarını okuyorum. Hilmi Yücebaş’ın kaleme aldığı ‘Ulunay’ kitabında, Osmanlı döneminde bir gazeteci öyküsü var. Bu gazeteci Rum asıllı Teodor Kasap’tı ve kızdırdığı kişi de devrin Sadrazam’ı, yani Başbakan’ı idi. Olay, Sultan Abdülhamit döneminin ilk yıllarında 1870’lerde, yani 150 yıl önce geçiyor. Ulunay, bu öyküyü şöyle anlatıyor kendi yazısında:
“Ahmet Vefik Paşa, gayet cesur, son derece atılgan, Sultan 2. Abdülhamid'e azami hizmette bulunmuş bir devlet adamıydı, ismi deliye çıkmıştı, hakikaten bazı işleri vardır ki akıl kârı değildi. Alim, fadıl bir zat idi, boş zamanlarında, ilmi eserler vücuda getirirdi. Lehçe-i Osmani adlı bir sözlük yazmış, fakat çok kelimesi noksan bulunmuştu. Paşa merhum, başvekalette bulundukları sırada, gazeteci Teodor Kasap Efendi’nin uydurma havadis neşretmekte bulunduğunu haber alır.
Teodor Kasap’ı Büyük Divanhane’de kabul eder ve sorar:
“Sen nerelisin?”
“Aman paşam, nereli olduğumu bilmiyor musun, bendeniz Karamanlı’yım.”
“Karaman'ın koyunu, sonra çıkar oyunu, derler. Sana ben o oyunu şimdi burada oynatacağım.”
Ondan sonra ağalarına, uşaklarını emreder:
“Yatırın şu katırı, yalan haber yazmamayı öğrensin!”
Hepsi birden Teodor Kasap’ın üstüne çullanırlar.
“Bana da şu hezaren bastonunu getirin.”
Paşa, koca divanhanede bir girişir, Teodor Kasap'ın ayaklarını, kaba etlerini şişirdikten sonra:
“İşte Karaman'ın koyunu, sonra çıkar oyunu buna derler.”
Ahmet Vefik Paşa, hezaren bastonla Teodor Kasap’ı te’dib ederken, bütün Babıali ricali de hazır bulunurlar ve paşayı alkışlarlar.”
Kısaca Ahmet Vefik Paşa, başbakanlıkta bütün görevlilerin önünde, bir çeşit kamıştan yapılma bastonuyla gazeteciyi dövüyor, görevliler de kendisini alkışlıyorlar. Ulunay, gazetecinin uydurma haber yazdığını söylemiş ama gazeteci gerçekten uydurma mı yazdı, yoksa paşayı kızdıran başka bir şey mi yazdı, onu bilemiyoruz.
Neyse ki, artık böyle şeyler yaşamıyoruz.
Bunun yerine gazeteciler ya tutuklanıyor ya da Tatvan’da olduğu gibi, bazılarının adamlarından dayak yiyor; ya da üç otuz paraya çalışıyorlar ve sendikaların mağrur başkanları, “Benim çaycım bile senden fazla alıyor” diye onları alay konusu ediyor.
Ama eğer bir toplumda gazeteciler bu haldeyse, o toplum ne bir adım ileri gider ne de hak ettiği refahı, huzuru bulur, bunu da bilmiş olun. Bugün yaşadığımız tüm sıkıntılarda, gazetecilerin görevlerini tam yapamaması temel faktörlerinden biridir. Ancak gazeteciler görevlerini yaparsa, ülke saat gibi işler.
NOT: Refi Cevad Ulunay kendisi de sıkıntılar çekmiş bir gazeteciydi, Millî Mücadele muhalifi diye 17 yıl sürgünde yaşadı, Mustafa Kemal başarıya ulaşınca onu desteklemeye başladı ama yine de, Osmanlıca alfabeyi kaldırdı diye hep kızdı ve kendi adını bile “Benim ismim, yani Refi Cevad, yeni harflerle yazılamaz” diyerek sadece ‘Ulunay’ olarak kullandı, o kadar da tutucuydu.