İYİ Parti lideri Meral Akşener, partisinin grup toplantısında konuşuyor.
Akşener'in açıklamaları şöyle:
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, cemaat yurdunda yaşamına son veren Enes Kara üzerine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a seslendi. Akşener konuşmasının devamında, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'yi sert sözlerle yüklendi.
İYİ Parti Genel Başkanı Akşener'in açıklamaları şu şekilde:
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Haftaya çok acı haberlerle başladık.
Daha hayatlarının baharındayken,
Enes oğlumuzu, Raziye ve Dilara kızlarımızı kaybettik.
Enes’i, aynı Fedai öğretmenimiz gibi,
hapsedildiği umutsuzluğa kurban verdik.
Elinden alınan özgürlüğe,
en yakınlarından gördüğü umursamazlığa,
ve yaşamaya zorlandığı hayatın sonucunda,
çıkışı intiharda bulmasına kahrolduk.
Raziye ve Dilara’yı ise, ülkemizdeki daha nice genç kadın gibi,
önü bir türlü alınamayan, alınmak da istenmeyen bir vahşete,
mahkeme kararlarına rağmen, yetkililerin ısrarla parmağını oynatmadığı,
bitmeyen bir şuursuzluğa kurban verdik.
Ruhları şad, mekanları cennet olsun.
Yüce Allah, sevenlerine, sabr-ı cemil ihsan eylesin.
Buradan, Sayın Erdoğan’a, bir çağrıda bulunmak istiyorum.
Artık yeter.
Bu ölümlerin artık durması gerekli.
Senin de çocukların var, senin de torunların var.
Bu ölümlere, benim üzüldüğüm gibi, senin de üzüldüğünü biliyorum.
Bunun siyasi bir yanı yok.
Her hafta, çocuklarımız ölüyor.
Her hafta, gençlerimiz ölüyor.
Her hafta, kadınlarımız ölüyor.
Ölümlerin ardından tweetler atmak yetmiyor.
Kaybettiğimiz her gencin ardından, üzüntü beyanlarında bulunmak yetmiyor.
Katledilen her kadının ardından, ağıt yakmak yetmiyor.
Gel, iktidar ve muhalefet el ele verelim,
bu ülkenin lügatından, kadın ölümlerini, genç ölümlerini silelim.
Ben ve partim, açık yüreklilikle her türlü katkıyı vermeye hazırız.
Yeter ki artık çocuklarımız ölmesin.
Yazıktır.
Aziz milletim;
Maalesef, kendisinin bu çağrıma cevap vereceğinden şüpheliyim.
Çünkü, kabul edelim, Sayın Erdoğan son zamanlarda pek iyi değil.
O nedenle de, artık her gün;
kendisinin ruhsal bunalımlarının, yeni bir yansımasına şahit oluyoruz.
Egosantrik serzenişlerinin, her gün bir yenisini, izlemek zorunda kalıyoruz.
Öfke nöbetlerine, kutuplaştırıcı tiratlarına maruz kalıyoruz.
Nitekim, “Güven ve istikrar” diyerek çıktığı yolda;
Liyakatin, yerini beceriksizliğe,
Bilginin, yerini cahilliğe,
Sağduyunun, yerini öfkeye bıraktığını görüyoruz.
Bu yönetim anlayışının sonucunda da;
güven ve istikrarın zerresinin bile olmadığı,
felakete giden bir yolda, milletçe yürüyoruz.
Sayın Erdoğan’ın, adına yeni ekonomi modeli dediği,
bu ucube dönemde atılan adımlar;
ekonomimizi, giderek daha da kırılgan hâle getiriyor.
Milletimiz her geçen gün fakirleşiyor.
Enflasyon canavarı, her geçen gün, paramızı da, itibarımızı da eritiyor.
Ama tüm bunlar olurken,
Sayın Erdoğan için saray sefası, hız kesmeden devam ediyor.
Teşkilat toplantılarında, kendini övdürüp gaza gelmeye,
Şarkılarla, türkülerle eğlenmeye,
beceriksizliklerinin, dehşet verici sonuçlarına rağmen,
ziyadesiyle şişkin egosunu eylemeye, aynen devam ediyor.
Hatta bu arkadaşımız, öyle bir akıl tutulması yaşıyor ki;
ülkeyi yönetme ehliyetinden bile, artık şüphe duyar olduk.
Mesela diyor ki;
“Seçimden seçime, vatandaşımıza gider, oy isterler.
Sonra da, bir daha dönüp arkalarına bakmazlar.”
Evet, yanlış duymadınız.
Bunu, “dertli vatandaşımızın kafasına, çay fırlatan adam” söylüyor.
Ayrıca bununla da yetinmeyip, utanmadan devam ediyor;
“Meydanlarda verdikleri sözlerin hiçbirini,
göreve gelince hatırlamaz, hatırlatanlara da saldırırlar.”
Evet, bunu da;
Polislerimizi, öğretmenlerimizi, sağlık çalışanlarımızı,
senelerdir, 3600 ek gösterge vaadiyle oyalayan,
faizle, enflasyonla mücadeleyi, yılan hikâyesine çeviren,
yolsuzluğun, yoksulluğun ve yasakların bayraktarına dönüşen,
yerli uçağımızı, senelerdir göklerde döndüren,
derdini söyleyen çiftçiyi, esnafı, öğrenciyi de terörist ilan eden,
Sayın Erdoğan’ın bizzat kendisi söylüyor…
Gerçeklikle arasındaki bağları, tamamen koparmış şu zihniyete, bir bakar mısınız?
Hey gidi hey…
Neydin, ne oldun Sayın Erdoğan?
Belediye başkanlığında;
sokakta aç kalan çocukların imdadına koşardın.
Şimdi vatandaşı aç gezerken,
lüks içinde sefa sürebilen, vicdansız bir adam oldun.
Bir zamanlar, geçmiş iktidarların hatalarından ders alırdın.
Şimdiyse, kendi hatasını göremeyecek kadar kör,
doğruları duyamayacak kadar da, sağır bir adam oldun.
Eskiden, bilgi ve tecrübe sahibi insanları etrafında toplardın;
Şimdiyse, etrafını bol maaşlı şakşakçılarla çeviren, acayip bir adam oldun.
Milletin adamı olarak yola çıktın;
Şimdi milletin karşısına çıkamıyorsun,
yüzüne bakmıyorsun, sesini duyamıyorsun.
“Nereden, nereye?” değil mi Sayın Erdoğan?
Aziz milletim;
Baş ekonomist bu durumdayken,
ekonomi ekibi de, yaptıkları hataların üzerini örtebilmek için,
ileride, daha büyük faturalar ödemek zorunda kalacağımız,
yeni hatalara imza atıyor.
Para politikasında,
ekonomideki riskleri, göz ardı ederek,
küresel gelişmeleri de, yok sayarak atılan adımlar,
bakın nelere yol açtı:
İlk önce Türk Lirası, tarihinin en değersiz,
en itibarsız dönemine girdi.
Ekonomide tek bir faiz olmadığını, bir türlü kavrayamayan,
bu olağanüstü liyakatli arkadaşların, attığı sorumsuz adımlar yüzünden;
Merkez Bankası’nın politika faizleri düştü ama,
diğer bütün faizler yükseldi.
Bugün;
özel sektör, yatırımlarını,
kamu da, borçlanmasını,
daha yüksek faizlerle, finanse etmek durumunda.
MÜSİAD Başkanı bile, canlı yayında,
Merkez Bankası faizlerindeki düşüşün, iş dünyasına yansımadığını söyledi.
Oluşan tahribat, maalesef bunlarla da sınırlı kalmadı.
Ülke riskini, en iyi ölçen göstergelerden biri olan, Kredi Risk Primi,
tarihin en yüksek seviyelerine çıktı.
Türk Lirası’ndaki değer kaybı,
bankalarımızın, sermaye yeterlilik rasyolarını olumsuz etkileyip,
mevduat sahiplerinin, tedirgin olmasına yol açtı.
Sonra ne oldu?
Dar ekonomi vizyonları yüzünden,
Türk Lirası’ndaki değer kaybının, geleceği noktayı hesap edemeyen,
ve uçurumun kenarına geldiğimizi gören, bu pek zeki arkadaşlar;
Bu sefer de, 1970’lerde uygulanan ve çok ağır maliyetlere yol açan,
kur korumalı mevduat sistemini, 50 yıl sonra,
büyük ekonomist Sayın Erdoğan’ın şapkasından çıkan,
bir mucizevi tavşan olarak, pazarlamaya kalktılar.
Peki işe yaradı mı?
Hayır.
Görüyoruz ki, döviz tevdiat hesaplarında artış var.
Riskler azaldı mı?
Hayır.
Tam tersine.
Doların artması sonucunda,
artık hazineden, çok daha fazla faiz gideri çıkacak.
Merkez Bankası artık daha mı güçlü?
Hayır.
Maalesef net rezervler, tarihin en dip seviyesinde.
Enflasyon düştü mü?
Ona da hayır.
Ak Parti’nin iş başına geldiği tarihten,
daha yüksek bir enflasyon ve hayat pahalılığı var.
Peki hal böyleyken,
enflasyonun düşmesi, ve yeniden ekonomiye güvenmemiz için,
bizden beklenen ne?
Nebati Bakan’ın gözlerine bakmamız…
Peki bakınca ne görüyoruz?
Ekonomiyi giderek içinden çıkılmaz bir noktaya getirirken;
“siz en fazla maaşınızı kaybedersiniz” diyerek,
adeta ruhani selefi, Damat Bakan’a selam çakan,
empati yoksunu birini görüyoruz.
Komplo teorileriyle saçmalayan, bir atanmış özgüveni,
bırakın ekonomiyi, matematik bile bilmeyen,
bir büyük cehalet görüyoruz.
Buradan ekonomiyi yönetenlere sesleniyorum:
Lütfen, bir an önce, aklınıza başınıza alın.
Belli ki, sizin kapasiteniz sınırlı.
O nedenle, size, ne yapmanız gerektiğini, ben söyleyeyim:
Eğer gerçekten, makroekonomik bir istikrar yakalamak istiyorsanız;
İşe, ilk önce, enflasyon-devalüasyon sarmalını, tersine çevirmekle başlayın.
Şu anda, Türk Lirası’nın, tehlikeli derecede değersiz olmasının sebebi;
bu enflasyon-devalüasyon sarmalına karşı, çözüm üretemiyor olmanız.
Döviz kuru arttıkça,
üretim maliyetleri ve beklentiler olumsuz etkileniyor.
Enflasyon da, hem artıyor, hem de katılaşıyor.
Enflasyon arttıkça da, Türk Lirası’nın üzerindeki baskı artıyor,
döviz kuru, daha da değer kazanıyor.
Reel kurun, açıklandığı tarihten itibaren,
en dip seviyeye gelmesi de, işte bu yüzden.
Kura yaptığınız müdahaleler ve aldığınız polisiye tedbirler,
durumu, daha da zora sokuyor.
Bakın;
aynı 128 milyar dolar meselesinde olduğu gibi,
yine, gizli kapaklı işler yapmaya başladınız.
Bankaların sizde, zorunlu karşılık olarak tuttukları rezervlerle,
kura müdahale ediyorsunuz.
Yatırım yapmak isteyen iş dünyasını;
“dövizini bozdurmazsan, sana kredi vermem” diye, tehdit ediyorsunuz.
Üretim yapmak için, ihracat gelirine ihtiyaç duyan sanayicinin,
gelirinin yüzde 25’ine, el koyuyorsunuz.
Yapmayın.
Bu gizli kapaklı işlere olan merakınız, ve kural tanımazlığınız,
ekonomiyi, daha da kırılgan hâle getiriyor.
İlk yapmanız gereken, enflasyonla mücadeleye öncelik verip,
ekonomideki belirsizlikleri ortadan kaldırmak,
ve enflasyon-devalüasyon sarmalını, bu şekilde kırmak.
Bunları nasıl yapacağınızı da,
daha önce size, yine bu kürsüden söylemiştim.
İzlemediyseniz, internetten açın, izleyin, feyz alın.
Yok ama eğer yapamıyorsanız;
O zaman bir zahmet, siz gideceksiniz,
biz geleceğiz, biz yapacağız.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni,
acemi ekonomistlerin, iş bilmez yöneticilerin, ve saray cehaletinin,
deneme tahtası olmaktan, biz kurtaracağız.
İYİ Parti iktidarında ekonomiyi de, memleketi de,
evelallah düze çıkartacağız.
Değerli dava arkadaşlarım;
Bu beceriksiz ekonomi yönetiminin yol açtığı,
ve önümüzdeki dönemde de, yol açmaya devam edeceği gözüken, finansal problemler,
ülkemizin, ana gündem maddesi olmaya devam ederken;
istihdam ve kapsayıcılık tarafında da, karşımıza çıkan tablo, maalesef olumsuz.
Bildiğiniz gibi, Pazartesi günü, işsizlik verileri açıklandı.
15-24 yaş aralığındaki, işsiz gençlerimizdeki artışın,
120 bin kişi olduğunu, üzülerek gördük.
Daha da üzücü olan ise,
bu 120 bin kişinin, 105 bininin,
yani, yaklaşık yüzde 90’ının, kadın olması.
Bir başka ifadeyle;
işgücüne dahil olan, 118 bin genç kadının,
sadece 13 bini iş bulabilmişken,
105 bin genç kadın, işsizler ordusuna katılmış.
“İstihdam edilenler, hangi koşullarda çalışmaya başlamış?”, diye incelediğimizde,
bir önceki yılın, aynı ayına göre,
kayıt dışı çalışan sayısında, 688 bin kişilik bir artış görüyoruz.
Bu kayıt dışı istihdam artışının, 608 bini,
maalesef, kadın istihdamında gerçekleşmiş.
Yani;
kadın istihdamındaki, her 100 kişilik artışın, 49’u, kayıt dışı gerçekleşmiş.
Ez cümle;
Ak Parti iktidarının, ekonomideki yönetim modeli,
gençleri ve kadınları dışlayan, onları güvencesiz istihdama iten,
çağdışı bir anlayıştan başka bir şey değil.
Bunu kabul edemeyiz.
Etmiyoruz.
Çünkü bu ülkenin kadınları, bu ülkenin gençleri, çok daha iyisini hak ediyor.
İYİ Parti olarak, bizim için;
yoksulluk ve kapsayıcılık, kritik ve öncelikli konular arasında.
İYİ Parti iktidarında;
işleri, ama daha da önemlisi, “iyi işleri”,
herkese adil şekilde dağıtan,
sağlıklı bir işgücü piyasası oluşturmak, bizim öncelikli hedefimiz olacak.
Herkesin asgari ücrete, ve güvencesiz istihdama razı geldiği, bir Türkiye’yi değil;
nitelikli işgücü ile, gençlerin ve kadınların, rahatlıkla iş bulduğu,
zengin bir Türkiye’yi, mutlaka inşa edeceğiz.
Vizyonumuz, çözümlerimiz, projelerimiz hazır.
Liyakatli kadrolarımız hazır.
Biz hazırız.
Kimse merak etmesin.
Biz çözeriz!
Aziz milletim,
20 Ocak 2020’den beri, tam 79 ile gittik.
Gittiğimiz her yerde,
karşılaştığımız yoksulluğu, en derinden hisseden kesimlerden biri olan,
gençlerimizin düşüncelerini de, dinleme fırsatımız oldu.
Kimi zaman ben sordum,
kimi zaman da, onlar dertlerini haykırdı.
Henüz 12 yaşında,
Faizden, hiperenflasyondan, devalüasyondan bahseden çocuklarımızı;
Henüz 16 yaşında,
Asgari ücretin ne kadar açıklanacağını, merak eden gençlerimizi dinledim.
Ailesine yük olmamak için, inşaatta çalışan,
Çalıştığı için, üniversite okuyamayan,
İmkânı olup okusa bile, işe girme umudu kalmayan,
Elleri kalem tutmaktan değil, tarlada çalışmaktan nasırlanan, gençlerimizle konuştum.
Ülkemizin her yanını saran;
Kayırmacılığın, torpilin ve liyakatsizliğin karşısında,
kendine bir fırsat bulamayan,
fırsat bulamadıkça, ülkesinden umudunu kesen,
umudu yurt dışında arayan,
bu nedenle de dışlanan, suçlanan, ve yok sayılan gençlerimizi,
daha iyi anladım.
Onlar konuştukça, onların endişelerini ve korkularını dinledikçe,
yüreğimin acısı daha da derinleşti.
Gençlerimizi bu hâle getiren, bu ucube düzenden daha da utandım.
Bugün, ülkemizdeki çocukların yarısı,
gençlerin de üçte biri, en yoksul yüzde 20’lik kesimde yaşıyor.
Tam 4,2 milyon çocuk, 2,1 milyon genç,
ve bunu içim çok acıyarak söylüyorum, 954 bin bebek,
kişi başına gelirin, yılda sadece 4600 lira olduğu, en yoksul ailelerde yaşıyor.
Sayın Erdoğan;
Değerlerini hiçe sayıp, fikirlerini dinlemediğin,
günde 20 liraya mahkum edip, üstüne bir de,
“Elinize dilinize dursun” dediğin gençlerimizin;
3’te 1’inin yoksul olduğunu biliyor musun?
Resmî tanıma göre, ülkemizdeki 12,3 milyon yoksul vatandaşımızın;
tam 6,2 milyonunun, genç olduğunu biliyor musun?
12 milyon gencimizin;
2 milyonunun, bilgisayarının olmadığını,
1,3 milyonunun, eski giysilerinin yerine, yenisini alamadığını,
1 milyonun, ikinci bir ayakkabısının olmadığını, biliyor musun?
“Başka bir dünya mümkün” dediğin dünya, bu mu Sayın Erdoğan?
Uçan, kaçan, tüm dünyaya kafa tutan Türkiye, bu mu?
Gençlere reva gördüğün hayat, bu mu?
Eski Türkiye’den dem vurarak,
Nankörlükle, tembellikle, iş beğenmemekle suçlayarak,
“Çıkar telefonunu göster” nobranlığına hapsederek,
onların, bu yoksulluğa razı olmalarını bekleyemezsin.
Kendi beceriksizliğinin faturasını, bu ülkenin gençlerinin sırtına yükleyemezsin.
Ayıptır, günahtır.
Aziz milletim,
Maalesef bugün gençlerimiz,
ülkemizdeki yoksulluk döngüsünün içine çekilmiş durumda.
Bugün Türkiye’de doğan bir çocuk,
ebeveynlerinden, daha iyi koşullarda bir hayat sürebilme imkânına bile, sahip değil.
Dünya Ekonomik Forumu, Sosyal Hareketlilik Endeksi’ne göre;
Türkiye, kendi çocuklarına ve gençlerine;
eğitime erişim, iş olanakları, çalışma koşulları gibi alanlarda,
anne-babalarının sahip olduğundan, daha kötü fırsatlar sunuyor.
Yani, bugün 18 yaşındaki bir genç,
annesinin 18 yaşındaki hâline göre, çok daha kötü şartlarla karşı karşıya.
Bu durum;
Gençlere, “yoksulsun sen yoksul kal” demektir.
“Artık hayal kurma” demektir.
“Geleceğini yurt dışında ara.” demektir.
Bu durumu kabul edemeyiz.
Böyle olmaz.
Böyle devlet yönetilmez.
Sayın Erdoğan;
artık son demlerini yaşadığın, 20 yıllık devri iktidarının sonucunda;
çocuklarımızı, yoksulluğa mahkûm etmişsen,
onları, Cumhuriyetimizin sunduğu fırsatlardan, mahrum etmişsen,
geleceklerinin önüne setler örmüşsen,
sen artık, o koltukta oturmayı da, hak etmiyorsun demektir.
Bu kadar basit.
Değerli dava arkadaşlarım;
Yükseköğretim Kurumu verilerine göre;
2020-2021 yılında, Türkiye’de yüksek öğrenimde,
yaklaşık 8 milyon öğrenci bulunuyor.
Bu 8 milyon öğrencimizin,
450 bini burs, 1 milyonu ise, kredi alıyor.
Öğrenciliği bitmiş ve kredi borçlusu öğrenci sayısını,
KYK verileri şeffaf olmadığı için, tam olarak bilemiyoruz.
Ancak Meclis’te yapılan açıklamalara göre;
2021’in Mart ayı itibariyle,
devlete borçlu öğrencilerimizin sayısının, 5 milyonu aştığını,
300 binden fazla öğrencimiz hakkındaysa,
icra takibi veya yasal işlem başlatıldığını biliyoruz.
İcra takibi başlatılan, 300 bin öğrencinin,
devlete olan borcu da, yaklaşık 2 milyar lira.
Gençlerin aldıkları kredi miktarının, büyük kısmı,
devlet yurdu bile olsa, yurt ücretlerine gidiyor.
Örneğin bugün, 850 lira kredi alan bir öğrenci;
bu miktarın, 200 ile 400 lira arasındaki kısmını, yurt ücretlerine ayırıyor.
Eline kalan para ise, devlet yurdunda bile, üç öğün yemek yemeye yetmiyor.
Üstelik yurtlardaki,
hijyenik olmayan koşullar, kalabalık odalar, yavaş internet gibi,
onlarca problem de cabası.
Öğrencilerimiz bu parayla;
Hem okumaya, hem geçinmeye, hem yaşamaya,
hem kendilerini geliştirmeye, hem de sosyalleşmeye çalışıyor.
Ancak bu miktarlar ile, bunu gerçekleştirebilmek imkânsız.
İşte gençler, tam da bu yüzden;
kendilerini sömüren, okul hayatlarını engelleyen,
güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalıyor.
Sözde yarı zamanlı işlerde, kötü niyetli işverenler,
gençlerin emeklerini, sonuna kadar sömürüyor.
Maalesef, zorlu çalışma koşullarının, ve uzun çalışma saatlerinin,
resmen norm haline getirildiği ülkemizde,
gençler, haklarını aramayı, akıllarına bile getiremiyor.
Birazcık sesini çıkaranlar, haklarını arayanlar,
hemen işten atılıyor, maaşlarını alamıyor.
Gençlerimiz sürekli, aç kalmak ile, hak aramak arasında,
tercih yapmaya zorlanıyor.
Diyelim ki;
tüm bu zorluklardan sonra,
okullarını bitirmeyi ve mezun olmayı başardılar.
Sorun burada da bitmiyor.
Yeni mezunları, işsizlik, asgari ücret, kayıt dışı çalışma gibi,
Türkiye’nin en acı gerçekleri bekliyor.
Cumhurbaşkanlığı İnsan Kaynakları Ofisi verilerine göre;
Türkiye’de en çok tercih edilen bölümlerden biri olan;
işletme mezunlarının, yüzde 60’ı, asgari ücretle iş bulabiliyor.
Aynı şekilde, bu mezunların, yüzde 40’ı,
mezun olduktan, en erken 6 ay sonra iş bulabiliyor.
Yalnızca işletme değil, hukuktan tıbba, öğretmenlikten veterinerliğe kadar,
neredeyse her branşta, benzer sorunlar var.
Yani gençlerimiz, hem kısa zamanda iş bulamıyorlar,
hem de buldukları işlerden, yeteri kadar para kazanamıyorlar.
Peki hal böyleyken, bu öğrenciler, kredi borçlarını nasıl ödüyorlar?
Cevabı basit: ödeyemiyorlar.
Her ne kadar, 2 seneliğine faiz işletmeme,
36 ay taksitlendirme gibi, sistemler olsa da;
genç işsizliği ve asgari ücret gerçeği karşısında,
öğrencinin, maaşının yarısı ile, kredi ödemesi gerekiyor.
Uygulanan yüksek faiz, borç yükü, kurdaki artış,
enflasyon ve yaşam pahalılığının getirdiği yük de, tüm bunların cabası…
Değerli dava arkadaşlarım;
İşte o nedenle, bugün, Milletin Kürsüsü’nde, gençlerimizi dinleyeceğiz.
İktidarın, gençlerimizin hayatlarında açtığı bir yarayı, ve sonuçlarını kendilerinden duyacağız.
KYK mağdurlarının sesini duyurmak için, Uğur Yavaş kardeşimiz aramızda.
Şimdi, başta sayın Erdoğan ve iktidar mensupları olmak üzere,
herkesi, gençlerimizi dinlemeye davet ediyorum.
Buyur Uğurcum, söz de, kürsü de senindir.
Aziz milletim,
Eğitim bursunun amacı nedir?
Maddi imkânı olmayan gençlerimize,
eğitimden mahrum kalmasınlar diye,
eğitim hayatları boyunca, maddi destek sağlamaktır.
Bu, her ülkede böyledir.
Gençler eğitimlerini tamamlayıp,
iş sahibi olduklarında da, bu borcu öderler.
Yani bu ikili bir anlaşmadır.
Bir öğrenci, bu borcu ne karşılığında alır?
Devletin sağlayacağı, eğitim ve iş imkânı karşılığında alır.
Peki ya bu iktidar, çocuklarımıza, iyi bir eğitim sağlıyor mu?
Hayır.
Peki ya bu iktidar, gençlerimize, iş imkanı sağlıyor mu?
Hayır.
Tam tersine iş sağlayan işletmeleri, batırmak için çalışıyor.
Peki o zaman, iş yoksa, bu gençler borcunu nasıl ödeyecek?
Orası belli değil…
Bir anlaşmanın geçerli olması için,
her iki tarafın da, anlaşmanın şartlarını yerine getirmesi gerekmez mi?
Gerekir.
Sayın Erdoğan;
Sen, iş imkânı sağlamaktan vazgeçmişsin;
ama borcu tahsil etmekten vazgeçmiyorsun.
Sen, iyi bir eğitim verme görevinden vazgeçmişsin;
ama KYK borcuna, faiz uygulamaktan vazgeçmiyorsun.
Yani;
sen üstüne düşen hiçbir şeyi yapmamışsın;
sonra da çıkıp, tefeci gibi, gençlerin üzerine çöküyorsun.
Ayıptır, günahtır.
Değerli genç kardeşlerim;
Size daha iyi fırsatlar sunamayan,
ve sizi yoksullukla terbiye etmeye çalışan bu iktidara karşı,
unutmayın ki, biz her daim, sizin yanınızdayız.
İşte bu yüzden;
Geçtiğimiz ay, İYİ Yaşam Gelir Modelimizi açıklamıştık.
İYİ Parti iktidarında, 18-26 yaş arasındaki her gencimize,
karşılıksız olarak, aylık 1000 lira, nakit desteği vereceğimizi söylemiştik.
Ancak sorunlarınıza karşı, tek bir çözümün yeterli olamayacağını biliyoruz.
Nitekim bugün de size;
bu zor şartlar altında, sizleri daha fazla mağdur etmemek için,
İYİ Parti olarak geliştirdiğimiz;
KYK Kredi Borçlarının,
Sosyal Sorumluluk Projeleri Kapsamında Geri Ödenmesi Programımızı anlatacağım.
Ülkemiz maalesef, sosyal sorumluluk programlarının,
ve gönüllülüğün yerleşik olduğu bir ülke değil.
Örneğin bugün, ABD’de toplam nüfusun yüzde 42’si,
Yeni Zelanda’nın yüzde 41’i,
İrlanda’nın ise yüzde 38’i,
son 10 yılda, bir yardım kuruluşunda, gönüllü olarak çalışmış.
HABITAT Derneği’nin araştırmalarına göre;
2021’de, gençlerimizin yüzde 91’i,
hiçbir sosyal sorumluluk projesinde yer almamışlar,
gönüllülük faaliyetlerinde bulunmamışlar.
Dünya Değerler Araştırması da,
Ülkemizdeki, 18-29 yaş arasındaki gençlerin, yüzde 95’inin,
herhangi bir sivil toplum faaliyetinde bulunmadığını ortaya koyarak,
bu veriyi doğruluyor.
Tam da buradan hareketle, biz;
kredi borcu olan gençlerimizin,
istedikleri takdirde, borçlarının çok büyük kısmını,
sosyal sorumluluk projelerinde çalışarak, ödemelerini öneriyoruz.
Bu programdan yararlanmak isteyen gençlerimiz,
yetenekleri, uygunlukları, ve istekleri doğrultusunda,
haftada en az bir gün, 1-2 saat boyunca,
bir sosyal sorumluluk projesinde çalışarak,
borçlarını ödeme şansına sahip olacaklar.
Peki öğrencilerimiz, ne tür sosyal sorumluluk projelerinde çalışacaklar?
Biz, alandaki literatüre uygun olarak;
Eğitim, Sağlık, Toplum ve Çevre ana başlıklarını belirledik.
Eğitim başlığı altında;
Yeni okula başlayan öğrencilere, okuma yazma becerileri kazandırmak,
İlkokul ve ortaokul öğrencilerinin, derslerine yardımcı olmak,
Kitap toplama kampanyaları düzenlemek,
Öğrencilere yabancı dil öğretmek,
Kütüphanelerde görev almak,
Çocukları gruplar hâlinde, okula getirmek-götürmek,
Müzik dersleri vermek,
Çocuk spor takımlarına, koçluk, antrenörlük yapmak,
Çocukları kitap okumaya teşvik etmek, gibi aktiviteler var.
Sağlık alanında;
Aile sağlığı merkezlerinde görev almak,
İlaç toplama kampanyaları düzenlemek,
Kan ve organ bağışı ile ilgili, farkındalık çalışmalarında görev almak,
Hastanede yatan çocuklar ile, vakit geçirmek, sohbet etmek,
Eğer sertifikaları veya yetkinlikleri varsa,
ilk yardım eğitimleri vermek, gibi aktivitelere var.
Toplum başlığı altında;
Yaşlılar ile sohbet etmek, alışverişlerine yardım etmek,
Evde yalnız yaşayan yaşlılara ve engellilere destek olmak,
Çocuk Esirgeme Kurumu’nda görev almak,
Çocuklara, doğum günlerinde kart yazmak, onları ziyaret etmek,
Sokak çocukları için, eğitim desteği vermek,
Okul çevrelerinde, giriş-çıkış saatlerinde trafik memurluğu yapmak,
Bağımlılıkla mücadele eden kurumlarda görev almak, çalışmalara destek olmak,
Oyuncak ve kıyafet toplama kampanyalarında çalışmak,
Aşevlerinde görev almak, gibi faaliyetler var.
Son olarak, çevre alanında ise;
Ağaç dikimi ve dikilen ağaçları sulamak,
Şehrin işlek bölgelerinde, parklarda, meydanlarda,
çevre ve temizlik bilinci ile ilgili, farkındalık yaratma faaliyetleri düzenlemek,
Hayvan hakları konusunda çalışmalar yapmak,
Barınaklarda görev almak,
Sokak hayvanları için, mamaları yenilemek veya düzenlemek,
basit barınaklar inşa etmek,
Mama toplama kampanyaları düzenlemek,
İşletmeler için, geri dönüşüm eğitimleri düzenlemek,
Haneleri ziyaret edip;
su, enerji ve atık konusunda, bilgilendirmeler yapmak,
Plaj, ören yeri, sit alanı, piknik alanları gibi yerlerde,
atık toplama faaliyetleri gerçekleştirmek,
Topluma hizmet bahçeleri oluşturmak,
bu alanlarda tamamen çevreye duyarlı üretim yapmak,
üretilen ürünlerin, ihtiyaç sahipleriyle buluşmasını sağlamak,
gibi aktiviteler var.
Program’a katılan öğrenciler;
maddi imkânları ölçüsünde, borçlarının en az yüzde 10’unu,
faizsiz olarak, ve uygun bir ödeme planı ile, nakit olarak geri ödeyecekler.
Kalan yüzde 90’ını ise, Sosyal Sorumluluk projelerinde çalışarak ödeyecekler.
Mesela;
25 bin lira kredi borcu olan,
yeni mezun bir eğitim fakültesi mezunu gencimizi düşünelim.
Bu genç kardeşimiz, programa başvurduktan sonra,
yüzde 10’luk borcu olan, 2500 lirayı yapılandıracak.
İstihdam durumuna bağlı olarak, bu ödemeyi erteleyebilecek,
veya ona uygun olarak sunulan vade seçenekleri ile,
örneğin, 36 ay vadeyle, ödemesini gerçekleştirebilecek.
Sonrasında ise, kalan borcu karşılığında,
eğitim başlığı altındaki projelerde, bir yıl boyunca,
haftada bir gün, 1-2 saat çalışacak.
Böylece hem borcunu ödeyecek,
hem de gönüllü çalıştığı programda,
okuma yazma zorluğu çeken öğrencilere destek olabilecek.
Yani hem öğrencilerimiz, hem toplumumuz kazanacak.
Başka bir örnek daha verelim;
Diyelim ki, kredi borcu olan bir çevre mühendisimiz var.
Bu genç mühendisimiz, durumu daha iyi olduğu için,
kredi borcunun, yüzde 30’unu nakit olarak ödemeyi tercih etmiş olsun.
Bu durumda, kalan kısmını ise,
geri dönüşüm konusunda, firmalara eğitimler vererek,
vatandaşlarımızı çevre konusunda bilgilendirerek, 5 ayda ödeyecek.
Yani hem çevreye yararlı bir iş yapılacak,
hem de bu genç mühendisimiz, borcunu zorlanmadan geri ödeyebilecek.
Elbette bu çalışmalarda, dikkat edilmesi gereken bazı noktalar var.
Öğrencilerin, topluma hizmet programlarında çalışırken;
sömürülmemesi, kötü muameleye maruz kalmaması,
yapmaları gerekenden daha fazla, iş yükü veya saati altına girmemesi,
iş güvenliklerinin sağlanması, gibi konular çok önemli.
Bu yüzden de, bu tür durumların denetimi,
yine program dahilinde çalışan,
veya daha önce çalışmış kişiler tarafından gerçekleştirilecek.
Ayrıca;
programdan yararlanmak isteyen öğrencilere,
programa katıldıkları günlerde, toplu taşıma da bedava olacak.
Sevgili gençler;
Beşli çetenin, milyarlarca liralık vergi borçlarının silindiği,
hükümete yakın şirketlere, muazzam vergi muafiyetlerinin verildiği bir ülkede,
elbette KYK borçlarının da, tamamen silinmesi mümkün.
Ancak biz, İYİ Parti olarak;
sürdürülebilir kalkınmaya ve sürdürülebilir bir toplumsal gelişime inanıyoruz.
Yani;
sürdürülebilir olmayan hiçbir kazanımın, kalıcı da olamayacağını biliyoruz.
KYK Borçlarının Sosyal Sorumluluk Kapsamında Geri Ödenmesi Programı’nı da,
bu felsefe ışığında geliştirdik.
Projeyi hayata geçirdiğimizde,
hem sizlerin, hayata yüklü borçlarla başlamanızın önüne geçeceğiz,
hem de milletçe, son yıllarda eksikliğini derinden hissettiğimiz;
toplumsal dayanışmayı ve huzuru yeniden kazanacak,
doğamıza ve canlılarımıza da sahip çıkacağız.
Ayrıca;
Yurtlar ve burslar ile ilgili, başka sorunlarınız olduğunu da biliyoruz.
Onlar için de çalışıyoruz, çözümlerimizi çok yakında sizlerle paylaşacağız.
İYİ Parti iktidarında, çözülmedik derdiniz kalmayacak.
Hiç merak etmeyin.
Değerli dava arkadaşlarım;
Seçim ufukta göründü.
İktidarın irili ufaklı ortakları istese de, istemese de,
o sandık, er ya da geç, milletimizin önüne gelecek.
İYİ Parti iktidarı, artık çok yakın.
Milletimizden yetkiyi alıp, iktidara geldiğimizde;
Ülkemizi en donanımlı, en vizyoner ve en tecrübeli kadrolarla yöneteceğiz.
Bizim rakibimiz, hata üstüne hata yapan bu iktidar olmayacak.
Bizim rakibimiz, dünyanın gelişmiş ülkeleri olacak.
İYİ Parti iktidarında,
dünya basınında, Türkiye’nin dertleri konuşulmayacak.
Onun yerine;
Tarımda, Kalkınmada, Türkiye modeli konuşulacak.
Eğitimde, Sağlıkta, Türkiye modeli konuşulacak.
Finansta, İstihdamda, Türkiye modeli konuşulacak.
Teknolojik Dönüşümde, Türkiye modeli konuşulacak.
Demokraside, Fırsat Eşitliğinde, Türkiye modeli konuşulacak.
Bilim insanlarımızın, iş insanlarımızın, sanatçılarımızın başarıları konuşulacak.
Türkiye mucizesi konuşulacak.
Şunu asla unutmayın ki;
Biz bu yola çıkarken, bir söz verdik:
Sesi çıkmayanların sesi olacağımıza,
Fakirin, fukaranın ezilmesine, engel olacağımıza söz verdik.
Çaresizlerin yanında duracağımıza,
Çocuğunu doyuramayan annenin,
Evini geçindiremeyen babanın,
derdine derman olacağımıza söz verdik.
Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlardan olmayacağımıza,
Milletimizin hakkını, rant peşinde koşan yandaşlara, yedirmeyeceğimize söz verdik.
Verilen sözleri unutturmayacağımıza,
Emeklinin, öğretmenin, polisin, sağlık çalışanının hakkını arayacağımıza söz verdik.
Ahlakı kadın üzerinden tanımlayan, bu çürük zihniyete son vereceğimize,
Her geçen gün artan şiddete, cinayetlere karşı,
Raziyeleri, Dilaraları yaşatacağımıza söz verdik.
Esnafa sopa, işsize fırça, öğrenciye ayar,
Maden şehidi yakınını tekmeleyen danışmana, 6000 avro maaş veren,
bu haram düzenini, değiştireceğimize söz verdik.
Söz verdik ve ant içtik.
Sözümüzün arkasındayız.
Allah’ın izniyle, İYİ Parti iktidarında milletimizi;
Zengin, mutlu ve huzurlu Türkiye’ye kavuşturacağız.
Sözümüz söz.
Biz buradayız.
Kimse merak etmesin, biz hazırız.
Ve herkes emin olsun ki;
BİZ ÇÖZERİZ!
Toplantımızı şereflendirdiniz,
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.