Müjdat Gezen'i arayan AKP'li isimler telefonda neler anlattı

Cumhurbaşkanı Erdoğan'a "Haddini bil" dediği için hakkında 4 yıl 8 ay ceza istenen Müjdat Gezen Ayşe Arman'a çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Geçmiş olsun! Hepimiz çok üzüldük. Mahkemeye gittiniz. Şu an durum ne?

-Valla, 4 sene 8 ayda ısrarcı oldular. O yüzden duruşma, 1 Mart’a ertelendi. Metin ve ben gitmeyeceğiz, avukatlarımız gidecek. Bakalım n’olacak. Ya beraat kararı çıkacak ya da bize, hapis cezası uygulayacaklar. Beklemedeyiz, bir bilgimiz yok şu anda.

“EĞER, ‘HADDİNİ BİL’ DEMEK SUÇ OLSA, CUMHURBAŞKANI SÖYLEMEZ"

Bir emsal dava var mı?

-Var aslında. İzmir’in Torbalı Belediye Başkanı da “Haddini bil” demiş ve savcı beraat kararı aldırmış, yargıç da beraat vermiş.

Cumhurbaşkanı’na mı demiş?

-Evet. Ben zaten mahkemede dedim ki, “Eğer, ‘haddini bil’ demek suç olsa, bir hakaret olsa, Cumhurbaşkanı söylemez. O herkese ‘haddini bil’ diyor!”

O DA ÇIKTI, “SANATÇI MÜSVEDDELERİ BUNLAR! BEDELİNİ ÖDEYECEKLER!” DEDİ

Olayı geriye saralım… Neydi sizin Cumhurbaşkanı’na, “Haddini bil” demenizin sebebi…

-Cumhurbaşkanı’nın bazı şeyleri hangi sıfatla söylediğine şaşırıyoruz. Bir siyasi parti toplantısında, bir siyasi partinin genel başkanı olarak dedi ki, “Bize oy çıkmayan yerler var İstanbul’da, Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy… Orada yaşayanların, Türkiye batsa, kılları kıpırdamaz!” Ben de Uğur Dündar’ın Arena programında dedim ki, “Sen, benim vatanseverliğimi yargılayamazsın! Ben, Kadıköy’de oturan bir vatandaşım. Ve bu memleket batsa, benim kılım kıpırdamayacak, öyle mi? Bunun yargısını sen veremezsin. Kimsenin böyle bir hakkı yok. Sen, herkese parmak sallayıp ‘haddini bil’ diyorsun, asıl sen haddini bil!” dedim. Bu kadar. O da çıktı, “Sanatçı müsveddeleri bunlar!” dedi ve ekledi, “Bedelini ödeyecekler!” Yani emir verdi.

ERTESİ GÜN, EVE POLİSLER GELDİ

Sonra n’oldu?

-Ertesi gün, eve polisler geldi, savcılığa çağrıldık. Sonra da mahkemeye çıktık. Aradan 2 sene geçti. “4 yıl 8 ay”la dava açıldı. Ellerinden geleni ardına koymasınlar ama ben, değil Cumhurbaşkanı’na, hiç kimseye, benim hayatımdan 4 sene 8 ayı çalma hakkını vermiyorum. Çünkü suç işlemedim.

“Haddini bil”, hakaret mi sizce?

-Değil tabii! Neresi hakaret? Zaten Türkçe sözlük de götürdüm mahkemeye. Hem de Kemal Demiray’ın ilkokul- ortaokul- lise ve üniversitede kitap olarak gösterilen sözlülüğünü. “Haddini bil”, “Sınırlarını, yeteneklerinin kapsamını bilmekle ilgilidir” diyor. Bir kere daha söylüyorum: Haddini bil demek suç olsa, kendisi söylemez. Cumhurbaşkanı, herkese ‘haddini bil’ diyor, suç olsa, müebbet hapis yatması lazım!

KORKUTMAK ÇOK TEHLİKELİ BİR ŞEYDİR KORKUTAN ADINA

Dava açılınca şaşırdınız mı? Korktunuz mu?

-Artık bu sistemden gelen hiçbir şeye şaşırmaz olduk. ‘Korku’ya gelince, korku duvarını aşıyor bir süre sonra insan. Ne olur en fazla? En fazla ne yapabilirler? Bizi öldürecek değiller ya! Okulumu yaktılar, baktım ertesi gün, bütün çocuklar toplanmış protesto ediyor. “Durun ya!” dedim, “Ben zaten orayı yeniden yaptırmayı düşünüyordum!” Eskimişti gerçekten. 6 gün içinde yapıldı, mis gibi oldu. “Korkutmak nedir ya? Gün gelir, korkutanı da korkutur sonra. Korkutmak çok tehlikeli bir şeydir, korkutan adına.

SEVMİYORLAR MUHALEFETİ, MUHALİFLERİ… 

Size de Metin Akpınar’a da açılan davalar, muhalif olduğunuz için mi?

-E herhalde sevmiyorlar muhalefeti, muhalifleri! Ama demokrasi, öyle bir şey değil ki… Bana bir gün Sevinç İnönü telefon etti, “Müjdat’cım” dedi, “Erdal Bey’in aleyhine çizilmiş karikatürlerden sergi açıyoruz, Leyla ile gelir misiniz?” Gittik. Olay budur. Ben İsmet İnönü’den itibaren ne kadar siyasetçi sayarsanız sayın, hepsinin yüzlerine karşı taklitlerini yaptım, hiçbir şey olmadı. Bu, demokrasiyi hazmetmekle ilgili bir durumdur.

AKP’Lİ OLDUĞUNU BİLDİĞİM KİŞİLERDEN DE TELEFON MESAJLARI ALIYORUM

Verilmek istenen mesaj nedir? Muhalefet etme, otur oturduğun yerde mi?

-Evet tabii. Herkese Yılmaz Özdil’e, Uğur Dündar’a, Sözcü Gazetesi’ne, Halk TV’ye bir baskı var ama yürümez böyle…

Ama ortada muhalefet edebilecek, pek bir medya bırakmadılar…

-Yaralar, sağlam pansumanla onarılan şeylerdir. Ama şunu da söyleyeyim, ben AKP’li olduğunu bildiğim kişilerden de mesajlar alıyorum. Onlar da, “Haddini bil” sözcüğü için, 5 sene hapis cezasını normal karşılamıyor.

SEVGİSİZ YÖNETİLEN TOPLUMLARIN YÖNETİMLERİ BATMAYA MAHKUM

Fikrini beyan ederek muhalefet edenlerde kategoriler söz konusu, bir kısım tamamen aforoz edilmiş durumda…

-Aynı şeyi bize de yapmak istiyorlar. Ama onun 25 milyon oyu varsa, bizim de 50 milyon seyircimiz var! Yani deniyor bir türlü olmuyor. Biraz evvel, kendi kanallarından birinde, “Gırgıriye” filmi oynadı. Biz, insanları eğlendirmişiz, güldürmüşüz, taze moraller sunmuşuz. Bu ülkedeki küçümsenen sınıfları yüceltmişiz, insanlara sevgiyle yaklaşmışız. Bu sevginin önüne geçmeye çalışırlarsa, bunu başaramazlar. Diyeceksin ki, “18 senedir başarıyorlar!” Ama 200 sene olmaz mesela bu. Çünkü tarihe baktığımızda da görüyoruz ki, sevgisiz yönetilen toplumların yönetimleri batmaya mahkum.

SANATÇIYA “SANAT YAPMA!” GAZETECİYE, “O YAZILARI YAZMA!” DİYEMEZSİN

Bu ülkede muhalefet etmek artık çok büyük bir cesareti mi gerektiriyor?

-O kadar da değil! Sanatın zaten kendisi muhalif. Resim desen öyle, heykel de. Mizah da muhaliftir. Sanatın bütün dalları hemen hemen öyledir. Onun için, “Sanatçıya sanat yapma, gazeteciye o yazıları yazma…” diyemezsin. Böyle bir ülke olmaz!” Tek tip sökmez. Tek tip üniforma da bitmiştir dünyada değil mi? Bunların en katısı Çin’di, onlar bile tek tip yapmıyorlar artık hiçbir şeyi.

BU ASLINDA ŞU DEMEK: “BEN METİN AKPINAR’A VE MÜJDAT GEZEN’E BİLE BUNLARI YAPABİLİYORUM

Sizce, sizin davanızın ne? Göz dağı vererek o muhalefeti susturmaya çalışmak mı?

-Evet. ‘’Ha bak, Ben Metin Akpınar’ı, Müjdat Gezen’i bile mahkeme mahkeme süründürüyorum. Onun için ayağınızı denk alın!” demek. Ama bundan bir şey çıkmaz! Sadece oy potansiyellerinde düşmeye neden olur. Bizi, mahkemeden sonra İstanbul seçimlerinin gizli kahramanı olarak gösterdiler. Neden? Çünkü halk, çok tepki gösterdi. “Bu adamlar, bizi yıllarca güldü eğlendirdi. E sen bunları, mahkeme mahkeme gezdiriyorsun, eziyet ediyorsun. Yurt dışına çıkamazsın, karakola git, imza ver filan deyip süründürmeye çalışıyorsun!” Ve onlara ceza kesti. 13 bin farka itiraz ettiler, 806 bin farkla İmamoğlu kazandı!

YAŞLIYIM AMA İHTİYAR DEĞİLİM

Savunma olarak sizin için “yaşlı” ve “hasta” diyorlar, bozuluyor musunuz?

-Valla, yaşlı ve hasta olduğumu söyleyenler doğruyu söylüyorlar. Yaşlıyım ve hastayım (bel fıtığım var) ama ihtiyar değilim!

ANNEM, “OĞLUM, BEN SANA YAŞLANMA DEMİYORUM, İHTİYARLAMA DİYORUM!” DERDİ

Güzel bir ayrımmış…

-(Gülüyor) Annem bana derdi ki, “Sakın ihtiyarlama!” “Ya anne, nasıl olsa bir gün hepimiz yaşlanacağız!” derdim. “Oğlum, ben sana yaşlanma demiyorum, ihtiyarlama diyorum!” derdi. Bel fıtığı hastalıktır. Teşhisi koyanlar doğru söylüyorlar. Arada yürümekte zorluk da çekiyorum. Ama hem mahkemeye gidecek kadar hem de doğru cevaplar verecek kadar sağlığım yerinde!

ÇİN’DEN BİLE ARIYORLAR, “HOCAM YAPABİLECEĞİMİZ BİR ŞEY VAR MI?” DİYE

Bugüne kadar pek çok genç insan yetiştirdiniz. Sizin gibi, bu ülkenin “milli değeri” haline gelmiş bir sanatçıya, bu yapılan reva mı?

-Valla, benim yerime halk cevap veriyor. Gelen mesajları, mailleri, telefonları anlatamam. Çin’den bile aradılar beni. Vallahi billahi şaşırdım. “Geçmiş olsun yapabileceğimiz bir şey var mı?” diye. “Ya çok teşekkür ederim. Çin’den ne yapabilirsiniz, ama söylemeniz bile yeter!” dedim. Amerika’dan, İsveç’ten, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden arayan arayana. Ben ayrıca UNICEF’in iyi niyet elçisiyim. Dünya çocukları için de kendi ülkemin çocukları için de yıllardır çalışıyorum. O çocuklar şimdi büyüdüler kocaman oldular. Sağ olsunlar hep yanımda, arkamda duruyorlar. Bir de tabii öğrencilerim var. İnanır mısın, onları tutuyorum, “Aman şunu bunu yapmayın!” diyorum. Sevmiyorum benim yüzümden başlarının derde girmesini çünkü. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki gençlerin hallerini görüyorum. O kadar içim sızlıyor ki. Çok üzülüyorum.

OKULU YAKTIKLARINDA HALK, 20 GÜN, OKULUN KARŞISINDAKİ PARKTA NÖBET TUTTU

Peki bu destekler karşısında neler hissediyorsunuz? “Bekliyordum ama bu kadarını değil” diyor musunuz?

-Okulu yaktıklarında, dediğim gibi halk, 20 gün okulun karşısındaki parkta nöbet tuttu. Bak, ilk defa söylüyorum, Cumhurbaşkanı çıktı, “Bunlar bedel ödeyecek! Sanatçı müsveddesi ikisi de!” dedi. Ertesi gün, 3 tane sivil polis geldi kapımıza. “Hocam sizi almaya geldik” dedi. “Biraz bekler misiniz?” dedim. Baktım üşüyorlar, “Gelin yukarı, bir çay içelim!” dedim. Salonda oturuyor 3 genç polis. Biri dedi ki “Siz, beni tanımadınız! Sizin okulu yaktıklarında, 20 gün nöbet tutup, sizi korudum!” “Şimdi de beni almaya mı geldin?” dedim. Kafasını eğdi… Üniversite mezunu bir çocuk. Türkiye’nin haline bakın. Resmen sinema konusu.

Zaman zaman muhalefetin de cılkının çıktığını düşündüğünüz oluyor mu? Yani bir meslek haline geldiğini… Çıkar elde etmek için yalan muhalefetin gerçek muhalefete zarar verdiğini…

-O da doğru ama koşullar eşit değil.

Nasıl yani?

-Şöyle basitçe anlatayım: İki takım sahaya çıktığında, eğer eşit kuvvettelerse, o maç daha zevkli seyredilir. Ama bir tanesinin elinde, orta hakem, yan hakem, vs. varsa… Ötekiler ne yapacak? Yapacak pek bir şey bulamazlar. Çünkü göz göre göre penaltıları verilmez filan. Bizdeki hesap da biraz öyle.

 

Magazin Haberleri