Gazetecilerin davasında karar çıktı! Barış Pehlivan, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç...

İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde tutuklu gazeteciler ikinci kez hakim karşısına çıktı. Yargılanan 3 gazeteci Murat Ağırel, Barış Pehlivan ve Hülya Kılınç tahliye edildi.

İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde tutuklu gazeteciler ikinci kez hakim karşısına çıktı. Mahkeme, tutuklu gazeteciler Barış Pehlivan, Hülya Kılınç, Murat Ağırel'in tahliyesine karar verdi. 

Yeniçağ yazarı Murat Ağırel, Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, Manisa muhabiri Hülya Kılınç bugün Çağlayan Adliyesi'nde görülen ikinci duruşmadan, tahliye çıktı.Mahkeme şu kararları verdi:-Barış Pehlivan, Hülya Kılınç, Murat Ağırel'in tahliyesine karar verildi.-Pehlivan, Kılınç ve Ağırel'e yurtdışına çıkma yasağı getirildi. 

Barış Terkoğlu ve Eren Ekinci tüm suçlamalardan beraat etti. Barış Pehlivan ve Hülya Kılınç’a MİT Kanunu 27/3. maddeden 3 yıl 9 ay hapis cezası verildi. Aydın Keser, Ferhat Çelik ve Murat Ağırel hakkında mahkeme MİT Kanunu 27/3. maddeden 4 yıl 8 ay 7 gün hapis cezası verdi.

Erk Acarer’in dosyasının ayrılmasına karar verildi. 

Murat Ağırel, Aydın Keser, Ferhat Çelik, Hülya Kılınç, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve Eren Ekinci “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklama” suçlamasından beraat etti. 

GAZETECİLERE TAHLİYE KARARI! 

ODA TV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, YeniÇağ yazarı Murat Ağırel ve ODA TV Muhabiri Hülya Kılınç tahliye edildi. 

Barış Terkoğlu ve Eren Ekinci hakkında beraat kararı verildi. 

Barış Pehlivan 3 yıl 9 ay ceza aldı. 

İŞTE KARAR TUTANAĞI

Duruşma bugün Çağlayan Adliyesi'nde saat 09.30'da başladı. Bu arada, İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada cumhuriyet savcısı, celse arasında davaya ilişkin esas hakkındaki mütalaasını mahkemeye sundu.

Savcı sanıklar için ayrı ayrı 8 yıldan 19 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması istedi.

SAAT 10:20 DAVA BAŞLADI

Saat 10:20'de önce avukatlar ardından da gazeteciler mahkeme salonuna alındı.

11:17 Tutuksuz olarak yargılanan sanıkları salona alındı.

11:40 Murat Ağırel'in kız kardeşi salondan ağlayarak çıktı.

11:48 Savcı tüm sanıkların cezalandırılmasını, Erk Acarer'in dosyanın ayrılmasını istedi.. Barış Pehlivan , Hülya Kılınç ve Murat Ağırel'in tutukluluklarının devamına mütalaa verildi.

11:45  Mahkeme heyeti ve davadaki tutuklu sanıkları duruşma salonuna geldi. Mahkeme heyeti yoklama yaparken, Eren Ekinci duruşmaya SEGBİS aracılığı ile katılıyor.

12:00 Tutuklu sanıklardan Oda TV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan savunma yapıyor.

12:16 Yeniçağ Gazetesi Yazarı Murat Ağırel'in savunması başladı.

Ağırel, savunmasında şunları söyledi:

"Sayın Başkan, Sayın Heyet;
“İnsanları adalet cezalandırıyor” inancının, “insanlar insanları cezalandırıyor” inancına dönüştüğü, ismi yüz yıl önce hürriyet isteyen ve sonucunda kapıları “mim” harfi ile işaretlenen zabitler gibi, yani “mimlenen” bir gazeteci olarak; yaşadığım adaletsizliği, hukuksuzluğu adalet ve hukuk ile savunmak için yeniden huzurunuzda bulunuyorum

Elime aldım iddianameyi pardon mütalaayı arkasından istenen cezayı görünce yine boşa umutlandığımı anladım.

Elime aldım iddianameyi pardon mütalaayı arkasından istenen cezayı görünce yine boşa umutlandığımı anladım. Bütün hakkımdaki suçlamanın sadece bir kelimeye indirgendiği bir yerde tekrardan mütalaanın içinde böyle bir şeyin yer almasını anlamıyorum. Sputnik'te kitabım hakkında yaptığım 15 dakikalık görüşme iddianamede yer aldı. Savcılık mütalaasında da aynısı yer alıyor. Ben bunları yaşadım. Ergenekon davasında da yaşadım. Biz bunları adaletle aşacağız. Siyasi gücün mahkeme salonlarına girmesini engelleyerek yapacağız bunu.

İnsanlık tarihi boyunca üzerinde durulan en önemli konulardan biri adalettir.

Elindeki kılıçla adaleti sağlayan o güzel kadın Yustitsia’nın (Justitia) gözleri boşuna kapalı değildir. Çünkü o, tarafsızlığına en hafif şekilde gölge düşürecek herhangi bir davranıştan ve tavırdan uzak durur.

Sümerlerden sonraki dönemde kil tabletler üzerine işlenen ve sonra insanlığın ilk kanunları sayılan Hammurabi kanunlarının ilk beş maddesi “adalet” ile ilgilidir.

Sokrates; “adaletten yoksun bir devlet kendi adaletsizliği tarafından yıkılır” der.

Platon; “adil bir mahkeme, devlet binasının en sağlam direğidir” der.

Ömer Hayyam; “Adalet, kâinatın ruhudur” der.

Peygamber efendimiz Hz. Muhammed; “Bir ülke küfürle ayakta kalabilir fakat adaletsizlikle, zulümle ayakta duramaz. Adalet ülkenin temelidir. Bir saat adalete hüküm vermek altmış yıl ibadetten daha değerlidir” der.

özellikle vurgu yapar. Bütün sonraki modern yasalar bu ilkeyi gözeterek kaleme alınmışlardır.

Kant’a göre “adalet”, “insanın kendine başkalarından beklediği tavrı, ortaya koymasıdır.”

Aydınlanma çağından bu yana adalet, şahsi bir erdem olmanın ötesinde, toplumsal barışın temelini oluşturan bir ilke haline gelmiştir. Bir toplumda adalet duygusu, eğer yurttaşları kanunlar karşısında eşitse, hak ve özgürlüklerden aynı oranda yararlanabiliyorlarsa ve özellikle de bireylerin adil davranma özgürlüğü kısıtlanmamışsa tam anlamıyla gelişmiştir. Bu yüzden BM gibi uluslararası kurumlar, devletler ve hükümetler  açıklamalarının en başına adalet kavramını yerleştirirler. Çünkü onlar toplumların ve herhangi bir insani birliğin ancak adalet duygusu temelinde inşa edilebileceğini bilmektedirler. Adalet duygusu zedelenmiş hiçbir devlet, hükümet ve toplumsal yapı ayakta kalamamıştır. Tarihsel kayıtlar, zalimlikleri ayyuka çıkmış iktidarların, adalet duygusunun zedelenmesi sonucunda yıkılıp gitmesiyle doludur.

İbn Haldun Mukaddime’de adaleti, şahsi bir erdem olmaktan çıkarmış, iktidarların mutlaka gözetmesi gereken en yüksek prensip haline getirmiştir. Çünkü herhangi birinin adaletsizliği kolaylıkla düzeltilebilir fakat iktidarların ve onların yönetimi altında hareket eden mahkemelerin adaletsizliği kolay kolay düzeltilemez. “Adaletsizlik, sanıldığı gibi sadece karşılığı ödenmeden veya herhangi bir gerekçe sunmadan bir kimsenin mal ve hakkını gasp etmek değildir. Adaletsizlik bundan çok daha kapsamlıdır… Bilinmeli ki yasa koyucunun bilgeliğinin amacı, adaletsizliklerin önüne geçmek ve böylece uygarlığı tahrip edecek olan eylemleri önlemektir. Çünkü eğer bu önlenemezse sonuçta bu süreç insan türünün yok olmasına kadar da gidebilir… Neticede adaletsizliğe herkes değil sadece egemen olanlar, yani iktidarı ellerinde tutanlar başvurabilmektedirler.”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, adaleti bağımsızlık ile eşdeğer görmüştür.

Mahkeme kavramı, Arapçadan gelir, akla başvurmak suretiyle muhakeme edilen, hüküm verilen yer demektir. İnsan, diğer canlılardan farklı olarak aklıyla öne çıkar. Akıllı olmak, mevcut doneleri kafamızdaki şemalara göre değil olduğu gibi değerlendirmektir. Adalet ise, adil olmaktan, yani dengeli ve ölçülü olmaktan gelir. Adaleti uygulamak demek doğruluğu hâkim kılmaktır.

Bugün Türk Ulusunun % 68’i yasaların herkese eşit, tarafsız ve adil uygulandığına inanmıyor. Yani yurttaşlarımızın ezici çoğunluğu Anayasamızdaki “herkes” tanımlamasının kendisini kapsamadığını düşünüyor. Yargıya güvenmiyor, yargının eşit ve bağımsız olmadığını düşünüyor. Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde bu yıl 180 ülke arasında 154'üncü sırada yer aldı. Ülke olarak Basın ve İfade özgürlüğünde geldiğimiz nokta budur. Sebebi bir tweetten yahut yaptığı bir haberden dolayı 6 aydır haksız yere tutulan gazetecilerdir.

Adalete, hukuka duyulan güvenin sarsılmasının ve azalmasının tek sorumlusu adaleti temsil eden kurum ve kişilerdir. Hukuk ve adaleti iktidarın emrine verenler, onları güçlü olanın hizmet aracı olarak görenler; siyaseti, adaletsizliği ve korkuyu mahkeme salonlarına sokanlar, hukuka ve adalete olan güveni ortadan kaldırmışlardır.

Siyasal iktidarın kin ve öfke seli, mahkeme salonlarında sağduyuyu yok etmiş, vicdanları yaralamıştır.

Böylece adalet duygusu kaybolmuş, yerini güdümlü hukuk, peşin yargı ve siyasal kine bırakmıştır.

Siyasi kinle hareket eden, adalet duygusunu yitiren yargı mensuplarının ülkemize neler yaşattıklarını ve onların neler yaşadıklarını hatırlayalım! İnsanın en önemli özelliğinin akla başvurmak olduğunu söylemiştik, fakat aynı zamanda insanın en akıl almaz özelliklerinden biri de yaşananlardan ders çıkarmaması ve unutmasıdır. Bazı insanlar tarihten ders çıkarmazlar; çekilen ıstırapları yüreklerinde hissetmedikleri için de geçmişin hatalarını tekrar edip dururlar. Tarih hem acımasızdır hem de eninde sonunda adaletin yerini bulmasını sağlar. Ben, adaletin eninde sonunda yerini bulacağından eminim, fakat suçsuz yere beni mahkum ettirmek isteyenler de hakkettikleri cezayı bulacaklardır.

Pascal’ın da dediği gibi; “Haklı olanı güçlü kılamadığımız için güçlü olanı haklı kıldığımız” dönemleri yaşıyoruz yeniden. Ders almıyoruz, çünkü FETÖ kumpas davalarında araçsallaştırılan adaletin nasıl aciz kaldığını, buna karşın adaleti olmayan iktidarın da nasıl zalim olabileceğini gördük. Adaleti olmayan erkin nasıl güdümlü bir yapıya dönüştüğünü ve tüm yargı organlarının nasıl töhmet altında kaldığını gördük. 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesi ve sonrası yapılan FETÖ/PDY operasyonları neticesinde 3908 hâkim ve savcı meslekten atıldı. Bu rakam dahi şu ana kadar anlatmaya çalıştığım durumun özetidir. Artık bundan daha kötüsü olamaz dediğimiz anda daha kötü bir durum ve olayla karşılaşıyoruz.

Akıllanmıyoruz, düşünmüyoruz, ders çıkarmıyoruz. Adil olanın güçlü, güçlü olanın da adil olmadığı sürece biz tekrar tekrar bu durumları yaşayacağız. Dün yargıda örgütlenen FETÖ’den bahsediyorduk. Bugün adaletten, yargının bağımsızlığından, hukukun üstünlüğünden bahsetmemiz gerekirken, oturmuş FETÖ’nün boşalttığı yere METÖ mü geldi, PETÖ mü geldi diye tahminler yürütüyoruz. Yarın daha başka bir yapıdan bahsedeceğiz. Yargı bağımsız, adil ve cesur olmadıkça yargıyı ele geçirmek isteyen siyasi güçlerin desteklediği yapılar ve bu yapıların emir eri olmuş savcı ve hâkimlerden bahsetmeye devam edeceğiz.

Dün, siyaset ve cemaat koalisyonunun hedeflerine ulaşmasının önünde engel olan kurumların, kadroların, yargı bürokrasisinin, askerlerin, aydınların, gazetecilerin, politikacıların tasfiye edilmesini sağlayan FETÖ Kumpas Davaları sürecini yaşadık. Bu sürecin yakın tanığı olan, bizatihi bu kumpaslarda yargılanan, tutuklanan üç gazeteci olarak yine bugün toplumu sindirmeye, muhalefeti susturmaya, korkutmaya yönelik yapıldığını düşündüğüm, ileride de adı “Kumpas 2. Versiyon” davası olarak kayıtlara geçmesi muhtemel bu davada da sanığız ve tutukluyuz.

Amacım mahkemenizi töhmet altında bırakmak değildir. Aksine uyarmaktır. Çünkü FETÖ kumpas davaları döneminde ne yaşadıysak bu dava sürecinde de noktası ve virgülü ile aynısını yaşadık ve yaşıyoruz. Kumpas davaları düzmece belge, sahte delil, gizli tanık, yalan ve iftiraya dayalı zorlama yorum ve varsayımlarla üretilmiş suçlamalardan oluşuyordu. Bugün yargılandığımız bu dava da aynı özellikleri taşıyor.

O günkü davalarda da masumiyet karinesi yok sayılıyordu. Bugün de yok sayılıyor. O gün de tutuklamalardan önce gazetelerde hedef gösterilip linç ediliyorduk bugün de. O gün iddianameler teknelerde, kapalı kapılar ardında hazırlanıyordu ki bu ortaya çıktı.  Bugün de yalılarda hazırlandığı konusunda bir algı var. O gün gazeteler iddianame yazıyor, TV kanallarında yargılama yapıyor, köşe yazarları hüküm veriyordu bugün de böyle bir algı var. O gün de mahkemelerde savcılar, yargıçlar bizi dinlemiyor, dilekçelerimizi okumuyordu bugün de bizleri dinlemiyor ve dilekçelerimiz okunmuyor.  O gün de kararlar kes kopyala yapıştır şeklinde veriliyordu bugün de böyle bir algı var. Yani biz aynı Kumpas davaları sürecini yaşıyoruz.

Sayın Başkan,

Roma devrinden beri hukuk, iddiası olanı ispatla mükellef saymıştır. Hatta iddiasını ispatlayamayan; iftiracı ve haksız davacı alçak bir adam olarak kayda geçer ve alnına iftira anlamını taşıyan “Kalumnia” kelimesinin ilk harfi basılırdı.

Modern hukuk siteminde ise herhangi birine suç isnat edildiğinde, suçu kanıtlamak yargının görevidir. Yargı, elindeki yasal olanaklarla, suçladığı kişiyle ilgili bütün kanıtları ortaya koymalıdır. Ceza yargılamasında suçu kanıtlama sorumluluğu doğrudan doğruya yargıya aittir. Yurttaşa “ sen suçsuz olduğunu kanıtla” diyemezsiniz. Denirse, bu, temel hukuk kurallarına aykırı olduğu gibi altına imza koyduğumuz uluslararası antlaşmalara da ters düşer. Yani müddei, iddiasını ispatlamakla yükümlüdür. Bu davada da hakkımdaki suçlamaların ispat yükümlülüğü iddia makamındadır.

Savcılık makamının mahkemenize sunduğu iddianame de bu yükümlülüğün belgesidir. Ben iddianameyi alıp defalarca okudum ve her seferinde iddianameyi bir kıssa ile özdeşleştirdim.

Bir gün cahil hocanın biri kalabalığa, Hz Yusuf’u “O hangi evliyaydı ki bacıları onu bir göle attı da anası gelip kurtardı” diye sormuş. Bilge bir adam da “Hangi yanlışını düzelteyim birader? Bir kere evliya değil peygamber, bacıları değil erkek kardeşleri, göle değil kuyuya attılar, anası değil kervancılar kurtardı” der.

Maalesef iddianamedeki durum tam da bu kıssadaki gibidir. Hakkımdaki suçlama bütünüyle yanlış, delilsiz, mesnetsiz bir suçlama ve niyettir. Bu nedenden dolayı da ilk celsedeki savunmamda iddianameye “Niyetname” demiştim.

İddianameler, niyet metinleri olmamalıdır. Kıssadaki gibi yanlışlar ve safsatalar üzerine bina edilmemelidir. İddianameler hakikate dayanan, delillerle güçlendirilmiş metinlerdir. Savcılık makamı sanığın lehine olan bilgi ve gerçekleri saklamaz, belgeleri tahrif etmez. Savcılık makamı tarafsız değildir fakat hakkaniyeti ve doğruluğu prensip edinmelidir. Ayrıca yasa gereği sadece aleyhime olan değil, lehime olan delilleri de toplamak zorundadır.

İddia makamı iddianamesinde, bir Cumhuriyetin Savcısı gibi davranmamıştır. Sayın savcının durumu, hastanın durumunu daha da ağırlaştıran sorunlu bir doktorun davranışına benzemektedir.

İlk celsede yaptığım savunmamda; önemli önemsiz hiçbir şeyi saklayıp gizlemeden, değiştirmeden gerçekleri tane tane anlattım, belgeleri de heyetinize sundum.

Savunmamda mesleğimin gazetecilik olduğunu, mesleğimi toplumsal adalet için kullandığımı, birileri gibi gizli ajandalarla hareket etmediğimi, hatta bu mesleği toplumun sesi olmak için seçtiğimi size anlatmaya çalıştım. Benim arkamda herhangi bir güç yoktur. Söz konusu tweeti bana attıran veya attırabilecek kimse de yoktur. O tweeti bana attıran duygu, bu vatana olan sevgimdir.

Özellikle burada kendimi değil gazeteciliği savundum. Her koşulda da savunmaya devam edeceğim. Ben gazeteciyim! Ama bana bugün gazetecilik dışında hangi mesleği yapmak istersin diye sorsalar; herhalde “Bu davanın savcısı” olmak isterim derdim. Bakın savcılık demiyorum. Bugün, burada huzurunuzda yargılandığım “davanın savcısı” olmak istiyorum derdim.

Değerli meslektaşım, cezaevi ve dava arkadaşım Barış Terkoğlu, ilk celsede yaptığı savunmada;  “Bu davanın ille de bir yerinde olacaksam, savcısı değil sanığı olmayı tercih ederim demişti. Bunu da tüm mantık etkisi ve zamanın yaşananlara dair vereceği “olumsuz hükmü” göz önüne alarak söylediğini düşünüyorum.

Ama ben aksi düşüncedeyim. Ben “bu davanın savcısı olmalıyım”. Yapılan yanlışı düzeltmek, adaleti tesis etmek, gazeteciliği ayağa kaldırmak, düzenin değil toplumun menfaati için çabalamak adına bunu yapmalıyım. Bu benim karakterim, bu benim ideolojim, bu benim topluma olan borcumdur.

Ben “Devrimciliğe”, ben “Halkçılığa”, ben “Cumhuriyetçiliğe” inan bir Türk evladı olarak bunu yapmalıyım. Bozulanı düzeltmeli, yıkılanı ayağa kaldırmalı, toplumu ayrıştıran uygulamaları ortadan kaldırmalıyım. Hakkı, “hakkı olana” teslim ederek, adil olarak özgürlükleri getirerek bunu yapmalıyım. Özetle yaşadıklarımızı, tarihe havale etmeden, yaşadıklarımızı başka vatan evlatları yaşamasın diye, ülkenin adliyelerinde bir bozulma varsa bunu düzeltmek için ben “ bu davanın savcısı, hâkimi, katibi, mübaşiri” olmalıyım.

Sayın Başkan, Sayın Heyet,

İlk celsede yaptığım savunmamı hatırlatmak adına; çok kısa kronolojik silsileyi tekrar arz etmek istiyorum.

18 Şubat: Libya’ya giden gemimiz, darbeci Hafter güçleri tarafından vuruldu. Vurulma anına ait videolar, bir generalimiz ve beş askerimizin şehit olduğu iddiaları yerel ve yabancı medyada, sosyal medyada paylaşıldı. Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın konu hakkında açıklama yaptı

19 Şubat: “1993’lüler Derneği” devre arkadaşları O. A.’nın şehit olduğunu ve

törensiz bir şekilde defnedildiğini açıkladı.

19 Şubat: Aynı gün Abdullah Ağar, yüzbinlerce takipçisinin olduğu sosyal medya hesabından büyük harflerle vurgulama yaparak; “vatan kimi zaman bilinen, kimi zaman da BİLİNMEYEN KAHRAMANLARIYLA” yükselir mesajını ve şehidimizin fotoğrafını paylaştı.

19 Şubat: Yine aynı gün şehidimizin defnedildiği yerin muhtarı Cemali Merter, şehidimiz S. C.’nin adı soyadı, baba adı, adresi ve fotoğraflarını sosyal medya hesabından paylaştı. Paylaşımın devamında iki şehidimizin yer aldığı, benim de paylaşımımda kullandığım fotoğrafları doğum ölüm yılları ile birlikte kullandı ve paylaştı.

19 Şubat: Aynı gün içinde şehit O. A için Manisa’da cenaze töreni düzenlendi. Cenazeye milletvekilleri, Belediye Başkanı, kamu kurum ve kuruluşu yöneticileri ve yüzlerce vatandaş katıldı. Cenazeye MİT Teşkilat Başkanı yazılı çelenk gönderdi. Fotoğraflar çekildi, cenazeden canlı yayın yapıldı.

19 Şubat: Devamında “Bize Emanet” adlı site ve sosyal medya hesaplarından şehitlerimizin adı, soyadı ve fotoğrafları yayımlandı.

20-21 Şubat: Milyonlarca takipçisi olan “Bordo Bereliler”, “T.C Türk Özel Kuvvetleri” adlı hesaplardan şehitlerimizin fotoğrafları, adları ve soyadları paylaşıldı. Yüzbinlerce kişi bu paylaşımları beğendi ve paylaştı.

22 Şubat: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir otoyol açılışında; “Libya’da birkaç tane şehidimiz” var açıklamasını yaptı.

22 Şubat: Yine aynı gün on binlerce kişi; “şehitler kim”, “birkaç tane”, “törensiz şehit gömülmesi” gibi başlıklarla tepki ve rahmet içerikli paylaşımlar yaptı.

22 Şubat: Devam eden saatlerde Cumhurbaşkanı açıklamasından sonra Yeniçağ Gazetesi internet haber sitesinde Batuhan Çolak tarafından Libya’daki şehitler haberi paylaşıldı.

22 Şubat: Yeniçağ’da çıkan haber kaynak gösterilerek “SOL” ve “T24” internet sitelerinde şehitler ile ilgili haber yayımlandı.

22 Şubat: Batuhan Çolak, Yeniçağ gazetesindeki haberi kaldırıp, haberi olduğu gibi sosyal medya hesabından paylaştı.

22 Şubatta paylaşımı yapmadan önce yaşanan gelişmelerin özetinin özeti bu şekildedir. Bu gelişmelerden günler ve saatler sonra 23:06’da ben de şehitlerimiz hakkında “ birkaç tane” açıklamasına ve “törensiz gömülmesine” tepki göstererek şehitlerimizin şehadetini yüceltmek amacıyla “Libya’da şehit olan ve birkaç tane şehidimiz var” diyerek geçiştirilen, tören dahi yapılmadan defnedilen “case officer meslek memuru” kahraman şehitlerimizin isimleri S. C. ve O. A.’dır yazılı mesajı paylaştım.

Bir kitabın bir sayfasıyla tüm kitap hakkında yorum yapamazsınız ama sayın iddia makamı caseofficer ifadesiyle öyle bir anlam katmış ki ben caseofficer ile mit demişim

Siz buna inanıyorsunuz ben bir şey diyemem ama buradaki vicdanları siz inandıramazsınız."

12:00 Tutuklu sanıklardan Oda TV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan savunma yaptı.

BARIŞ PEHLİVAN'IN SAVUNMASI

Pehlivan'ın savunması şöyle:

Sayın Başkan, değerli üyeler…

Dün akşam televizyonda Hababam Sınıfı vardı.

Ne acı…

Hababam’ın ünlü yazarı Rıfat Ilgaz, Sınıf kitabının mimli yazarı olarak yan koğuşumdaydı.

Sabah oldu…

Koğuştan çıkınca bir ses duydum. “Benim bu memlekete ihanet etmeme imkân yoktur” diyordu. Sabahattin Ali belli ki savunmasına hazırlanıyordu.

Uzaktan Nâzım Hikmet’i ve Orhan Kemal’i gördüm. Cezaevinin dokuma atölyesine gidiyorlardı.

Kadınlar koğuşunun yanından geçtim. Sevgi Soysal sabah sayımı sonrası avluda şarkı söylüyordu. 

Cezaevi aracına bindim. Bir yayıncı içinde dövülüyordu. Adı İlhan Erdost’tu.

Adalet Sarayı’na giden yolda insanlar öldürülüyordu.

Gördüm, arabasının içinde kurşunlandı Abdi İpekçi.

Meşale elden eleydi ya…

O cinayeti işleyenlerin peşini bırakmayan bir “Sakıncalı Piyade” vardı. “Atatürkçüyüm, öyleyse vurun” derdi. Uğur Mumcu’ydu.

Şehrin içinden geçti cezaevi aracı. Küçücük penceresinden izledim; bu ülkeye sevdalı bir gazeteci yerde yatıyordu. Hrant Dink’ti adı.

Girdik sonunda adliyenin eksi 7’nci katına… Aşağısı spor salonu gibiydi. Oracıkta boynunda fotoğraf makinesiyle bir genç adam vardı, Metin Göktepe idi o.

Yukarı çıkmaya başladık. Davalar görülüyordu salonlarda. Savcıların kendilerinden emin seslerini duydum. Ne var ki, onların bugün söylediklerini, ben yıllar önce Necip Hablemitoğlu’ndan okumuştum.

Sonra koridorda, askerlerin arasında İlhan Selçuk’la karşılaştım. İşkenceyi akrostişle yazmıştı ifadesinde.

Ve şimdi…

Siz de duyuyorsunuzdur; yandaki duruşma salonunda Aziz Nesin darbecilere karşı Aydınlar Dilekçesi’ni savunuyor.

Sayın Heyet…

Hayal mi bu anlattıklarım?

Adını andığım tüm isimlerin bugün mezarda olması, anlattıkları gerçeğin de gömülü olduğu anlamına mı gelir?

Kuşkusuz hayır!

Birgün hepimiz olmayacağız ama onların uğrunda bedel ödedikleri harfler yaşayacak.

O halde…

Onları görerek geldiğim bu davada, hiç sevilmiyor diye de gerçeği aramaktan vaz mı geçeyim?

Farkındayım, benden bunu isteyenler var.

Ama, hayır!

Altında ezilmektense, gerçekleri sırtlamaya devam edeceğim.

Bu yüzden başlıyorum…

Somut gerçeği 5 maddede özetlemeliyim:

1- Şehit cenazesi haberi yayınlayarak suç işlediğim söyleniyor.

Biz…

Libya’ya TSK ve MİT mensuplarının gittiğini, Libya’da şehitlerimiz olduğunu, şehitlerimiz arasında MİT mensuplarının da olduğunu, şehit olmalarının nasıl gerçekleştiğini, şehitlerin açık kimliklerini/ fotoğraflarını/ memleketlerini/ mezarlarının nerede olduğunu, hangi görevlerde ne kadar süre çalıştıklarını ve ailelerinin kimlik bilgilerini…

Sırasıyla…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Muhtar Cemali Merter, onlarca sosyal medya hesabı, Milletvekili Ümit Özdağ ve onlarca haber sitesi ile gazeteden öğrendik.

Özetle; şehit MİT mensubuna dair fotoğraflar ve bilgiler, Odatv’den çok önce açıklandı, yayınlandı ve yayıldı. Yani bizim yayınladığımız haberde şehit MİT mensubuna dair bize özel hiçbir yeni olgu yok.

2- Bu gerçeğe rağmen biz hem şehidin ailesini hem de MİT Kanunu’nu düşünerek ekstra bir hassasiyet gösterdik. Ve daha önce ifşa olmasına rağmen, şehidin soyismini, ailesinin isimleri ile soyisimlerini, cenazenin kaldırıldığı köyün adını yayınlamadık.

3- İddia makamı da bu yadsınamaz gerçeğin farkında olarak, bizi asıl şehit cenazesinden bir kareyle suçladı. Gizli çekilmediği ortaya çıkan, şehidin tabutunun taşınma karesinde MİT mensuplarının da olduğunu iddia ettiler. Ve biz, ilgili bir adet fotoğrafta MİT mensubu olduğu iddiasını ilk kez iddianameden öğrendik.

Yani ifşayı savcılar yaptı. Ki Odatv’nin haberinde; o fotoğrafta kaymakam, siyasi parti temsilcileri ve vatandaşların olduğu yazıyordu. Sözün özü, yazmadığımız hatta ima dahi etmediğimiz bir şeyle suçlanıyoruz

4- Kaldı ki… Savcılar kaleme aldıkları iddianamede, MİT mensubu olduğunu bilmeden yapılan paylaşımları akladı. İddia makamının kendi oluşturduğu bu suçsuzluk karinesini ve kıstasını kullanıp net olarak söyleyebiliriz ki; Odatv’nin yayınladığı tabut taşıma karesinde de bir suç olmadığı tartışmasız bir gerçektir.

5- Nihayetinde basit denklem şu:

Hülya Kılınç ya da şehidimiz Manisalı olmasaydı bu haber yapılmayacaktı. Diğer MİT mensubunun cenaze haberinin Odatv’de olmaması da bunun kanıtı. Bu ayrıca, savcıların iddia ettiğinin aksine bizim MİT mensubu ifşa etmek gibi bir planımız ve kastımız olmadığının da delilidir. Sadece gazetecilik saikıyla hareket ettik.

Sayın Başkan, Değerli Üyeler…

Tüm bunları, yani işlenen bir suçun olmadığını, şüphe bırakmayacak bir şekilde ilk duruşmada ayrıntılarıyla anlattım.

Ancak…

“Kuvvetli suçsuzluk şüphesi” varken aksi yönde karar verdiniz ve tutukluluğuma devam ettirdiniz. 

Hem de nasıl…

İlk duruşmadan önceki tutukluluk incelemesini 4 Haziran’da yapmıştınız. Duruşma da 24 Haziran’da gerçekleşti. Arada 20 gün vardı.

4 Haziran’daki tutukluluğa devam kararında olmayıp, 24 Haziran’daki kararda olan bir gerekçe de mevcuttu: Kaçma ve saklanma girişiminde bulunma ihtimalim!

Şimdi…

Aradaki o 20 gün içinde bir şey olmalıydı…

Ben o sırada, yani 20 gün içinde Silivri Cezaevi’ndeydim. Acaba benim cezaevinden firar girişiminde bulunduğuma dair bir iddia mı ortaya atıldı?

Acaba avludaki kameradan, kaçacağıma dair bir hareket mi görüldü?

Öyle ya…

Yoksa 4 Haziran’da kaçmayacağımı ve saklanmayacağımı düşünüp, neden 24 Haziran’da kişiliğime çok ters bir suçlamayla beni karşı karşıya bırakasınız?

Bir ben olmalı benim de bilmediğim…

Sayın Heyet…

Tutuklanmaya bu adliyeye cezaevi çantamla, kendi ayağımla geldim. Ne kaçması ne saklanması!

Tutukluluğa devam gerekçelerinden biri de tanık beyanı. Adını koyalım; Cemali Merter’in beyanı.

Yani…

Şehidin naaşının ne zaman ve nereden kalkacağını hem şehidin hem de babasının açık adıyla, yetmeyip şehidin fotoğrafıyla ilk kez internette ifşa eden, bunu yaparken herkesi de cenazeye davet eden köy muhtarının beyanı…

Yani…

İddianamenin bize isnat ettiği ve “suç” olduğunu vurguladığı tüm eylemleri ilk gerçekleştiren ama “tanık” olan kişinin beyanı…

Biliyorsunuz; ilk duruşma için buraya bağlandı, dinlendi.

O gün bu salonda olan iddia makamının gözünün önünde, şehidin adını ve soyadını, babasının adını ve soyadını, yaşadıkları köyün adını açık açık bir kez daha tekrarladı.

Bakın lütfen SEGBİS çözümlerinin 64. sayfasına, göreceksiniz.

Yani tanık bize “suç” olarak isnat edileni burada yeniden yaptı, gitti.

Ve iddia makamı “siz ne yapıyorsunuz” bile diyemedi.

Ve ben o dinlendikten sonra, yani MİT mensubunun kimliği, babasının kimliği, ailenin şu an nerede yaşadığı, ben saklarken burada gözümün içine bakarak bir kez daha deşifre edildikten sonra, “tanık beyanı” gerekçesiyle tekrar tecrite gönderildim.

Şimdi soruyorum; nedir bu “tanık beyanı?”

Eğer suçsa dedikleri, ki iddia makamı öyle diyor, tanığın suçunun diyeti bana mı ödetiliyor?

Ben onun yerine mi hapis yatıyorum?

Eğer öyle değilse, yani bu dedikleri suç değilse, ben kesinlikle başka bir şeyden dolayı tutukluyum.

Bunu tanık da biliyor, o müthiş bir özgüvenle konuşuyor, ama bana söylenmiyor.

Sayın heyet…

İlk duruşmada, MİT Kanunu yürürlükteyken son birkaç senede televizyon kanallarında, gazetelerde, internet sitelerinde yapılan bazı haberlerden örnekler göstermiştim.

Ve demiştim ki; onlara bir soruşturma dahi açmayan Türk yargısı, haberinde MİT Kanunu’na uymak için fevkalade hassasiyet gösteren Odatv’ye neden operasyon yaptı?

Dedim de ne oldu?

“Delilleri yok etme ihtimalim” olduğu gerekçesiyle tekrar Silivri’ye gönderildim.

Şimdi… Sanıyordum ki:

Odatv’de yayınlanan ve şu an yayında olmayan ama dava klasörlerinde yer alan bir haber yüzünden tutukluyum!

Yanılmışım!

Öyle olsaydı, “yok edilecek delil var” denir miydi?

Denildi.

Sonra…

Bunu düşünürken hapiste…

Her televizyon kanalında saatlerce canlı yayını yapılan, üzerine özel programlar gerçekleştirilen, gazetelerin manşetlerine taşınan bir açılışa denk geldim.

1,5 ay önceydi.

MİT’in İstanbul’daki yeni hizmet binası törenle açıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kez de, MİT’in Libya’da sağladığı istihbari ve operasyonel desteğin oyun değiştirici role sahip olduğunu söyledi. Ve tüm medyaya onlarca fotoğraf ile görüntü geçildi.

Şimdi…

Gizli yapılmayan, herkesin davet edildiği ve herkesin özgürce katıldığı cenazeden bir karede MİT mensubu olduğu iddia edilen insanların da göründüğünden yola çıkarak “suçtan” bahsediyorsak…

MİT’in yeni binasının açılışından yayınlanan karelerde kaç MİT mensubu vardır acaba?

Eğer ben yargılanabiliyorsam bu iddiayla, tüm bu TV kanallarının, tüm bu gazetelerin, tüm bu haber sitelerinin yöneticilerinin de yargılanması gerekmiyor mu? 

Eğer yayınlanan bir fotoğrafta MİT mensubu olma ihtimali suç değilse, ben kesinlikle başka bir şeyden dolayı tutukluyum.

Hani bazen düşünüyorum da…

Ben bu ülkenin “sallandıracaksın birkaç tanesini, bak bir daha yapıyorlar mı” sözündeki sallandırılanlardan mıyım?

Ama “ibret” almayıp yaptıklarına ve başlarına bir şey gelmediğine göre, ben başka bir şeyden dolayı sallandırılıyorum.

Evet, haklısınız.

Ve bana söylenmeyen o gizemli “suçun” delilini yok edeceğim iddia ediliyor!

11:56 Tutuklu sanıklardan Oda TV muhabiri Hülya Kılınç, savunma yapmaya başladı. Kılınç, savunmasında şunları söyledi:

Mahkemeniz huzurunda vermiş olduğum savunmayı tekrar ediyorum.

Haberi hangi bakış açısıyla okursanız sadece cenaze haberi olduğunu görürsünüz.

Haberde yayınlanan fotoğraflarda mit mensuplarının olduğunu bilmiyordum. Bilmem de mümkün değildir.

Eğer mit mensubu olduğunu bilmeyenler hakkında suç isnadı yapılmıyorsa benim içinde yapılmamalıdır diye düşünüyorum

Şehidin cenazesinde çekilen fotoğraflar gizli çekilmemiştir. Akhisar Belediyesi'nden yemin edilmiştir.

Fotoğrafta sadece cenazeyi taşıyan köylüler görünmektedir.

Eğer cenazenin köylülerin taşıdığını gösteren bu fotoğraflarda mit mensubunu deşifre etmek isteseydim, haberde 'şehidin mesai arkadaşları da cenazeye katıldı' ibaresi yer alırdı

Ben yalnızca gazeteclik yapmak kamuouyunu bilgilendirmek amacıyla haberi hazırladım.

Mahkemenizden tutukluğumun kaldırımasını ve beraatimi taep ediyorum.

Yeniçağ Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ahmet Çelik İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu ve İYİ Parti Kurucular Kurulu Üyesi Vedat Yenerer ile Niğde eski milletvekili ve Yeniçağ yazarı Vedat Bayram tutuklu gazetecilere destek için Çağlayan Adliyesi'ne geldi.

İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu, Çağlayan Adliyesi'nde Yeniçağ'a yaptığı açıklamalarda, Öyle ümid ediyoruz ki, bugün adalet yerini bulacak. Murat Ağırel'i Silivri'den gidip çıkaracağız" dedi.

BARIŞ TERKOĞLU'NUN SAVUNMASI

Barış Terkoğlu'nun savunması şu şekilde:

"Sayın Başkan, Sayın Üyeler;

Biliyorum, hakkımda karar vereceksiniz.

Beni doğrudan ilgilendirse de affedin ama merak etmiyorum. Hatta sonucu yine beni ilgilendirse de önemsemiyorum.

Çünkü seçilmiş sanıklar için yaratılmış böyle davaların bir özelliği var. Daha soruşturma bile açılmadan hakkınızda hüküm veriyorlar. Gözaltına bile alınmadan cezanız kesiliyor. Savcılar iddianame hazırlamak için gösterecekleri çabayı yandaşlarına evrak sızdırmaya harcadıkları için, duruşmaya çıkmadan iddia tüketiliyor. Haberlerin savcı bilgisayarında mı yoksa iddianamelerin bazı gazetelerde mi yazıldığını bilmediğimiz bu davada, özür dilerim ama hüküm anına bir şey bırakmadılar.

Sayın Başkan Sayın Üyeler;

Romantik filmlerde kırda el ele yürüyen sevgililer görürsünüz. Ayaklarına yıllar önce toprak altında kalıp işlevini yitirmiş demiryolu takılır. Unutulmuş o yolda demir ile toprak birbirine geçmiştir. Koyunlar, inekler otlar o yolda... İşte o yolda yürürken bize tren çarptı.

Ne demek istediğimi şöyle anlatayım...

Biz 1984 yılında Dündar Kılıç’ın MİT’te yapılan sorgusunun kayıtlarını gazetelerde okuduk. 1985’te Behçet Cantürk’ün MİT’teki ifadesini medyadan öğrendik.

MİT’in ASALA’ya yaptığı operasyonları bizzat MİT’çiler yıllarca gazeletelere çıkıp anlattı.

1. ve 2. MİT Raporu’ndan Türk Medyası olmasa kimsenin haberi olmayacaktı.  Hatırlayın, Mehmet Eymür 2000’li yıllarda elinde MİT belgeleriyle ABD’ye yerleşti. Orada internet sitesi kurup gürül gürül istihbarat belgeleri yayınladı, okuduk.

2014’te keskinleşen MİT Kanunu milattır diyebilirsiniz…

Öyleyse çok daha yakını var.

Gazeteleri karıştırıyorum, biz tutuklanmadan sadece iki buçuk ay önce, şehit MİT mensubunu katledenlerin davası sonuçlanmış, fotoğrafı ve adıyla haber olmuş.

MİT Başkanı oğlunu evlendirmiş. Oğlu, adıyla ve fotoğrafıyla haber olmuş.

MİT Mensupları adli vakalara karışmış çarşaf çarşaf haber olmuş.

25 Temmuz 2018’de bir MİT mensubunun annesinin cenazesine devlet erkanı katılmış ve MİT Başkanı’nın da katıldığı cenaze fotoğrafı haber olarak yayınlanmış.

Hani şehit yakınlarını konuşuyoruz ya...

Şehit bir MİT’çinin amcası açık ismiyle hükümet medyasında programa katılıp yeğenini anlatmış. MİT, artık hayatta olmayan bir MİT mensubunun kızının anlatımlarıyla belgesel hazırlayıp kendi sayfasında yayımlamış.

Sayın Hakimler, öyle sıradanlaşmış ki...

Ben tutuklandığım gün Hükümet medyası bir MİT mensubuyla, adını ve soyadını vererek röportaj yapmış. MİT mensubu ifşa olmanın ne kadar kötü olduğunu anlatmış. Bunu anlatırken de kendi adı soyadı yayımlanmış.

Uzağa gitmeyeyim…

Suçlandığımız davanın savcıları kısa süre önce 7 Şubat MİT Kumpası’nın iddianamesini yazdı. Orada FETÖ tarafından mağdur edilen MİT mensubunun adını, soyadını, doğum yerini, anne-baba adını, hatta kimlik numarasını yayımladı. Açın bakın o iddianamenin 43 sayfası MİT’le ilgili yazı ve haberlere verilen referanslardan oluşuyor. Bir tanesi hakkında bile MİT Kanunundan soruşturma açılmamış.

Bütün televizyonlar canlı yayındayken MİT binası açılıyor, istihbaratçılar görünüyor, MİT binaları görünüyor. MİT’in yurtdışı operasyonlarını devletin Anadolu Ajansı servis ediyor.

Biz bile 2015 yılında çıkan Mahrem kitabımızda kumpas davalarına giren MİT belgelerine referans vererek FETÖ’yü anlatmışız.

Uzatmayayım…

Sayın Hakimler;

Mecelle’de “kötü misal emsal olmaz” der. Öte yandan “mücrim sayısı çoğalırsa suç ortadan kalkar” da der.

83’ten beri olan, 2014’te altı çizilen MİT Kanunu öyle bir hale gelmiş ki toprak altında kalmış. Görülüyor ki uzun süredir bizi cezalandırmak için kenarda bekleyenler, onu kazıyıp bizim için çıkardı. Yalnız bu davanın sanıklarına uygulanan bir hukuk yarattı.

Sayın Başkan, Sayın Üyeler;

Bir karar vereceksiniz. Ne olduğunu bilmiyorum. Dediğim gibi merak da etmiyorum. Fakat bir beklentim var.

Kararınızda 19 Şubat’tan 3 Mart’taki Odatv haberine kadar binlerce paylaşım, onlarca haber yapıldığı halde neden sadece iki haber, iki mesajın seçilip bu davadaki sekiz kişinin sanık yapıldığının yanıtı olsun.

Kararınızda 19 Şubat’tan 3 Mart’a kadar gerek Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarıyla gerek Meclis’te yapılan basın toplantısıyla, sağır sultanın bile duyduğu Facebook-Twitter paylaşımlarıyla, Afrika medyasında bile haber olacak kadar aleni hale gelen bir bilginin nasıl gizli sayıldığının yanıtı olsun.

Kararınızda yüzlerce insanın katıldığı, protokolün poz verdiği, MİT Başkanı’nın çelenk gönderdiği, milletvekilinin de belediye başkanının da saf tuttuğu bir cenazenin nasıl sır görüldüğünün yanıtı olsun."

"Bu kez hapisteki üç gazeteci arkadaşımızın dışarıdaki sesi olmak için buradayız.
Barış Pehlivan, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç 6 aydır Silivri Cezaevinde tutuklu. Elbette sebebi onların ellerini kollarını bağlamak için bahane edilmiş bir haber.
Bu öyle bir haber ki Cumhurbaşkanı milyonlarca insana açıkladığı halde “devlet sırrı” oldu!
Bu öyle bir haber ki bir köy muhtarından eski silah arkadaşlarına kadar binlerce kişi paylaştığı halde “ilk kez ifşa olmuş” oldu!
Bu öyle bir haber ki MİT Başkanı “Teşkilat Başkanı” diye çelenk gönderdiği halde “fark edilmez” oldu!
Bu öyle bir haber ki yüzlerce insanın eliyle kaldırılan bir cenazeyi anlattığı halde “saklı” oldu!
Bu öyle bir haber ki cenazeye katılan protokolün verdiği poza rağmen “gizli çekim” oldu!
Bu öyle bir haber ki Millet Meclisi’nde bir milletvekili tarafından açıklandığı halde “görünmez” oldu!"

15:40 Murat Ağırel'in avukatı Avukat Celal Ülgen konuşuyor.

Ülgen'in açıklamaları şu şekilde:

"Hem iddianamede hem de esas hakkındaki mütalaada müvekilimizin dezenformasyon yaptığı iddia edilerek sahte 11 sayfalık bir karar çıkardığından bahsediyor sayın iddia makamı.

O tutanak müvekkillerimize teslim edilen meslektaşımıza imzalatılırken 11 sayfa verilmiş ve içinde 3 ayrı karar bulunuyor

1. karar Murat Ağırel'in tutuklanmasına yönelik talebin reddine, iki karar serbest bırakılması, 3. kararda tutuklanmasına ilişkin ifadeler yer alıyor. Sizin takdirinize sunuyorum. İnsaf edin, bugüne kadar sustu cumhuriyet savcısı neden kimsenin bu zamana kadar ifadesini almadı. Cumhuriyet savcıları da yargı etiği kurallarına tabiidir. Yargı etiğine tabii olanların böyle esas hakkındaki mütalaaya yanlış bilgileri alması doğru değildir.

İşfa öncesi sır görüşme diye iktidara yakın basın organlarında hbaer yapıldı. Bu bilgileri takvim gazetesine, sabah gazetesine a haber kim servis etti. Sizden beklediğim şey şu sayın abşkan. Bu konuda suç duyurusu yapmanız. Murat Ağırel bir hukukçu gibi avukatların alışkın olduğu bir ispat yöntemini kullanarak bütün olaylar hakkında bilgilendirdi.

Esas hakkındaki mütalaada savcı her sanık için bir ilk bulmalıyım demiş. bu fotoğrafların içerisinde mit tarafından bunlar da bizim MİT mensubumuzdur diye şikayet geldi mi yok. İddia makamının metni olduğu gibi alınmış esas hakkındaki mütalaa olarak verilmiş."

Gündem Haberleri