Milliyetçilik ve Ernest Gellner

Esad Kıraç yazdı…

Millet Kavramının Kronolojisi…

Elie Kedourie, Batı’da “nation” olarak tanımlanan topluluğun, aileden büyük, aşiretten küçük ve doğuştan birtakım benzerliklere sahip bir insan kümesini ifade ettiğini belirtmektedir.

Louis Snyder ve Body C. Shafer'ın belirttiğine göre millet (nation) kelimesi bir isim olarak İngilizce ve Fransızca'da ilk kez On Dördüncü yüzyılda kullanılmaya başlamıştır. Fakat birçok uzmanın iddiasına göre o dönemdeki kullanılışı itibarıyla bu kavram siyasal bir anlam taşımıyordu. Batı Avrupa dillerinin kelime dağarcığına "millet" ve "milliyetçilik"in doğrudan siyasal anlam ifade eden kavramlar olarak girmesi On sekizinci yüzyılın sonları ve On dokuzuncu yüzyılın başlarına tekabül etmektedir.

Terminolojik Kaos

Walker Connor’a göre milletlerin ve milliyetçiliklerin tartışılmasında “terminolojik kaos” vardır, bu terminolojik kaos çözümlenmedikçe, kavramların idrak edilmesini beklemek doğru değildir.

Örneğin, milliyetçilikler birleştirici, dağıtıcı, saldırgan ve modern başlıklar altında Louis Snyder tarafından kategorileştirilmiştir.

Carlton Hayes ise milliyetçilikleri hümanist, geleneksel, jakoben, liberal, birleştirici ve iktisadi milliyetçilikler olarak gruplandırmaktadır.

John Plamenatz’a göre ise iki tür milliyetçilik vardır: Batı tipi ve Doğu tipi milliyetçilik. Sık sık politik şekillere bürünmekle birlikte milliyetçilik J. Plamenatz’a göre kültürel bir olgudur.

E. Gellner’ın Milliyetçilik Anlayışı

E. Gellner’ı diğer ulusçuluk teorisyenlerinden ayıran en önemli özelliği, ulusçuluğu endüstrileşme üzerinden okumasıdır. Bu minvalde E. Gellner’a göre ulusların ve ulusçuluğun oluşumundaki etkiler sanayi devrimi sonrasını içermektedir. E. Gellner, ulusçuluğun tarımsal ve dinî topluluktan endüstriyel topluma bir geçiş olduğunu iddia etmektedir. 1964’te yayımlanan ve bir dizi makaleden oluşan “Thought and Change” kitabının ulusçuluk kısmındaki fikirlerini “Uluslar ve Ulusçuluk” adlı kitapta genişleten E. Gellner, kitabında ulusçuluğu şu şekilde tanımlamıştır: “Ulusçuluk temelde siyasal birim ile ulusal birimin çakışmalarını öngören siyasal bir ilkedir”. E. Gellner, bir duygu veya akım olarak ulusçuluğun en iyi bu şekilde tanımlanabileceğini düşünür. Ulusçu duygunun kaynağını ise bu ilkelere bağlılık ölçüsündeki yansımalardan değerlendirir. E. J. Hobsbawm da E. Gellner’ın tanımladığı gibi milliyetçilik terimini politik birim ile milli birimin uyumluluğunu öngören bir ilke olarak görmektedir.

E. Gellner, yer küredeki birçok etnik grubun potansiyel ulus addedilebileceğini, ancak etnik gruplardan bütünün ulus olamayacağını iddia etmektedir. Çünkü E. Gellner’a göre her ulusun bağımsız ve özerk siyasal birim kurabilmesi olanak dışıdır. Bu noktada alt kültürlerin ya da unsurların ulus-devletlerini kurma gayeleri bir problematiktir. Ulusçuluğun bugünlere değin birincil zaaflardan bir tanesi bu gerçekliktir.

E. Gellner’ın ulusçuluk tanımındaki iki öğesinden bir tanesi olan siyasal birim yani devlet, kültür birliğinin ve türdeşliğin oluşumundaki kaynaktır. Ulusçuluğun devlet ve ulus üzerinden geçinebilir olduğunu savunmaktadır ve Max Weber’in “Devlet, toplumda meşru şiddetin tekelini elinde bulunduran aygıttır” görüşünü, merkezileşme bağlamında okumaktadır. Devlet, E. Gellner’a göre ancak iş bölümünün olduğu toplumlarda varlığını sürdürebilir. İnsanlık tarım öncesi, tarım ve sanayileşme dönemlerinden geçmiştir. Avcı ve toplayıcı topluluklar, devleti oluşturan siyasal işbölümleri için oldukça küçüktürler.

1- “İki insan ancak ve ancak aynı kültürü paylaşıyorlarsa aynı ulustan sayılırlar. Kültür burada bir düşünceler, işaretler ve çağrışımlar, davranış ve iletişim biçimleri sistemi anlamına gelmektedir.”

2- “İki insan ancak ve ancak birbirlerini aynı ulusun üyeleri olarak tanıyorlarsa aynı ulusa mensup demektirler. Bir başka deyişle ulusları insanlar yaratı; uluslar insanların kendi inanç, sadakat ve dayanışmalarının ürünüdür. Bir grup insan, diyelim ki, bir ülkenin sakinleri veya belli bir dili konuşan insanlar, ancak aynı gruba mensup olmalarından dolayı birbirlerine karşı bazı ortak hak ve görevleri olduğunu kesinlikle kabul ettikleri takdirde bir ulus olabilirler. Onları ulus yapan birbirlerini aynı grubun üyeleri olarak tanımış olmalarıdır, yoksa kendilerini grubun dışında kalan üyelerden ayıran herhangi bazı ortak özellikler değil”

Ulusçu duygu ise “ya bu ilkenin çiğnenmesinin yarattığı kızgınlıktan ya da onun gerçekleşmesinden duyulan tatminden kaynaklanır”. Gellner’in ulusçuluk tanımında yer alan “siyasal birim” devlete, “ulusal birim” ise ulusa işaret etmektedir. Bu sebeple, Gellner’in bu kavramlara yüklediği anlamlara da değinmekte yarar var.

Gellner “Ulusçuluk, ulusla devletin birbirinin nasibi olduğunu, biri olmadan diğerinin eksik kalacağını ve bunun da bir trajedi olduğunu savunur” der ve ekler, “devlet kesinlikle ulusun yardımı olmadan ortaya çıkmıştır.”

Eleştirisi

Gellner’in tüm milliyetçi gelişmeleri zorunlu olarak endüstrileşme ile bir tutması kuramının temel açığıdır. Birbirinden farklı tarihsel tecrübelere ve toplumsal yapılara sahip olan toplulukları bir ve eş tutarak açıklamalar yapmak derin bir yanılgıdır. İnsanlık tarihini tarım toplumu ve sanayi toplumu gibi tasniflere tabi tutarak incelemek yaygın bir yöntem olsa da, tek bir tarım toplumundan ve tek bir sanayi toplumundan bahsedilemeyeceği aşikârdır. Toplumların milliyetçilik tecrübelerine ilişkin açıklamalar, o toplumların kendilerine has özelliklerinden hareketle yapılmalıdır.

Yazarlar Haberleri