Devekuşu Kabare’den aldığı ilhamla All Saints Moda Kilisesi’nde gerçekleştirdiği prömiyerinin ardından kendi bestelerinden oluşan bir albüm çalışması içinde olan Elif Ebru Sakar’la, projeleri, kariyeri ve müziğiyle ilgili çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Müzisyen bir aileden mi geliyorsunuz? Piyano çalmaya kaç yaşında başladınız?
Çekirdek ailem müziksever mühendis diyebilirim. Aile çemberini genişlettiğimiz zaman, anne tarafındaki tüm büyüklerin bir enstrüman çalması söz konusu, keman, saz, ud, kanun... Çok küçük yaşımdan beri orgum vardı, 9 yaşında konservatuvara girmemle piyano serüvenim başlamış oldu. Konservatuvar öncesi sözlü bestelerim vardı, hatta bir tanesi kendi uydurduğum bir yabancı dilde idi...
“Devekuşu Kabare” projenizden bahsedelim mi? Nereden çıktı bu fikir?
Her şey, küçücük yaşta kayıtlardan izlemeye başladığım bir tiyatro ile başladı, ailem de pek sever. Büyüdük sıra izlemekten salt mizah değil, pek çok bakış açısı kazanmış ve zamanla içselleştirmiş oldum. Sahnedeki herkesi arkadaşım gibi hissediyordum.
Sevgili Zeki Alasya’nın sağlığının ve hayat şartlarının iyiye gitmediğini ilk öğrendiğim dönemlerde epey üzüldüm. O yaşlarımda, Devekuşu Kabare için bir şeyler yapmak içimde ukde, adeta bir hayal idi. Ne zaman ki Metin Bey’in belgeselini izledim o zaman ufkum açıldı ve cesaretlenmeye başladım. Karşımda, ağzından dökülen her kelimeye katıldığım, inandığım, zihnen çok yakın hissettiğim yüce bir sanatçı duruyordu. Ne yalan söyleyeyim, biraz da öcüydü, karşısına çıkmak için büyük hâd gerekiyordu.
Peki Metin Akpınar’ın projeye tepkisi nasıl oldu?
Canlı izlemeye yaşı yetmeyen birinin, Devekuşu Kabare’yi biliyor ve seviyor olması bir yana; buna ithaflı bir şeyler yapmasının kendisini epey gururlandırdığından ve daha nice şeyden bahsetti. Ne mutlu!
Müziğe günde kaç saat ayırıyorsunuz? Bir prensibiniz var mı?
Müziğe bambaşka amaçlarla yaklaşıyorum. Bazen tüketiciyim, bazen üretici, bazense icracıyım. İcra, üretimin alt başlığı gibi. Sessizliğin üzerine ses estetiği inşa etmek olan bestecilik ise bir diğer başlık.
Çalışmaya ayırdığım vakit, zihnimin veya kaslarımın uygunluğuna göre değişiyor. Okkalı bir pratik yapmayı çok isteyerek oturduğum piyanoya bedenim hiç cevap vermeyebiliyor. Ya da ‘bugün süper bestelerim ha,’ diye uyandığım günlerde kendimi deli gibi etüt yaparken bulabiliyorum. Niyetimle uygunluğum birbirini tuttuğu zaman ise tadından yenmiyor.
Kendi ses dünyamda yaşarken, bir piyano eseri çalışarak veya müzik dinleyerek besteleme sürecimi bulandırmaktan uzak durmaya çalışıyorum. Tabii ki her zaman mümkün olmuyor; malum, zorunluluklar. Ama sağlıklı ve dingin bir zihinde, neyi ne zaman yapmanız gerektiğini hissedebilirsiniz. Yahut, şimdiki anın ne yapmak için en uygun olduğunu. Bunun için insanın dikkatinin bir miktar ‘kendi üzerinde’ de olması lazım. Sorumluluklar ve zorunluluklar her zaman olacak.
Verimlilik (nitelik), kaç saat çalıştığımızdan (nicelikten) daha önemli. Öğrencilerime de hep aynı şeyi tekrarlarım. “Her gün en az dokuz saat çalışacaksın, hıımmmm” diye parmak sallamak korkutur, soğutur. Hele ki; her şeyin giderek daha hızlı tüketildiği, derinlikten uzaklaşan bir yaşantıda kimsenin bunu uygulayacak tahammülü veya dikkati yok. Kişisel tercihim, bazı dönemler çalışmalarımı bedenime göre uyumlamak, bazense kondisyonumu zorlamak arasında denge kurmaktır.
Böyle yoğun bir çalışma rutini içinde günlük yaşamınız ile profesyonel müzik yaşamınız bazen birbirini aksatabiliyor mu?
Yaş aldıkça bu iki kavramı birbirinden ayrı tutmamaya başladığımı fark ediyorum. İkisi de birbirlerine entegre haldeler. Yaptığım/yapmadığım her şey ‘kendime’. Haliyle rastgele bir konudaki aksaklık veya tatminiyeti, bendeki yansımalarıyla değerlendiriyorum.
“Kim bilir kimlerin yazdığı notların, işaretlerin olduğu eserler, yeni ve gıcır sayfalardan daha çok heyecanlandırır beni.”
Sanatınızı hangi kaynaklar ile beslersiniz? Koleksiyonlarınız, hobileriniz, ilgi alanlarınız nelerdir?
Mizahın hayatımda her zaman büyük yeri oldu. Tüketmekten aldığım keyfin üzerine bir de mizah ve müziği birleştirerek içerik üretmek epey hoşuma gidiyor.
Sırf karşıma çıktığı için edindiğim ikinci el notalarım vardır. Kim bilir kimlerin yazdığı notların, işaretlerin olduğu eserler, yeni ve gıcır sayfalardan daha çok heyecanlandırır beni. Bununla beraber, internet arşivlerinde bulunan yüzbinlerce eser var. Bu arşivlerde gezinip çok eskiden yaşamış, bugün popüler olmayan bestecilerin albümlerini rastgele önüme koyup çalmaya bayılırım. ‘Bakalım 1824’te bestelenen neler var yahu’, dediğinizde önünüze bir yığın nota düşüyor. Amacına uygun kullanabilen için internet büyük nimet.
Doğa bana çok iyi gelir. Yeşillikler içinde düşüncelerimle baş başa yürümek, kendimle muhabbet etmek epey hoşuma gider. Gerçi kendimle muhabbet etmek genel olarak yaptığım bir eylemdir, ama işte hep duvara anlatıyoruz.
Yıllardır süregelen eğitmenlikteki deneyimimin üzerine psikoloji alanında okudukça, öğrendikçe bilinçleniyorum. Eğitmenliğe yarayan bir hobi aslında, ilgili olmasanız da olur, olsanız daha iyi olur gibi. Çünkü insanın zihnindeki sınırların veya bazı kargaşalarının problemlerinin parmaklarına da yansıması hemen hepimizde var. Zihin düzeldikten sonra parmaklar sadece yapar. Bunun tek yolu etüt yapmak değildir.
Geçmişten bir müzisyen ile çalma imkânınız olsa bu kişi kim olurdu?
Birlikte çalmaktan ziyade oturup konuşma şansım olsaydı, Pollini, Horowitz, Cortot, Richter gibi büyük icracılara sahne arkasında yaşadıklarını, sanat ile gerçeklik arasında nasıl bağlamlar kurduklarını ve üretme yolundaki zihinlerine eşlik edebileceğim çeşitli sorular sorardım.
Türkiye’de sanatçı olmanın zorlukları ile ilgili neler düşünüyorsunuz?
Fakirleşen bir ülkede yaşamak, üretmek için ihtiyacımız olan zamanı satın almayı giderek zorlaştırıyor. Temel ihtiyaçların edinimi zorlaştırıldıkça sanat ikincil plana düşmeye mahkum olur. Haliyle, sanata olan talep ve takriben arz da azalır. Terk etmek en bireysel çözüm, savaşmak deli cesareti. Bu durumu Türkiye’de halk olmanın zorlukları ünitesindeki alt başlıklardan biri olarak görüyorum.
Eserleri ruh halinize göre yorumladığınız günler oluyor mu? O gün ki ruh haliniz sizi ve çaldığınız parçayı etkiliyor mu?
Pek tabii. Her ne kadar her bestecinin (her dönemin) icrasının bir beklenileni olsa da, halet-i ruhiyem icrayı içsel olarak epey etkiliyor. Hırçın, inatçı ve aksi günlerimde Beethoven’ın çekiç gibi tuşlarını istediğim gibi hissedebilmekteyken, aynı gün romantik ve naif bir Chopin’i adeta katlediyorum.
“Kendi bestelerimden oluşan bir albüm çalışmasındayım, tamamlandığında bunun turnesi başlayacak ve Türkiye ile sınırlı kalmayacak.”
Yakın gelecekte ve önümüzdeki seneler için sizi heyecanlandıran planlarınız neler?
Devekuşu Kabare için yapacaklarım bitmedi. Daha kapsamlı bir proje için görüşmeler ve planlamalar yapmaktayım. Bu da gerçekleştiği zaman tam olarak tatmin olurum ve gözümü başka rotaya çeviririm. Bu sırada kendi bestelerimden oluşan bir albüm çalışmasındayım, tamamlandığında bunun turnesi başlayacak ve Türkiye ile sınırlı kalmayacak. Beni heyecanlandıran başka çalışmalarım da var ama keşke hepsini aynı anda yapacak halim ve vaktim olabilseydi azizim...
Sizi ne zaman canlı dinleyebileceğiz, konser tarihleriniz belli mi?
Temmuz ayında başlayacak olan Kalamış Festivali’nde kısa bir program ile bulunacağım. Gelecek sezondaki resitallerimin tarihi ise Eylül ayında netleşecek.