Ukrayna'daki savaş hali nedeniyle Romanya başkenti Bükreş'te oynanan maç tam başlayacakken, hepimiz şaşırdık kaldık.
Niye mi?
İstiklal Marşımız'ı stat hoparlörlerinden duyunca, UEFA'nın kulüp turnuvalarında böyle bir uygulama olmadığını hatırladık. Hatta, bizim ligimizdeki her maç öncesinde milli marşımızı okuma adetini, bir dönem stat hoparlörlerinden "Sakın ha yapmayın. UEFA'dan ceza gelir" diye uyararak yasağın duyurulmasını hatırladık.
Sonra, biraz düşününce, bu uygulamanın "Sırf Ukrayna milli marşını okutmak ve böylece Ukrayna'ya Rusya ile savaşında destek amaçlı" olduğunu anlamamız çok sürmedi.
E o zaman şunu sormak lazım.
Hani spor alanlarında, statlarda siyasi gösteri ve eylemlere izin vermiyordu FİFA ve UEFA?
Yani, bizim (herhangi bir takımımızın) taraftarımız da yarın bir başka Avrupa maçında "milli duyguları kabarıp" da İstiklal Marşımız'ı söylerse, UEFA ne diyebilir?
Geçiniz.
Maçın ilk 10 dakikasında, Ukrayna ekibi Dinamo Kiev'in bunaltıcı baskısını ve Beşiktaş'ı adeta 2'nci bölgeye bile çıkarmamasını görünce, dün gece Galatasaray'ın Molde karşısında yaşadığı sıkıntıları gördüğümüzde yaptığımız "Level" uyarısını hatırladık. Hani şu "turlar ilerledikçe artık dandik takımlarla karşılaşmayacağımızı, ismi görece az duyulmuş olsalarda daha sıkı ve dişli takımların bizi beklediğini" yazmıştık ya. Üstelik Dinamo Kiev, on yıllardır Avrupa Kupaları'nda (Sovyetler Birliği döneminden beri) o toprakların en iyi ekiplerinden biridir.
Beşiktaş, eski hocası (Yüzüncü Yıl şampiyonluğunu getiren) Mircea Lucescu'nun (bence fevkalade dersini iyi çalışmış şekilde) gözlem ve taktikleri nedeniyle, ilk 10 - 12 dakika deyim yerindeyse "ecel terleri" döktü.
Bu dakikalarda Beşiktaşlıların isimlerini sadece kale atışlarında ve faullerde duyar olduk.
Volosyn Vanat ve Karavayev'den söz ediyordu maçı anlatan meslektaşlarımız. Ve neredeyse sürekli "dua eder" bir tavırla anlattılar maçı ilk 15 dakikada.
Hani, insanın böyle durumlarda "Mert, Salih ve Onur'un babaannelerinin duaları ya da Aboubakar ve Masuaku'nun kabile büyücülerinin tütsüleriyle" mi korunduğumuzu düşünesi geliyor.
Zaten, geçen yıldan beri "baskı altında olağanüstü bocalayan" bir takım hüviyetinde olmasıyla eleştirdiğimiz Beşiktaş, sonunda bu baskıyı 20'nci dakikaya doğru biraz aştı. O dakikada Aboubakar'ın kendi alıp götürdüğü ve sağ tarafta Onur'a verdiği, onun da içeri Abou'ya geri verdiği topa kaleci müdahale etti. Salih Uçan tamamlamaya çalıştı ama dışarı çıktı.
Beşiktaş bu pozisyonla bir anlamda o "büyüyü" bozarak dengeyi kurmuştu. Orta alanda Amir ve Gedson ile Salih'in atak olması, geride Colley ve Amartey ikilisinin ilk başlardaki bunaltıcı baskıyı aşmış olmanın güveni ile sakin toplar çıkarmaları, dengeyi iyice yerine oturttu.
Nitekim 36'da Aboubakar'ın bir kafa şutu da isabetli olmadı ama, en azından moral üstünlüğünü de ele geçirdi Beşiktaşımız.
Ve 38'de Muleka'nın attığı şutun defansta elle karşılanması sonucu kazanılan penaltıyı Aboubakar gole çevirdi. Beşiktaş'ın golcüsünün, en son lig maçında penaltı kaçırdığını hatırlayınca biraz endişelenmedik değil. Ama ustaca bir vuruşla kaleciyi ters köşeye yatırıp öyle yaptı golü: 1-0
İlk yarıda önce durdurup sonra vurup üstün duruma geçtikten sonra Kiev'in bir iki cılız atağını da karşılayıp soyunma odasına öyle gitti Beşiktaş.
İlk yarıda sakatlanan ama küçük bir tedavi ile devam edebilen Masuaku'nun yerine yeni transfer Zeynidunov'u sol beke alarak başladı ikinci yarıya, Şenol Hoca...
Bu devrede yine baskı ile başlayan Kiev ekibi golü, soldan gelen ortaya Zeynudinov'un tereddütü ile çok rahat vuran Karavayev'in şutu ile geldi. Ama ofsayt gerekçesiyle sayılmadı. VAR bu sefer "sınır ötesinde" olsa da Beşiktaş'ın lehine çalıştı. Hayret!
Beşiktaş derin bir nefes aldı.
Hatta "deriiiiiiin" bir nefes aldı diyebiliriz.
Oyuna ortak olduğunu gösteren taze ataklarla Kiev kalesinde daha fazla görünmeye başlayan Beşiktaş 60'ncı dakikada golü kalesinde gördü.
Sağ taraftan Karavayev'in çok rahat ortaladığı topa, göbekten vuran Shaparenko, bütün Beşiktaş defansının bakışları arasında golü yapıverdi. 1-1
Sağdan yapılan ortada yine Zeynudinov'un tereddütü vardı. İlkinde ofsayt bayrağı ile yırtmıştık ama bu sefer affetmediler.
Ama Beşiktaş'ın yanıtı gecikmedi. 63'te sağdan gelen nefis ortaya, Colley'in Pendikspor maçında 2 kez yaptığı gibi geriden koşarak attığı harika kafa şutu, durumu 2-1 yaptı.
Bu gollerde hep Beşiktaş'ın eski emektarları Pepe'yi ve Vida'yı hatırlıyoruz.
Kiev de adeta anında (Dakika 66) karşılık verdi bu gole. Soldan hızlı geldiler ve Buyalsky'nin ortasına Dinamo Kiev'li Voloshiyn çok rahat kafa vurdu. 2-2
Kenarda Lucescu, oyuncularına , "Demedim mi size? Hızlı çıkın, kolay avlarız bu Beşiktaş'ı" gibilerden bağırıyordu.
Beşiktaş'ın hocası ise geçen sezondan beri çare bulamadığı bu kronik zaafı ne zaman giderecek? Hala merak ediyoruz. Özellikle sol kanattan gelen rakibe "lokum gibi" pozisyonlar vererek gelmeyi sürdürüyordu Kiev takımı. Öyle anlaşılıyor ki, zaman zaman eleştirdiğimiz Masuaku yine de iyi tutuyormuş sol kanadı.
Şenol Hoca maça Muleka ve Onur'un yerine, Umut Meraş ve Rashica'yı alarak bir hamle denedi golden sonra. Hani, sahada Umut'u görünce "Umut, gerçekten Umut mu?" demeden edemedik.
77'de Gedson Fernandes'in tek başına kapıp, götürüp karşı karşıya yaptığı isabetsiz vuruş, umutlarımızı yine köreltmekten başka bir şeye yaramadı.
81'nci dakikada ceza sahası önünde yayın hemen içinde kazanılan frikik vuruşunu Kiev'li Shaparenko üstten auta yolladı. Yine "deriiiiiin" bir nefes aldık.
Yine gelsin, dualar büyüler, muskalar...
Diyeceksiniz ki, "Neler yazıyorsun böyle kardeşim? Maç yazısı bu..."
Ama, bu maç başka türlü anlatılmaz ki?
Gerçekten de oyunun haricinde başka faktörler vardı Beşiktaş kalesini koruyan.
İstanbul'a dönüşte teknik direktörün yapacağı çok fazla hesap ve revizyon olmalı.
85'nci dakikada, yine yeni transferlerden Alex Chamberlain girdi oyuna. Salih Uçan'ın yerine.
88'de bu kez iyice yorulan Aboubakar'ın yerine uzun süredir forma giymemiş olan Cenk Tosun'u gördük sahada. "Acaba?" dedik... Bir patlama yapar mıydı bu hırsla?
Durum 2-2 giderken, Beşiktaş'ın bu haline bakınca, "Çıkmadık candan umut kesilmez" demekten başka bir şey yoktu zaten.
Ve umudun meyvesi, 90+5'te geldi.
Sağdan belki de kendi vurabileceği bir topu güzelce çekip, geriden gelen Zeynudinov'a çıkaran Rashica'nın asisti, yeni takım arkadaşına "İlk golü" kaydını yaptırıyor ve Beşiktaş'ı 3-2 öne geçiriyordu.
İyice rahatlayan Beşiktaş, böylesi sıkıntılı bir geceden istediğini sonunda alıyordu.
Ama...
Aması da var..
Dedik ya... Hem dün gece yazdık hem de bugün...
Artık Avrupa maçlarında bu aşamada "level farkı" iyice görülüyor.
İstanbul'da bu rakibi saha ve seyirci avantajı ile yenip eleyebilirsek, bence büyük bir başarı sayılmalı.
Ama yapılacak çok iş, "çalışılacak çok ders" var.
Her maç böyle "Dua ve büyü ile" geçmez.
Üzgünüm Şenol Hoca...
"Nefes ve dua" da bir yere kadar...