İnsan kaybedeceği en lüzumlu şeyi kaybettikten sonra neyi hatırlarsa hatırlasın, artık bu dünyada ruh ve heyecan bakımından, sevgi bakımından misyonunu yitirmiş demektir. Tam da dünya adımlarının kırkına gelip dayanmışken:
Allah, «Öyleyse orası (arz-ı mukaddes) onlara kırk yıl yasaklanmıştır; (bu müddet içinde) yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Artık sen, yoldan çıkmış toplum için üzülme» dedi. (Maide:5 /Diyanet Meali)
En azından gökyüzünü (çocukluğunu) kaybetmeyen hiç yoktan yitirse bile neyi neden yitirdiğini bilir. Apaçık bir söz bırakır, dupduru bir hayat, tatlı bir gariplikle bir sızı kalır ardında, ağlayan ağlar ağlamayan ağlamaz, bir avuç hür deliliktir sermayesi… Oysa gökyüzünü (çocukluğunu) kaybeden ne kaybettiğini bilir ne aradığını…Onların hali lisanı halleri itibariyle şuna benzer (Yoksuli'nin ifadesi ile):
Ömür denen garip yolda
Yürüyorum dalgın dalgın
Sabah yeli değmiş gibi
Eriyorum dalgın dalgın
Bilinmez deryanın dibi
Elbet vardır bir sebebi
Bir şey yitirmişler gibi
Arıyorum dalgın dalgın
Sen gökyüzünü kaybettiğin için bana dair her şeye kör, kusuruma dair her şeye arif olmuştun ya… İşte ey dost ben kör sen arif, geldik kırkın kapısına, Tanrı gökyüzünü bulmak için sana ne kadar lazımsa o kadar ömür bana da çocukluğumun kucağında gökyüzünü kaybetmemiş çocukları büyütecek kadar bir ömür versin zira ben kendime dair arayacak bir şey bilmiyorum. Ben kaybetmedim ki gökyüzümü hem ben daha büyümedim ki:
Ne güzel söylemiş Edip Cansever:
Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor
İnanmazsan bir o okula bir de karşısındaki binaya bak…Benim çocukluğum hep orada..