KARTAL AVRUPA’DA DA HAVLU ATTI...
Beşiktaş’a, Norveç’te de 3’lük attılar..
Futbolda bir takımın başına gelebilecek her türlü bela, her türlü melanet gelmişti Beşiktaş’ın başına, son haftalarda. Hatta, sezon başladığından beri.
Avrupa’da kaybetmeden bir yerlere geldikten sonra, en son maçında üçüncü sınıf bir futbol takımı görünümündeki Lugano’dan (üstelik rahatça yenebileceği bir maçta) hem de İnönü’de, 9 dakikada 3 gol yiyerek mağlup olup taraftarını çileden çıkarmış, ligde geçen hafta sonu ezeli rakiplerinden Galatasaray’a deplasmanda, üstelik de 10 kişi kalarak 2-1 yenilmiş, daha 9’ncu haftada şampiyonluk potasının bir hayli uzağında kalmıştı.
Bir türlü kadro yapamıyordu Kara Kartal. Oyuncular yanlarında, arkalarında, önlerinde, neredeyse her maçta başka birini görmekten adeta bıkmıştı.
Bütün bunlara bir de sakatlıklar ve cezalar eklenince, zaten sahaya adım atttığı anda bile ayakları titremeye başlayan bir oyuncu grubundan söz ediyoruz, hemen her maç.
İçeride ya da dışarıda, Türkiye’de ya da Avrupa’da.
Bu işler 11 kişi gibi kalabalık bir kadro ile yapılan takım sporlarında maalesef böyledir. Kaliteli bile olsa “alışılmış takım arkadaşları” ile oynamak başkadır. Bir de, bugünkü gibi “Dur bakalım bugün kimi verecekler yanıma?” duygusu ile sahaya çıkmak vardır.
Zaten kronik hastalıklarından bir türlü kurtulamamış bir takım var Burak Yılmaz’ın elinde. Şenol Güneş’in ardından tabii ki “çok değerli ve şerefli bir koltuğa” geçici olduğunu bile bile oturmanın onur ve heyecanını ve tabii tedirginliğini yaşıyor.
Ama o da biliyor ki, bunca üst üste yığılmış sorunları çözecek deneyimde değil.
Beşiktaş’ın en önemli sorunu olan “Hızlı ve çoğalarak atağa çıkamama” sorunu, aslında kendisinden kadro olarak geride olan Norveç ekibi karşısında bunun faturasını ödemesine neden oldu.
Aldıkları ya da çaldıkları topları hep yan pasa ya da kaleye geri pasa kullanan Beşiktaşlı oyuncular, bu kalıbın dışına çıktıklarında pekala rakip kaleyi yoklayabiliyordu. 25 ve 36’da Aboubakar’a müsait pozisyonlarda aktarılabilen toplar, isabetli şuta dönüşse belki de ilk yarı rahatlayabilirdi Beşiktaş.
Ama Onur Bulut’un sağdan ve Masuaku ile Rashica’nın soldan getirdikleri toplar bir türlü o “rahat ve net” pozisyonlara dönüşemedi ilk yarıda.
Buna mukabil rakip Bodo Glimt, yaş ortalaması 25 olan dipdiri bir takımla her geldiğinde Beşiktaş kalesinde etkili oldu.
Beşiktaş’ın bir diğer kronik hastalığı olan “oturmamış defans”ı, yine sürekli olarak “kesik başlı tavuk tablosu” çiziyordu.
Nitekim 29’uncu dakikada, soldan her an “geliyorum” diye bağıran Pellegrino’nun asistinde Gronbaek’e teslim oluverdi. Durum 1-0 olduktan sonra Norveçlilerin iştahı daha da kabarmıştı.
Zaten bu takımı 19 sene önce de, İstanbul’da “Deli İbo” (Üzülmez)’nun golüyle 1-0 yenebilmiş, deplasmanda da berabere kalmıştık.
Norveç, İsveç, İzlanda ve Finlandiya ekiplerinin mevsimsel “diriliği” de Beşiktaş’ın yavaşlığı ile tam bir kontrast oluşturdu maç boyunca.
Kenar yönetimi zaten, (yukarıda da dediğim gibi) her maç ayrı bir stoper ikilisi, ayrı bir orta saha kurgusu ayrı bir kanat tercihi yapmak zorunda kalmaktan bıkmıştı.
Bugün de emektar Necip Uysal’ın eşlik ettiği Omar Colley, yine aksıyordu.
Orta sahada formunu hiç bozmayan Amir ise Gedson’un eksikliğini hep hissetti yanında.
Bir türlü oyun kuramıyordu Beşiktaş.
Ghezzal, alıştığı arkadaşlarını sağında solunda göremediğinden etkili paslarını, hani şu görmeye alıştığımız “adrese teslim asistlerini” üretemedi.
Rosier’nin sağ kanatta (cezası nedeniyle) olmayışı da hücum gücünü önemli ölçüde etkiledi ilk yarıda.
Ve tabii, “gezinti, piknik, çarşı - pazar gezmesi” modundaki Aboubakar’ın ağırlığını söylemeye bile gerek yoktu. Abou “geldi mi vurmanın, iyi vurmanın, tribünleri ayağa kaldırmanın” ötesinde ne işe yarıyor bu sene? Söyleyebilir misiniz?
Buna rağmen Burak Yılmaz onu 85 dakika oyunda tuttu.
Eskiden olduğu gibi rakip defansların korkulu rüyası olamıyor.
Sadece top ayağına “iyi oturduğunda” veya çalım alanı bulduğunda, kalecilerin kabusu. Onu da her maçta yaptırmazlar adama.
İkinci yarıya bir umut Gedson’u oyuna aldı Burak Yılmaz.
Biraz daha toparlanmış ve ne yaptığını bilerek başlayan Beşiktaş, 51’inci dakikada Rashica’nın ayağından etkili bir şut buldu ama direğin yanında dışarı gitti.
55’te yine Pellegrino kalemizde kabus yarattı. Mert Günok’u da geçen ve direğin içine vuran topu Necip çizgiden çıkarmasa, maç belki de orada kopacaktı. Futbolun ilanları korudu Beşiktaş’ı.
57’de sağ kanattan Ghezzal’ın, biraz da başka pas opsiyonu bulamadığı için doğrudan kaleye yolladığı top, uzak direğin biraz dıyından çıkmasa, belki de bir ümit doğabilirdi.
58’de, Bodo yine Beşiktaş kalesini adeta “muhasaraya” alıp yaptığı pasların sonuncusunu Moumbagna, Mert’in sağından köşeye yollayıverdi. Durum 2-0 oldu.
Aslıhda bu golün gelişi ve icrası, maçın başından itibaren Bodo Glimt’in neredese “şablon” niteliğindeki oyununun bir örneğiydi.
Beşiktaş maalesef bu şablona çare üretemedi.
Rashica ve Onana’yı 62’de oyundan aldı Burak Yılmaz. Cenk Tosun ve Jackson Muleka ile hücum gücünü artırma sinyali verdi. Artık “zaten işe yaramayan” geri hatlarını unutup, ileride “belki bir şeyler olur” kumarını oynuyordu.
Tam bir dakika sonrasında, 62’nci dakikada, oyuna az önce giren Zugeljbu “kumarın” bedelini ödetti Beşiktaş’a. Ama, durumu 3-0 yapabilecek gol, bereket ki ofsayt gerekçesiyle sayılmadı.
Artık o dakikadan sonra, ne yaptığının iyice farkında olmayan bir Beşiktaş vardı sahada. Tribünde ve ekran başındaki Beşiktaşlılarının “hiç olmazsa böyle bitse de karizma Lugano maçındaki kadar çizilmese” diye dua ettiklerini duyar gibiydik.
Bunu iyice hisseden Bodo Glimt takımı da, gelip gelip şut atmaya başladı bu dakikalarda.
Tam bir bozgun halinde göründü Beşiktaş defansı.
71’de Aboubakar’ın , sağdan gelen harika bir pasta vurduğu kafayı kaleci son anda çıkarmasa belki hafif bir silkiniş yaşanabilirdi, ama o da girmedi.
Ardından Rashid Ghezzal’ın yerine Ante Rebic girdi oyuna.
Neyi değiştirecekse?
Geride kalan dakikalarda amaçsız ve karavana şutlarla tesadüfi bir gol bulmaya çalışan bir Beşiktaş, “bitse de yatsak” dedirtti.
Bana da “Bitse de, yazıyı yollasam da, uyusam” dedirtti tabii.
87’de yine hızlı geldiler, yine panik halindeki defansı allak bullak ettiler. Mert Günok elindeki topu bıraktı ve rakibe ve sanki “bunu da atın da bari 3 olsun” dedi.
Onlar da attılar tabii. 3-0 oldu.
90 +’da rakip defansta Moe Beşiktaş’tan gelen cılız bir ortada, kendi kalesine kafayla gol atınca, sevinemedik bile. 3-1
Komik olan ne biliyor musunuz? Gol sırasında, rakip ceza sahasında ortalıkta Beşiktaşlı futbolcu bile yoktu.
Beşiktaş’ı bu durumlara düşürenler nerede ve ne yapıyordu? Bunun cevabını gerçekten bilmek isterdim.
Mutlu muydu sorumlular?
Merak konusu.
Kongrede kesin sorulacaktır bu sorular.
İyi de, sahaya ne faydası var bu saatten sonra?
Onu bilemem.
“Kayıp bir sezon” damgasını bu takımın üzerine yapıştıran, “Boşa harcanmış on milyonlarca Euro” muhabbetini haklı olarak yaptıran bir süreçten geçiyor Kara Kartal.
Kader utansın.