Maksim Gorki, fırıncı çıraklığı yıllarında, Tolstoy'un bir hikâyesini okurken, öylesine kendinden geçer ki, acaba kâğıdın içinde büyülü bir şey mi var diye havaya kaldırır bakar. Tabii beyaz sayfa üzerinde siyah harflerden başka bir şey göremez.
Fakat saf fırıncı çırağını ve bütün saf okuyucuları büyüleyen şey, o ak sahife üzerinde yazılı kara harflerden başka bir şey değildir. İşte bu yüzden harfler, kelimeler ve bunlardan meydana gelen dilimiz bizim en büyük hazinemiz ve kutsal emanetimizdir.
Pekâlâ, biz bu kutsal emanete doğru bir şekilde sahip çıkabiliyor muyuz? Dilimizi layıkıyla kullanarak onu zenginleştirebiliyor muyuz? Yoksa farkında olarak ya da olmayarak ona zarar mı veriyoruz? Dilimiz kutsal ve mukaddestir. Milleti oluşturan asli unsurların başında bulunmaktadır. Bu yüzden içerideki ve dışarıdaki düşmanlarımızın saldıracağı ve bozmaya çalışacağı ilk unsurlardan biri mutlaka dilimizdir. Bu yıkımı yapmaya çalışırken de ellerindeki en büyük silahlardan biri ''Öz Türkçe'' denilen uydurukçadır.
Özellikle Türkçü gençlerimiz,sıklıkla dile getirdikleri Öz Türkçeciliğin, dilimizi tekrar tarihin kaybolan sayfalarına götüreceğinin farkındalar mı acaba? Hâlbuki büyük Türkçü Nejdet Sançar Öz Türkçecilik hakkındaki fikirlerini şu şekilde belirtmektedir:
"Öz Türkçecilik!" denilen hareketin hedefi: Türkçe'yi Türkçe olmaktan çıkarmaktır. Bununla elde edilmek istenen netice ise; bir yandan milletimizi büyük milli kültüründen koparmak, diğer taraftan ise Türkleri birbirleriyle anlaşamaz hale düşürmektir. Radyo gibi büyük bir telkin vasıtasından da faydalanarak yayılma imkânını günden güne artıran bu yıkıcı hareket, büyük çapta olmasa da, genç Türkçüler arasında da tesirini göstermektedir. Yazılarınızda yer alan bazı uydurma kelimeler bunu gösteriyor.''
Varoluş felsefesinin kurucularından olan Heidegger, derin bir gözle bakar. Ona göre, ''Dil, insanın evidir.'' İnsan dil içinde yaşar. Bütün hayat tecrübesi, ister istemez dile akseder. Sabahtan akşama kadar konuşulan, bütün duygu, düşünce ve hareketini dil ile ifade eden insan, dili kendi varlığına uydurur. Buna göre dil insanın varoluş şeklinin ifadesidir. Bu yüzdendir ki yaşayan gelişen ve devamlı zenginleşen dilimizi kısıtlayarak kısırlaştırmamızın hiçbir anlamı yoktur. Milletimizin hafızasına yerleşmiş olan ve kültürümüzle bütünleşen kelimelerimizi atarak yerine Öz Türkçe diyerek uydurma kelimeler getirmek dilimizi yozlaştırmaktır.
Bugün sosyal medyada özellikle milliyetçi arkadaşlar arasında belki özentilik ya da bilgisizlikten dolayı Öz Türkçe yazılarla anlaşılmayan cümleler kurmaları kültürlerini de terk etmiş oldukları manasına gelir. ''Dükkân'' yerine ''kepit'', ''kitap'' yerine ''betik'' ya da ''heyecanlanmak'' yerine ''buşkulanmak'' kelimelerinin kullanılması komik ve üzüntü vericidir. ''Dilimizdeki yabancı kelimeleri atmalıyız'' safsatasıyla bu yola çıkanlar sanırım dünya dillerinden bihaber yaşamaktadırlar. Dünyada hiçbir dil yoktur ki diğer dillerin tesirinde kalmasın. Bu kötü bir şey değil aksine zenginleşmektir.
Hatta Peyami Safa bu konuyla ilgili "Milletler arasında zaruri kültür mübadeleleri neticesinde her dil yabancı dillerden kelime almıştır. Her dil mürekkeptir." Demiştir.
Türk Edebiyatının en büyük şair ve yazarları dilinin zenginliğini en güzel şekilde kullanarak halkın diline kendisini aktaranlardır. Kendisini anlaşılmaz kılan bir kimse ne milleti tarafından kabul görür ne de edebiyatta bir mesafe alabilir. Bu yüzden Alman şairi Goethe dil ile ilgili ''Sanat ifade ortamı ile sınırlıdır ve büyük bir şair, elindeki dili en iyi bir şekilde kullanabilen kişidir. Gerçekten büyük bir şair, kendi dilini büyük bir dil yapan kişidir.'' Demektedir. Bizim dilimizde ise Türkçe asıllı kelimeler dışında birçok yabancı kelime bulunmaktadır. Çünkü Türkçe asırlardır kullanılan ve vaktiyle de imparatorluk dili haline gelmiş olan büyük bir dildir. Böyle bir dili öz Türkçe kapsamında sığlaştırmak onu katletmektir.
Bugün Türkiye'de ''ulus'', ''örneğin'', ''saptamak'' gibi öz Türkçe kelimeleri kullanan beş on bin kişi vardır. Fakat ''millet'', ''mesela'', ''tespit etmek'' kelimelerini bilenlerin sayısı beş on milyondan fazladır. Yine ''akıl'' kelimesi Arapçadır diye onu dilden çıkarmak, ''Türkçedir'' diye ölü us kelimesini diriltmeye çalışarak, yirmiden fazla canlı deyimi yok etmek ''akıl kârı'' mıdır? Böyle bir davranış ilme ve milli kültür anlayışına uyar mı? İşte bu yüzden Ziya Gökalp'in ''Türkçeleşmiş Türkçe'' kavramı bizim kıblemiz olmalıdır.
Genç Kalemler, yazılarında herkesin kullandığı günlük dili kullanıyorlardı. Hayatın canlı gücü ile dolu bu sade dil, kısa zamanda pek çok yazar tarafından kabul edildi. Böylece halkçılık ile sadelik, gerçeklik ve milliyetçilik birleşmiş oluyordu. Filhakika Öz Türkçe bizi aynı zamanda gerçeklikten de koparıyordu.
Bugün Türkçe kökten geldiği kanısında olduğumuz birçok sözcüğün, bir zamanlar Çince'den, Moğolca'dan, Tunguzca'dan; dahası, Hintçe'den ve Farsça'dan eski Türkçe'ye girmiş olduğunu ve bilim olarak saptandığını Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları'nda belirterek öz Türkçeciliği eleştiriyordu.
Doğru düşünmek için dilimize hâkim olmalıyız çünkü düşünebildiklerimiz dilimizin imkânları ve hazinesi kadardır. Bu hazinenin zenginleşmesi ve artmasında ise edebiyat ve kültür büyük bir rol oynamaktadır.
Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil isimli eserinde bu konuyu ''Eğer ''bütün''ü, ''mana''yı, ''insan''ı bırakır da tek tek kelimeleri ele alır, hele onları Öz Türkçe, Arapça, Farsça, isim, sıfat, fiil diye ayırmaya kalkarsanız, her şeyi kaybedersiniz. Dili, insandan, tarihten, kültürden ayıranlar sanat, kültür ve insanla ilgisi olmayan yaratıklardır. Onlardan korkunuz. Tuğlaları incelemek için binayı başınıza yıkarlar.
Dili insanlar beraber ele alınca evin sıcaklığına kavuşmuş, bütün diller ve insanlarla dost olmuş oluruz.'' Şeklinde açıklamıştır.
Sonuç olarak Öz Türkçe, bizim ''Ses Bayrağımız'' olan dilimize karşı yapılan bir düşman saldırısıdır. Dilimizdeki Türkçeleşmiş olan ve milletimizin kültürüne yerleşmiş olan kelimeleri ekine köküne bakmaksızın kabul edebiliriz. Bu Öz Türkçeciler dilimize yerleşmiş kelimeleri çıkararak yerine başka kelimeler koyacaklarına yabancı dillerde bulunmasına rağmen dilimizde karşılığı bulunmayan kelimelere Türkçe anlam ifadeleriyle tamamlayarak dilimizi zenginleştirmeliler. Zaten var olanı katmayınız olmayanı katınız ki büyüyelim ve zenginleşelim.
''Saat'' yerine ''güngen'', ''akıl'' yerine ''us'', ''pazar'' yerine ''satak'', ''kitap'' yerine ''betik'' yazmak dilcilikten ziyade sinsi bir düşmanlık ve hesaplaşmadır. Bilinmelidir ki Türkçe'nin bu tarz kavram ve söylemlere ihtiyacı yoktur. Atsız Beğ'in dediği gibi ''Türkçeyi Türkleştirmekle, Türkçeleştiriyoruz diye bozmanın birbirine karıştırıldığı zamanımızda, ortada görülen manzara aklın, mantığın ve bilginin saf dışı edilmesidir.'' Dilimiz bizim milli meselemizdir. Kimsenin onu bozmasına ve ona saldırmasına izin vermeyiz, vermeyeceğiz!
''Uydurma söz yapmayız,
Yapma yola sapmayız,
Türkçeleşmiş, Türkçedir;
Eski köke tapmayız.''
Ziya Gökalp