Karar Gazetesi'nden Akif Beki'nin bugünkü köşe yazısında Olay TV ile ilgili yeni iddialarda bulundu.
Beki, "Tartışılması, üstünde durulması gereken kısmı, tam da bu tarif bana sorarsanız. Kapatılmasından önce, Olay TV’ye kayyum atanmasının da denendiği iddia edilmişti. Muhafazakar medyadan bir isim" ifadelerini kullandı.
Akif Beki'nin yazısında Olay TV ile ilgili kısım şu şekilde:
"Olay TV ekranı niye karartıldı?
Patron Cavit Çağlar, iktidardan baskı gördüğü için kapattığını yalanlıyor.
Ama zaten doğrulama şansı var mıydı?
İtiraf etmediği için Çağlar’a kızanlar, abesle uğraşıyor.
Baskıya dayanamadıysa, bunu itiraf ederek üstüne çekeceği katmerli baskıyı mı göze alacaktı?
Çığlığı basarsa daha fazla dövüleceğini bilen birinden, dayağı durdurmak için çığlık çığlığa ağlamasını beklemek gibi bir şey.
Çağlar, “Rahatsız olduğum için yayınları kendi kararımla durdurdum” diyor.
Biraz ara verip “Yeni, daha dengeli ve tüm tarafları içeren tam demokratik bir ekiple devam etmek istiyor”muş.
Tartışılması, üstünde durulması gereken kısmı, tam da bu tarif bana sorarsanız.
Kapatılmasından önce, Olay TV’ye kayyum atanmasının da denendiği iddia edilmişti.
Bu iş için düşünülen kişi, Taha Dağlı’ymış. Muhafazakar medyadan bir isim.
Dağlı, kayyum suçlamalarını reddetti ama Çağlar’ın daveti üzerine, Olay TV yönetimini devralmak için bir dizi görüşme yaptıklarını doğruladı.
Bunun için ne patronu suçlayabilirsiniz ne de iş teklif ettiği gazeteciyi. Kiminle çalışacaklarını seçmek, ikisinin de hakkıdır.
Fakat burada bitmiyor Dağlı’nın ifşaatı.
Ağzından, ne anlama geldiğini kulağının duymadığı şöyle bir şey çıkıyor:
“Anlaştığımız süreç gerçekleştirilmiş olsaydı, Olay TV bugün Cavit Bey’in rahatsız olduğu marjinal noktada değil bizzat kendisinin istediği şekilde Türkiye çizgisinde yayın yapan bir kanal olacaktı.”
Bakın, zurnanın zırt dediği yere şimdi geldik.
“İktidar çizgisinde yayın yapacaktık” demiyor da “Türkiye çizgisinde” diyor.
İktidar kendisine oy vereni milli, vermeyeni gayrimilli ilan eder de gazeteci destekçisi geri mi kalır! O da tasfiye edip yerini alacağı rakibini, “Türkiye çizgisi”nin dışına koyar böyle. Bu hakkı kendi tekelinde görür.
Sorsan, bölücülük fitnesiyle mücadele ediyorlar. Güya milletin birliğini savunuyorlar.
Hiçbir fitnenin, kendi soktukları bu fitneden daha fazla milleti bölemeyeceğini idrakten bile yoksunlar.
Böyle lafları, alelade bir şeyi söyler gibi pervasız ve teklifsizce söyleyebiliyorlar.
Bir gazeteci, kendisini “Türkiye çizgisi”nin temsilcisi olarak görüyor. Karşıt görüşteki meslektaşlarını da “Türkiye çizgisi”nin karşısında konumlandırıyor.
Bu cüreti, iktidarın ‘iç düşman’ propagandasının tesirinde fazla kalmaktan aldığı aşikar.
Kendisi gibi düşünmeyen, aynı partiye oy ve destek vermeyen meslektaşlarını, bu ülkenin iyiliğini istemiyor diye eleştirmekle kalmıyor.
“Türkiye çizgisi”nin ne olup ne olmadığına, kimin o çizgide durup durmadığına, hangi vatandaşların ülkesini sevip hangilerinin sevmediğine, kimin sadık kimin hain olduğunu karar verme yetkisini de kendinde sanıyor. Millete, sicil amirliği taslıyor.
Ona göre, Türkiye’nin iyiliğini istemek, bu ülkeden yana olmak iktidara yardımcı gazetecilik yapmakla mümkün.
İktidarı eleştirenler, muavin gazetecilik yapmayanlar sadece iktidar karşıtı değil Türkiye karşıtı da olmuş oluyorlar.
Yabancısı değiliz. 28 Şubat askeri vesayet düzeninden tanıdığımız bir zihniyet bu. Kaç kez sandığa gömülmüştü.
AK Parti, tam da bu zihniyetle mücadele etmek için kurulmuş ve güya yenmişti.
Kadere bakın ki iktidar ve taraftarları, karşı oldukları şeye dönüştü.
Ömürleri ‘gerici, karşı devrimci, iç düşman’ diye fişlenmekle geçenler, kendi düzenlerinde iç düşman aramaya koyuluyor.
Maruz kaldıkları ayrımcılığı bitireceklerdi. Gücü bulunca aynı ayrımcılığı karşıtlarına yapmaya başladılar.
Trajik, hazin bir son."