İnsanoğlu, yaşadığı hayat itibari ile o hayatın içinde zihin ve duygu bakımından aktif bir öznedir. Hal böyle iken hem cinsleri içerisinde zamana mekâna farklı insanlara olan bağlılığı bakımından insan olabiliyorsa insan, elbette hikâyesi de bu unsurlardan bağımsız olamaz. Her hikaye hem yapı hem de olaylar zamanı olarak anakronik de olur elbette. Ama Mauappassant hep olaylar içinde yazarken insanı ya da insanı yazarken varlık içinde onun ontolojik tamamlayanlarını atlamayan bir hikâyenin öncüsüdür. Büyük yazarı bir Ağustos ayı içinde karşıladı bütün bir evren. Sonu başı belli bir hikâyenin giriş bölümünden dahil olurcasına dahil oldu hayat adlı hikâyenin içinde. Tarih yani 5 Ağustos 1850 yılında.
Garip olan şu ki, Türkiye'de yapı bakımından en önemli takipçileri gibi o da çok uzun yaşamadı. Temsil ettikleri tr gibi yaşadılar, Guy de Maupassant da, Ömer Seyfettin de Kenan Hulusi Koray da. Dahil oldukları hayatı yazıkları hikayelerin ortalama sayfa sayısı kısalığında ama hiçbir satır atlamadan dolu dolu yaşadılar.
Hayatlarının her anında olgun birer gözlemci ve yaratıcı olan bu kalemler üretme heyecanı bakımından beşikten mezara ergenliği soluklayan kişilerdi. Bu sebeple içlerinden Kenan Hulusi Koray'ın ölüm döşeğinde ifade ettiği gibi hayatın her anında mütemadiyen işleyen bir zihnin sahibi olmaları ki onlar için "ötekiler"den biri olamamanın en önemli nişanesidir. Büyük üstadı saygı ile anarken aslında her hikâye ve romanın çıkış noktası olan gerçeği bir kere daha hatırlamakta fayda var diye düşünüyorum. Aslında edebiyat zihnimizdeki ya da hayal dünyamızdaki alternatif hayatlardan oluşan bir evrendir. Ne güzel ifade etmiş şair:
Karıncanın bile yuvası vardır.
Vatansızlık iyi dermiş bazılar…(Aşık Mahzuni Şerif