Açıkçası bu yazıyı kaleme aldığım günden bir gün öncesi, yine kitap tanıtımı yazmayı planlıyordum yazık ki her vatansever gibi atmosferime düşen şehit beş şehit haberi ile uyandım güne. Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim sevgili okur. En kutsal olanı yaşamaktır. Yaşamdır. Ama bir de daha kutsal olana adanmışlar vardır. Yaşatmak için yaşamak… Üstelik sonunda kahrolası ve kahredici ölüm olmasına rağmen.
Şair "kahramanlar can verir yurdu yaşatmak için…" derken sınırları olan toprak parçasını değil, o toprağa doğan gül yüzlü çocukları, yaşamın vurgununu yüzünde haritalamış, canım yaşlıları, al topuklu ay yüzlü kızları, yüzü bozkır yanığı oğulları yaşatmaktan bahseder. Bir mecazı mürselle yapar. Bunun bir benzerini şu mısralarda bulursunuz:
"Vatan sağ oldukça bil ki ben sağım
Ahmet şehit, Ali şehit ,ben şehit." (R. Kurban)
Şehit, sadece yaşatmak adına bir ölümün yahut ölme şeklinin adı mıdır? Elbette değil. Şehit beklenen ruhtur. Yenilenme ve cepheyi terk etmeme adına cepheyi terk etmeme ruhu, yurtseverlik duygusunun şahlanışı, milli bağımsızlık ve birey hürriyeti için bütün kutsalları içinde saklı özgürlük ruhudur. Nazım bunu Kuva-yı Milliye'de ne güzel anlatır:
şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
mezardan çıkmanın vaktidir!
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
Sakarya'da, İnönü'nde, Afyon'dakiler
Dumlupınar'dakiler de elbet
ve de Aydın'da, Antep'te vurulup düşenler,
siz toprak altında ulu köklerimizsiniz
yatarsınız al kanlar içinde.
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
siz toprak altında derin uykudayken
düşmanı çağırdılar,
satıldık, uyanın!
Biz toprak üstünde derin uykulardayız,
kalkıp uyandırın bizi!
uyandırın bizi!
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
mezardan çıkmanın vaktidir!
1959