Yollara, hasrete türkü vurmayı ben babamdan öğrendim. Ben senden türkülerle uzaklaştım. Türkülerle aradım seni, tıpkı türkülerle bulduğum gibi… Bir zaman, yine senin şehrinden türkülerle kovuldum. "Bulduğum" dediğime bakma, bulduğumu sandığım, zira ne o adda o gülüş, ne o bedenin içinde o ruh kalmış. Tıpkı bekleyen Serdengeçti bir yüreğin dediği gibi:
"Göreceğim bir boş kafes
Ceset kalmış çıkmış nefes
Nerde o can nerde o ses"
(Osman Yüksel Serdengeçti)
Çocukluğum!
Ben de sende, seni bulacağımı beklerken anladım, seni çoktan kaybettiğimi. Biliyor musun? Daha o gün Sakarya caddesinde, dokuz numaralı masada fark etmiştim, sana senden geriye bir şeyin kalmadığını. Ama bir umut, tekeden süt sağdırmak mı denir? Bilemem ama Mesihliğe soyunduğumu orada anladım. Oysa ben kim, ölüleri diriltmek kim? Ne zaman şu türküyü dinlesem aklıma hep şehrinden sürüldüğüm o sıcak o can yakıcı günler gelir. Hani sana geldiğim gibi gittiğim günler:
"Geldi isem gitmek zor değil bana
İşte gidiyorum kal güle güle
Ne yaptıysam yaranmadım ben sana
Kendin oyna kendin çal güle güle"
Sonrası mı sonrası sevenleri ilgilendiriyor. O sana hitap etmiyor. Zira sevilen olmak yetmiş sana. Bu sevda şımartmış seni. Seven olmak, o senin kaldıracağın bir iş değil, ilk ve son durağım. Sonrası seni ilgilendirmez lakin sonu tam senlik:
"Gulfaniyim eksik dilek dilemem
Ağlattın vefasız gayrı gülemem
Helal et hakkını belki dönemem
Ellerin köyünde kal güle güle"
Sen hakkını helal etme. Etme zira edilecek bir hakkın yok. Etme zira kâinatta gabya dair bildiğim en büyük ve apaçık gerçek budur. Sen bana helal ya da haram edecek hakkın bile olmadığı, olamadığı ve olmayacağıdır. Zira bu kadar olsun bir hukukumuz olmadı.
Haydi, kariyerinle, içinde kalan neyse o içindeki takıldıklarınla…
Kal güle güle…
Benim hakkıma gelince, o, kadir kıymet bilenlerin ruhuna çocukluğumun baş göz sadakasıdır.