İYİ Parti lideri Meral Akşener, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, "Bugünlerde bir şeyler oluyor" diyerek Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'ın Mısır'a ilişkin "Bölgesel barış için yeni bir sayfa açılabilir" açıklamalarına işaret etti.
Akşener, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'a, "Sayın Erdoğan bu konuları bakan ve sözcüne açtırarak nabız mı yokluyorsun, Rabia'yı öksüz mü bırakıyorsun? Tarih tekerrür mü ediyor? Rabia'yı bu kez de Sisi'nin sofrasında mı bırakıyorsun?" diye seslendi.
Akşener, son günlerde bir kesimin “İyi Parti, PKK ile iş birliği yapıyor” şeklinde iddiaları gündeme getirdiğini belirterek Erdoğan'a yönelik olarak, “Akıllarınca yolumuzu şaşırtacaklar. Sen o yollardan gelirken ben dönüyordum. Şimdiye kadar önümüze çıkardığın her engeli aştık. Her tuzağı bozduk. Bundan da bileğimizin gücü, alnımızın akıyla çıkarız” dedi.
Akşener'in açıklamaları şu şekilde;
İktidarı, bulduğumuz her fırsatta, her mecradan defalarca uyardık.
Dedik ki;
“Devlet yönetiyorsunuz.
Devleti yönetmek, ülkemizin ve milletimizin çıkarlarını gözetmeyi,
ona göre hareket etmeyi gerektirir.
Özellikle uluslararası ilişkilerde, şahsi dostluklarınızı değil,
devletler arası ilişkiyi esas alın.”
Dedik ki;
“Devlet Başkanları ile dostluk elbette önemlidir.
Ama iki ülke arasındaki ilişki, liyakatli diplomatlarla, devlet esaslı yürütülmelidir.”
Peki dinlediler mi?
Hayır.
Sayın Erdoğan ne yaptı?
Tüm dış politikamızı, şahsi kankalıklarına endeksledi.
Suriye ile ilişkiler bu zeminde yürüdü.
Rusya’yla, ABD’yle, hatta bir dönem Almanya ve İtalya’yla ilişkiler,
hep aynı kafayla yürütüldü.
Mısırla olan ilişkilerimiz de, aynı zihniyetin kurbanı oldu.
Mursi’ye “kankam” dedi, Sisi’ye tavır aldı, büyükelçi çekti,
iş dünyamızın, milyar dolarlık ticareti ve yatırımları, heba olup gitti.
Doğu Akdeniz meselesindeki kilit rolü hesaba katılmadan,
Mursi ile olan arkadaşlık her şeyin önüne geçti.
Ve gelinen noktada, birçok Müslüman ülke gibi, Mısır da,
Doğu Akdeniz meselesinde, Yunanistan’dan yana saf tuttu.
Kala kala elimizde ne kaldı?
Dört parmakla yapılan Rabia işareti kaldı.
Ama bugünlerde bir şeyler oluyor:
Savunma Bakanı çıktı,
"Mısır’la tarihi ve kültürel birçok ortak değerimiz var,
önümüzdeki günlerde farklı gelişmeler olabilir." dedi.
Ardından, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü çıktı,
“Mısır ve diğer Körfez ülkeleriyle, bölgesel barış ve istikrar için yeni bir sayfa açılabilir.” dedi.
Şimdi ben de, doğal olarak soruyorum;
Sayın Erdoğan;
Bu konuları Bakan ve Sözcü’ne açtırarak, nabız mı yokluyorsun?
Hayırdır Sayın Erdoğan;
Rabia’yı öksüz mü bırakıyorsun?
Mısır’la bu inatlaşma olmasaydı,
Doğu Akdeniz konusunda, emin olun, elimiz daha da güçlü olabilirdi.
Bundan 5 yıl önce, aynen şöyle demiştim;
“Rabia'yı, Esma’yı, Suud ve Katar’ın para sofralarında bırakılıp geldiler.”
Yoksa tarih, tekerrür mü ediyor?
Rabia’yı bu kez de, Sisi’nin sofrasında mı bırakıyorsun, Sayın Erdoğan?
Sayın Erdoğan;
Böyle devlet yönetilmez.
Kişisel ilişkilerinin ve kaprislerinin bedelini bu millete ödetemezsin.
Zikzaklarının bedelini, Türkiye’ye ödetemezsin.
Madem bu noktaya gelecektiniz, Türkiye’ye bunca kaybı niye yaşattınız?
Hem diplomatik alanda, hem askeri alanda, hem de ticari anlamda, bunun hesabını kim verecek?
Öyle “yeni sayfa açıyorum.” diye, işin içinden sıyrılamazsın.
Önce, bu başarısızlığın sorumluluğunu alacaksın.
Önce çıkıp, milletimizden özür dileyeceksin.
Ancak ondan sonra, şayet milletimizin menfaatineyse, yeni sayfa açabilirsin.
Değerli dava arkadaşlarım;
Biliyorsunuz, biz iktidar ortakları gibi, koltukları değil, ayakkabılarımızı eskitiyoruz.
Her hafta, ilçe ilçe, köy köy, milletimize gidiyoruz, dertlerini dinliyoruz.
Ekonominin halini hep birlikte yaşıyor, milletimizin sıkıntılarını görüp çözümler hazırlıyoruz.
Bu kürsüden her hafta, milletimizin gür sesini,
millete sırtını dönmüş saray şürekasına duyuruyoruz.
Geçen hafta Eskişehir’deydim.
Sivrihisar’da bir eczacı kardeşim, önümüze veresiye defterini koydu.
Alacak toplamı 50 bin lirayı buluyor.
Çay Ocağı’ndaki kardeşim;
“İşler durdu, ne yapacağımızı bilemiyoruz.
Günde 500 çay satardım, 200’ü bulamıyoruz.” diyor.
Bir başka esnaf kardeşim diyor ki;
“Ödeyemediğimiz için borçlarımız ertelendi.
Şimdi üzerine faiz bindirdiler, ödeyin diyorlar.”
İşe bakar mısınız?
Faizsiz halini ödeyemiyor diye ertelemişsin,
şimdi üzerine faiz bindirip, daha fazla öde diyorsun.
Bunun adına da esnafa destek diyorsun…
Allah akıl fikir versin.
Alpu’da hayvancılıkla uğraşan bir kardeşim;
“Sulama Birlikleri bizi haraca bağladı.
Daha önce koyun başına 1-2 lira alırken;
kayyum geldikten sonra, geçen sene 15 lira aldılar.
Çiftçi için de aynı.
100 dönüm yer ekiyorsa 5 bin lira, 1000 dönüm ekiyorsa 50 bin lira alıyor.”
Bildiğin, “Sorma ver parası.”” diyor.
“Çiftçi ürettiğinin parasını 5 ay, 6 ay sonra alıyor.
Ama, iş bilmezlerin idaresindeki TEDAŞ, çiftçiye 1 ayda fatura kesiyor.
15 günde ödemeyenin de elektriği kesiliyor.” diyor.
Böyle idarecilik olmaz.
Böyle hizmet olmaz.
Bunun adı zulümdür.
Sayın Erdoğan;
Bir karar ver.
Çiftçimizin üretmesini mi istiyorsun, tükenmesini mi?
Yabancı ülkelerin çiftçileri kalkınsın, zengin olsun diye uğraşan,
ithalat sevdalısı Tarım Bakan’ının tarıma verdiği tahribat ortada.
Onu da “Affetmenin” zamanı artık gelmedi mi?
Ne dersin?
Dava arkadaşlarım;
Hukuk ve demokraside çıta ne kadar yükselirse, ekonomi de o kadar yükselir.
İktidar ise maalesef bu gerçeği bir türlü görmedi, göremiyor.
Ama son dönemde, batı ile ilişkilerini düzene sokmak için bazı adımları, atarmış gibi yapıyorlar.
Hukukta reformdan, yeni anayasadan, insan hakları ile ilgili adımlardan bahsediyorlar.
Bahsediyorlar ama, icraata gelince her zamanki gibi ortalıkta yoklar.
Sonra ne oluyor?
İşin doğasının aksine, Türk Lirası değerleneceğine, döviz yükseliyor.
Bu ne demek biliyor musunuz?
Vatandaş da, piyasayalar da, artık bu iktidara güvenmiyor demek.
Çünkü artık herkes biliyor ki,
Sayın Erdoğan ve ortakları hiçbir adımı, millet için, memleket için atmıyor.
Her adımda, siyasi bir hesapları var.
Her adımda bir koltuk kaygısı, her sözde bir hamaset var.
O yüzden kimseye güven vermiyorlar.
O yüzden, ne içeride, ne de dışarıda kredileri kalmadı.
Bu iktidarın artık Türkiye’ye ve milletimize verecek bir şeyi kalmadı.
Aziz milletim;
İktidar, “ABD ve AB alışverişte görsün” mantığıyla,
her gün kürsülerden yepyeni reformlar, ultra inovatif eylem planları,
dahiyane ekonomik programlar açıklayadursun;
Aslında akılları fikirleri hala “Beşi Biyerdenin” keyfinde, menfaatinde.
Hala, “mahşerin 5 müteahhidinin” kasasına ne aktarabilirler, onun hesabındalar.
Geçtiğimiz hafta, Meclis’e bir yasa tasarısı getirdiler.
Köprüden, geçenin de, geçmeyenin de,
Havaalanından, uçanın da, uçmayanın da,
Hastanede, yatanın da, yatmayanın da para ödediği,
Meşhur, hazine garantili KÖİ projelerini biliyorsunuz.
Ağalara, bu işlerdeki garanti yetmemiş olacak,
Şimdi de, yurtdışından alacakları kredilere de hazine garantisi vermek istiyorlar.
Bugüne kadar, birçok şirketin 127 milyar lira borcunu üstlenmek zorunda kalan hazineye,
50 milyar liralık yeni bir yük daha bindirecekler.
83 milyon vatandaşıma, 53 milyar lira,
5 saray müteahhidine 177 milyar lira…
Utanma, sıkılma var mı?
Elbette yok.
Buradan bir kez daha ilan ediyorum:
Türkiye’nin imkanları var, kaynakları var.
Eksik olan, adil bir yönetim, ahlaklı bir iktidar.
İktidara geldiğimizde, milletin hazinesini yağmalayan, bu bezirgan saltanatına son vereceğiz.
Milletin parasının efendisi, milletin ta kendisi olacak.
Milletimiz, devletine güvenecek, yanında hissedecek.
“Vatandaşın cebinden ne alırım?” diye değil,
“Milletimin cebine ne koyarım?” diye düşündüğünü bilecek.
Aziz milletim, değerli milletvekilleri;
Bu iktidar, ülkesine de, milletine de, milletinin değerlerine de yabancılaştı.
Aylardır soruyoruz;
“Doğu Türkistan’daki Çin zulmüne, ne zaman ses çıkaracaksın?” diyoruz.
“Hira Dağı kadar Müslümanım.” diyen, gökyüzüne bakıp ıslık çalıyor.
“Tanrı Dağı kadar Türküm.” diyen de, masanın altına saklanıyor.
Mısırlı Rabia’dan slogan üretenler,
aynı parmakları Çin’e sallamaya korkuyorlar.
Hafta sonu, Doğu Türkistan’daki camilerden gelen görüntüleri izlemeyeniniz yoktur.
Görüntülerde insanlar yiyip, içip eğleniyorlar, dans ediyorlar.
Çin yönetimi, Kaşgar’daki camilerimizi, ibadethaneleri,
turizm tesisi olarak değerlendirme kararı aldı.
Birçok mescit ve camii, kafe ve restoran’a dönüştürüldü.
Sayın Erdoğan ve medyasının, “Dolmabahçe Camii’nde içki içtiler” fantezisi,
dost gördükleri Çin’de gerçek oldu.
Sayın Erdoğan;
Camiler bizim kutsalımızdır.
Kutsal değerler, senin siyasi pozisyonuna göre unutacağımız, veya hatırlayacağımız şeyler değildir.
Yarınki Mehmet Akif Ersoy anmasına davet etmeyi biliyorsun,
Ama, İstiklal Şairimiz ne yazmış diye merak edip de, iki satır okumamışsın.
Bak Akif ne diyor;
“Ruhumun senden ilahi, şudur ancak emeli,
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.”
Çin’de kardeşlerimiz eziliyor Sayın Erdoğan!
Mabedimize, namahrem eli uzanıyor.
Ne zaman iki çift laf edeceksin?
Ne zaman, bir avuç doların hesabını, elinin tersiyle itip,
“Mabedimin göğsüne uzanan eli sıkmam” diyeceksin?
Haydi küçük ortak, Perinçek’in elinde esir, onu anladık.
Koltuk uğruna, Türklük Davası’ndan caymış, onu da anladık.
Peki bu eziklik, bu boynu büküklük,
5000 yıllık Türk Devleti’nin Cumhurbaşkanına yakışıyor mu?
Hiç mi utanmıyorsun?
Hiç mi sıkılmıyorsun?
Yazıklar olsun.
Dava arkadaşlarım;
Bunlarda ne utanma kalmış, ne de sıkılma kalmış…
Biliyorsunuz son dönemde yeni bir alışkanlıkları var:
Neymiş, İYİ Parti pkk ile iş birliği yapıyormuş…
Kendine oy vermeyen vatandaşına, terörist deyip, bela okuyacak kadar,
şirazesinden çıkan bu zihniyetin, bize de terörist demesini elbette yadırgamıyoruz.
Bunların da zihniyeti böyle işte, ne yapalım…
Son dönemde, hızla büyüdüğümüzü, milletimizin İYİ Parti’ye ilgisini gördükleri için,
akıllarınca yalanla, iftirayla yolumuzu şaşırtacaklar.
Sayın Erdoğan;
Sen o yollardan gelirken, ben dönüyordum.
Şimdiye kadar, önümüze çıkardığın her engeli aştık, her yalanı yendik, her tuzağı bozduk.
Bundan da evelallah bileğimizin gücü, alnımızın akıyla çıkarız.
Nitekim, kurban olduğum Yüce Allah;
yalanın, yalancının, kötünün yanına kar bırakmıyor işte…
Bilin bakalım ne oldu?...
Papa, geçtiğimiz hafta Irak’ın kuzeyine bir ziyarette bulundu.
Barzani yönetimi de, Papa’nın ziyareti anısına bir pul bastırdı.
Ne var pulda?
Papa’nın başının üzerinde bir harita.
Nerenin haritası bu?
Sözüm ona Kürdistan haritası.
Peki nereler var bu haritada?
Irak’ın kuzeyinin dışında, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’nun bir bölümü.
Hani yerel seçimlerde, Sayın Erdoğan vatandaşa,
“İşte Kürdistan orada, Irak’ta, beğenmiyorsan defol git.” diyordu ya…
Anlıyoruz ki, Sayın Erdoğan’ın bir başka kankası Barzani’ye göre, Kürdistan orada değilmiş.
Sayın Erdoğan’ın, Diyarbakır’da, başından konfeti temizlediği Barzani’ye göre;
Doğu ve Güneydoğu Anadolu da aslında Kürdistan’mış.
Cumhuriyet’in başkentinde, şerefine, göndere Kürdistan bayrağı çektikleri Barzani’ye göre;
Misak-ı Milli’nin yarısı da aslında Kürdistan’mış.
Şimdi, bu arkadaşlara göre terörist olan bizler, bu durumdan rahatsız olurken,
doğal olarak, bu arkadaşların çok büyük tepki vermeleri gerekir, değil mi?
Peki siz, Sayın Erdoğan’dan, bir tepki duydunuz mu?
Peki siz, küçük ortaktan, şöyle okkalı bir twitter tabelası gördünüz mü?
Hayır.
İşte size, iktidarın zikzaklarla dolu hazin hikayesi.
Siyasette zikzak, dış politikada zikzak, ekonomide zikzak, terörle mücadelede zikzak…
Sayın Erdoğan;
Bu kafayla gidersen daha çok konfeti temizlersin.
Küçük ortağın da artık o pulla, İmralı’daki arkadaşına mektup göndersin.
Değerli milletvekilleri;
İki gün önce 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ydü.
Her sene olduğu gibi, kadınlar olarak bu sene de,
sözüm meclisten dışarı ama, yine erkeklerin hamasi nutuklarını dinledik.
Kadını insan yerine koymayanların, aslında ne kadar kadınsever olduklarını dinledik.
Dost meclislerinde kadına karşı, her türlü ahlaksızlığı yapanların,
aslında düpedüz feminist olduklarını dinledik.
İşyerlerinde, ofislerinde, kadına karşı her türlü mobingin uygulandığı,
kariyer yapmak isteyen kadınların önüne, her türlü engelin koyulduğu şirketlerin,
aslında ne kadar eşitlikçi olduğunu dinledik.
Nitekim tüm bunları, geçen sene de dinlemiştik.
Ama son bir yılda, 304 kadının öldürüldüğü,
her gün karakollarına yüzlerce şiddet şikayeti yapılan Türkiye’de,
görüyoruz ki, maalesef değişen bir şey yok.
Kadınlar Günü yaklaşırken;
Samsun’da bir anne, evladının gözü önünde şiddet gördü.
Daha onun şokunu atlatamadan,
Ankara’da Reyhan Korkmaz, kocası tarafından katledildi.
Hemen ardından, Aydın’da, 92 yaşındaki Hanım Nine’yi cinayete kurban verdik.
Sayın Erdoğan;
Diyorsun ki;
"Tek bir kadının dahi, şiddet mağduru olmadığı güne kavuşana kadar,
bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz."
Madem öyle, o zaman, altına imza koyduğun sözleşmeyi uygulayacak,
şiddet mağduru kadınları koruyacak önlemleri alacaksın.
Samsun’daki cani, tam 9 defa şikayet edilmiş, parmağını oynatan olmamış.
Bu kadın, dokuz kez yardım istemiş, sen kılını bile kıpırdatmamışsın.
Bu mu senin mücadelen?
İktidarın boyunca, kadına yönelik şiddet de, kadın cinayetleri de artarak sürdü, sustun.
Bakanların, utanmadan,
“Kadına yönelik şiddet, algıda seçicilik.” dediler, sustun.
Milletvekilin, sıkılmadan,
“Kadın cinayetleri abartılıyor. Bu ülkede kadınların 12 katı erkek öldürüyor.” dedi, sustun.
Dava arkadaşım dediğin, sözüm ona adamlar,
tacizlerde, tecavüzlerde, hatta cinayetlerde bile, ahlaksızca “Haklı sebep” aradılar, yine sustun.
Bu mu senin mücadelen?
Ortağım dediklerin, daha bir hafta önce, şehitlerimizin olduğu o acı günde,
benim için sosyal medyada hakaret kampanyası başlattılar, çıkıp da iki laf edemedin.
Bu mu senin mücadelen?
Altında, Türkiye Cumhuriyeti’nin de imzası olan İstanbul Sözleşmesi,
kadını yaşatmak için atılan önemli bir adımdı.
Zihniyeti batasıca bir grup, onu da paçavra etme yarışına girdi, görmezden geldin.
Bu mu senin mücadelen?
Sayın Erdoğan;
Kadına yönelik şiddetle;
Objektiflerin karşısına geçip, "Kadına şiddet abartılıyor." diyerek mi mücadele edeceksin?
Ekonomideki zorlukları inkar ettiğin gibi, kadına yönelik şiddeti de, inkar ederek mi önleyeceksin?
Vatandaşı aslında zengin olduğuna,
işsizlerimizi de, aslında iş beğenmediklerine ikna ettiğin gibi,
kadına yönelik şiddeti de, kadınları aslında dövülmediklerine, tacize, tecavüze uğramadıklarına,
hatta, aslında başlarına gelenleri, hak ettiklerine ikna ederek mi bitireceksin?
Sana ters bir laf eden için, bütün savcıları harekete geçiriyorsun.
Failleri 2 saat içinde buluyorsun.
Ama kadınlara karşı en ağır, en haysiyetsiz saldırılarda, ortada yoksun.
Böyle mi mücadele edeceksin?
Şunu aklına iyice yerleştir;
Kadına hakaret etmek, cinsiyetçi paylaşımlar yapmak, kadına yönelik şiddetin provasıdır.
Önce bunları durduracaksın.
Kadına kim el kaldırırsa, kim dil uzatırsa, ayırt etmeden kaya gibi karşılarında duracaksın.
Bu milleti ayırmadan, aileni koruduğun gibi koruyacaksın.
Yani işini yapacaksın.
Sen yapmazsan, sandık geldiğinde kadınlar gerekeni yapar,
Biz geliriz, biz yaparız.
Hak ettikleri gibi, mutlu ve huzurlu bir Türkiye’yi kadınlara sunarız.
Değerli dava arkadaşlarım,
Her hafta olduğu gibi, bu hafta da Milletin Kürsüsü’nde,
sözü, gerçek sahibine, milletimize bırakacağız.
Milletin sesinden korkan Meclis televizyonu ve TRT, yayını kesmeye hazırsa başlıyoruz.
Bu hafta, Eşik Platformu’ndan, Avukat İDİL YALÇINER ŞİMŞEK aramızda.
Kadının sorunlarını, kadınların yaşadıklarını kendisinden dinleyeceğiz.
Buyur İdil kardeşim, söz de kürsü de senindir.
Aziz milletim, değerli kadınlar;
Kadının gülüşüne,
Güvenliğine,
Kıyafetine, inancına,
Bedeni ve hayatı üzerindeki hakkına, hukukuna,
Çalışma hayatında yaşadığı eşitsizliğe,
Velhasıl, aldığı nefese bile karışmayı kendine hak gören bu nobran zihniyet,
bu yıl da bize, kadınların ne kadar kıymetli olduğunu anlatıp durdu…
Ne var ki;
“Kadınlarımız bizim için kıymetlidir.” deyip, kadınların dertlerini görmezden gelmek,
“Kadın konusu siyaset üstüdür.” deyip, hamasetten başka bir şey yapmamak,
ne kadınlara, ne de kadınların sorunlarının çözümüne, katkı sağlamaz.
Bunu yıllarca gördük, maalesef hala görmeye devam ediyoruz.
O nedenle biz, hamaseti değil, düşünmeyi,
Kadınların sorunlarına, çözüm üretmeyi tercih ediyoruz.
Çünkü biz, kadınların sorunlarını, siyaset üstü görmüyoruz.
Bizim için Kadın Meselesi, toplumsal bir mesele olduğu kadar,
aynı zamanda bir demokratikleşme meselesidir.
Dolayısıyla, siyasi bir meseledir.
Siyasi meseleleri, kadınlarla el ele vererek çözecek kurum da, doğal olarak siyasetin ta kendisidir.
Bizim için siyaset, millet için yapılır.
Milletin derdini çözmek, memleketi mutlu ve huzurlu yarınlara taşımak için yapılır.
İşte o nedenle, bizim için,
kadına yönelik şiddet başta olmak üzere, kadınların yaşadığı tüm sorunlar,
siyasetin altında, üstünde, kenarında değil, siyasetin tam merkezindedir.
İşte o nedenle biz, sadece 8 Mart’ta değil, her gün,
nankörlerin hışmından kurtulamayan kadınlarımızın, şartları ve haklarında neredeyiz,
şiddeti ve cinayetleri nasıl durdurabiliriz,
bunları düşünüyoruz.
Erkeklerde yüzde 39.3 iken,
kadınlarda sadece yüzde 19.3 olan, istihdam oranını nasıl artırırız,
ona kafa yoruyoruz.
İşsiz kalan 1 buçuk milyon kadınımızı,
yeniden, işe ve aşa nasıl kavuştururuz,
bunun çarelerini arıyoruz.
Aziz milletim;
Siz atılan nutuklara, yapılan hamasi konuşmalara bakmayın.
Kadın hakları ve kadın istihdamı konusunda,
Türkiye, maalesef, bu nutukların çok ama çok gerisinde.
Dünya Ekonomik Forumu’nun, 2017 yılında hazırladığı,
Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’ne göre,
Türkiye, 145 ülke içinde, 131’inci sırada yer alıyor.
“Ekonomik katılım ve fırsat eşitliği” göstergesine bakıldığında ise,
Türkiye 144 ülke içinde, 128. sırada.
Gerçekten utanç verici…
Türkiye’de işgücüne, erkek nüfusunun yüzde 74,9’u katılabilirken,
kadın nüfusunun yalnızca yüzde 34,8’i katılabiliyor.
Bu oran İtalya’da yüzde 41,1,
İspanya’da yüzde 53,
Güney Afrika’da yüzde 48,4,
Yunanistan’da bile yüzde 44,3.
Daha bitmedi.
Ülkemizde, işgücü içerisindeki her 3 Kadından Yalnızca 1’i çalışıyor.
Türkiye’de, her 4 kadından, sadece 1’i istihdam edilebiliyor.
Bizde kadınların istihdama katılım oranı, yüzde 29,5 iken,
AB ülkelerinde bu oran, yüzde 48,7.
Dava arkadaşlarım;
Kalkınmada kadın ve erkek, bir kuşun iki kanadı gibidir.
Kuş nasıl tek kanatla uçamaz ise, Türk ekonomisi de kadını geri bırakarak uçamaz.
Peki bu gerçek karşısında aklı olan ne yapar?
Kadın istihdamını arttırmak, kadınları ekonomiye daha fazla katabilmek için,
elindeki tüm imkanları seferber eder değil mi?
Peki sizce, bizdeki ekonomi guruları bunu yapıyor mu?
Hayır.
AB ülkelerinde kadın işsizliği oranı yüzde 7,1.
OECD ülkelerinde, yüzde 5,4.
Türkiye’de ise, yüzde 15,2.
Yani OECD’nin 3, AB ortalamasının 2 katı.
15-24 yaş arası genç kadınların istihdam oranı, sadece yüzde 19,3.
Yani ülkemizde, her 10 genç kadından, yalnızca ikisi çalışabiliyor.
Haftalık 45 saatten fazla çalıştırılan kadın sayısı her yıl artarken,
kayıt dışı çalışma oranı da artıyor.
2 milyon 932 bin kadın, haftalık 45 saatten fazla çalışırken,
1 milyon 9 bin kadın kayıt dışı çalışıyor.
Aile işçisi 10 kadından 9’u,
Kendi hesabına çalışan, her 10 kadından 7’si,
Maaşlı veya yevmiyeli çalışan, her 10 kadından 2’si, kayıt dışı çalıştırılıyor.
Bu durum, kadınların çalışma hayatında, daha güvencesiz olmalarının yanı sıra,
en temel sağlık, emeklilik gibi haklardan da mahrum kalmalarına neden oluyor.
Türkiye’de erkekler, kadınlardan en az yüzde 8 daha fazla kazanıyor.
Bu ayrım, lise mezunu mezunu kadın ve erkekler arasında yüzde 14,
meslek lisesi mezunları arasında ise yüzde 30’a ulaşmış.
İşte size Ak Parti’nin ekonomi vizyonunda kadına ayrılan yer.
İşte size Ak Parti iktidarının kadınlara verdiği değer.
Dava arkadaşlarım;
Kırsaldaki tabloysa, daha da ağır.
Sosyal ve geleneksel yapıların, bütün yükünü çeken kadınlarımız,
hırpalanıp, baskılara maruz kaldığı gibi;
tarımsal üretim ile ev hizmetleri arasında sıkıştırılmış durumda.
Oysa;
Köy kırsalında tarımsal üretimi,
ve akrabalık da dahil olmak üzere, sosyal ilişkileri düzenleyen,
yani sosyal dengeyi sağlayan, kadınlardır.
Aile işletmelerinde satışı, pazarlamayı yapan ve yöneten kadınlardır.
Daha üretken olan, üretime karşılıksız katılan da yine onlardır.
Özetle, kırsal alanda hâkim güç erkekmiş gibi görünse de,
görünmeyen gerçek kahramanlar, aslında kadınlardır.
İşte tam olarak bu nedenle,
Avrupa Birliği’ndeki çiftçilerin yüzde 30,2’si,
yani 3,2 milyonu, kadın çiftçilerden oluşur.
Biz bu sayıyı bilmiyoruz bile.
Sonra çıkıp, “Köy kırsalındaki göçü durduracağız; tersine göç yaratacağız.” diyorlar.
Hatta, beceriksizlikte gerçek bir ekol olan,
kerameti kendinden menkul Tarım Bakanı,
“mühendisleri, veteriner hekimleri köye döndürdük.” diye tweet atıyor.
Allah akıl fikir versin.
Hâlâ çiftçi ne demek, mühendis ne demek öğrenemediler.
Köy kırsalından göçün ana aktörü kadındır.
Kadın giderse, aile gider.
Kadın giderse, tarımsal üretim gider.
Araziler, ahırlar boş kalır.
Kadın giderse, geri dönmez.
Aziz milletim;
Bu cehalet iktidardayken, ne kadınların derdi biter, ne de ekonomi düzelir.
Bu şuursuzluk sürdükçe, ne tarım yola girer, ne de çiftçimizin yüzü güler.
Peki biz ne yapacağız?
Bizim hedefimiz belli;
Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nde, 141. sırada bulunan ülkemizi, ilk 50’ye sokacağız.
Kamu’da idareci ve yönetici pozisyonlarında pozitif ayrımcılık yapacağız.
Kadınlara güvenceli ve sürekli istihdam sağlayacak politikalar planlayıp, hayata geçireceğiz.
Kayıt dışı istihdam ve uzun çalışma sürelerine karşı,
denetim mekanizmaları geliştirip, caydırıcı önlemler alacağız.
Kadınla erkek arasındaki, cinsiyete dayalı ücret farkını ortadan kaldıracağız.
“Eşit işe, eşit ücreti” takip edeceğiz.
Başta işyerleri olmak üzere, hayatın her alanında,
kadına yönelik taciz ve şiddete karşı önlemler alacağız.
Ayrıca;
Bu cahillerin aksine, bizim için tarımsal üretim ve kırsal kalkınma bir bütündür.
Tarımdan kopuş, bizim için aynı zamanda kentsel bir sorundur.
İşte bu nedenle, tarımda kadın istihdamına özel önem vereceğiz.
Öncelikle, tarımda çalışan kadınlarımızın ve gençlerimizin,
Genel Sağlık Sigortası, Bağkur ve SGK borçlarının tasfiyesini sağlayacağız.
Prim ödemelerine kolaylık sağlayıp; devlet katkısı tutarını artıracağız.
Tarımda çalışan kadınlarımızın, hamilelik ve doğum sonrası dönemini,
sigortalılık süresine dahil edeceğiz.
Devlet Destekli Tarım Sigortaları kapsamına,
“Tarımsal Kaza ve Risk Sigortası’nı” ilave edeceğiz.
Kent kırsalındaki kadınlarımız için, “Kültür ve Pazarlama Merkezleri” kuracağız.
Bu merkezler üzerinden, köy kırsalı kadınlarının, kent kırsalı ile bağlantılarını geliştirecek,
sosyal ve kültürel gelişimlerine katkı sağlayacağız.
Kırsal alan öğrencilerinin, “Tarım Meslek Liseleri’ne” girişleri için,
kontenjan açıp ve ek puan vereceğiz.
İstanbul Sözleşmesi’nin ana çerçevesine, en çok ihtiyaç duyan kesim oldukları için,
kırsal alan kadınlarımızla ilgili, yaptırım ve tavsiyeleri,
özel olarak takip edip, haklarına sahip çıkacağız.
Aziz milletim;
Türkiye’nin çözülemeyecek derdi yok.
Bize güvenin.
Vizyonumuz geniş, hayallerimiz büyük.
Kadrolarımız, planlarımız, projelerimiz hazır.
Milletine yabancılaşmış bu iktidarın, ve onun ucube sisteminin açtığı yaraları, kısa sürede saracağız.
Bu dar günde, milletine üç kuruşu çok gören,
milletin kaynaklarını, müteahhitlerine yediren bu zihniyeti değiştireceğiz.
İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le,
Türkiye’nin sorunlarını, teker teker aşacağız.
İnsan haklarını, hukuku ve demokrasiyi,
Amerika’da başkan değişti diye değil,
AB istiyor diye değil,
aziz milletimiz hak ediyor diye koruyup geliştireceğiz.
Hangi partiye oy verirse versin,
hiçbir vatandaşım, hiçbir partinin marabası değildir.
Bu gerçeği, sağdaki, soldaki, yukarıdaki, aşağıdaki herkesin aklına kazıyacağız.
Milletimizi, içine itildiği bu sarmaldan mutlaka kurtaracağız.
Güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye’yi milletçe el ele, omuz omuza inşa edeceğiz.
Dava arkadaşlarım;
Bu sırada, elbette bazılarının düzenini bozacağız.
Bu sırada, elbette milleti sömürenlerin tekerine, çomak sokacağız.
Bu sırada, elbette fırsatçıları karşımıza alacağız.
Varsın, olsun.
Sabahı akşamına, secdesi selamına uymayanlar, istediğini yapsın;
Biz, milletimizle buluşmaya devam edeceğiz.
Yalanı, dolanı kendilerine yol edenler, istediğini söylesin;
Biz, millet yolundan dönmeyeceğiz.
Onlar, koltuklarında küçüledursun;
Biz, gönüllerde büyümeye devam edeceğiz.
Gönül ister ki;
Milletin dertlerini dinlemekte yarışalım.
Projelerimizle, çözümlerimizle yarışalım.
Vizyonumuzla, fikirlerimizle yarışalım.
Kafka’nın dediği gibi;
Gönül ister ki, beyinlerimizle yarışalım.
Ama görüyoruz ki;
bu beyler, maalesef silahsızlar…
Türkiye’nin iyi ve cesur evlatları;
Allah gayretimizi görüyor, milletimiz takdir ediyor.
Saray duvarlarının ardında değil, kendi yanında olduğumuzu bildiği için;
Millet Bizi Çağırıyor!
Yarın Urfa’da, Cuma günü de Mardin’de olacağız.
Milletimizle buluşup dertlerini dinleyeceğiz.
Milletimizin sesi olmaya, sorunlarına çözüm üretmeye durmadan devam edeceğiz.
Millet yolunda yılmadan çalışacağız.
Ve inanın, çalıştıkça daha da büyüyeceğiz.
Biz büyüdükçe milletimiz kazanacak, Türkiye kazanacak.
Memlekete yeniden güneş doğacak,
Türkiye İYİ Olacak!
Bu kutlu yolda, Allah yar ve yardımcımız olsun.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.