Futbolun güzelliklerini ve çirkinliklerini, alt alta sıralayıp yazan bir ansiklopedi hazırlasa biri, tadından yenmez.
Güzelliklerinden biri belki de en başta geleni, “bu güzelim oyunda” genellikle hiçbir maçta yüzde yüz “favori”den sözedilemeyecek olmasıdır. Mesela bugünkü maç öncesinde, hem Avrupa’da hem de Süper Lig’de peşpeşe kazandığı maçlarla giderek hem puanlarının üstüne puan ekleyen Galatasaray’ın kadro “oturmuşluğu ve kalitesi” de gözönüne alındığında, kantarda daha ağır basması, “sonuç belli de fark kaç olur?” dedirtiyordu.
Ama Maçın ilk gol dakikasına kadar, Galatasaray’ın o daha önceki maçlardaki “dalga dalga ve dikine, güzel futbolu”ndan eser yoktu.
Bu da, “favori olmayan ama derbilerin belirsizliği şansını kullanmak isteyen” Beşiktaş’ın kendine güvenini, her geçen dakika güçlendiriyordu. Futbolda, rakibiniz kağıt üzerinde sizden ne kadar iyi olsun, “o gün o dakika ne yapabildiğiniz” önemlidir.
Nitekim, yine bu yavaş yavaş oluşan özgüven Beşiktaş’ın Galatasaray’ı hem durdurmasına hem de rakip kalede gol pozisyonları bile bulmasına neden oldu.
Ama bir yıldır her maçta yazdığımız gibi, “Yürüyerek oynayan” bir Aboubakar’la bunu yapamıyor Beşiktaş. “Eski Abu” olmayacak erden topu alıp deli gibi sprintlerle götürüp vurabilen bir oyuncuydu. “Yeni Abu” ise, “gelsin de vurayım” usulü gölcüye dönüşmüş bir oyuncu.
İlk yarının ilerleyen dakikalarında, yukarıda sözünü ettiğim özgüveni istiflemeye başlayan Beşiktaş, 18’ni dakikada hakemden önemli bir darbe yedi.
Evet, şimdi de gelin futbolun çirkinliklerinden sözedelim.
Hakem Halil Umut Meler, “İnce ince doğrama” operasyonuna bu dakikada, Beşiktaş’ın stoperlerinden Amartey, bir serbest atış sırasındaki itiş kakışta, arkasındaki rakip oyuncuya istemdışı çarpan eli nedeniyle sarı kartı gördü.
Futbolu azıcık bilen herkes, bir stopere bu kadar ucuz bir kartı bu kadar erken gösterdiniz mi, neler olacağını bal gibi bilir. Halil Umut hepimizden iyi bilir tabii.
Sonra ne oldu?
Colley – Amartey ikilisi (ki sezon başından beri benim ‘ideal ikili’ diye adlandırmak için hep fırsat kolladığım iki stoper bunlar) peşpeşe aptalca hatalar yapmaya başladılar. Öyle peşpeşe geldi ki bu uyumalar ve toplara çekingen girişler, hatta “giremeyişler”, gol, adeta “geliyorum” diyordu.
Tabii ki bunun nedenlerinden biri de Amartey’in “kafasındaki sarı kart arızası” ile oynamasıydı.
Dakika 26’da böylesi “utangaçlık ve çekingenlik seanslarından” birinde Galatasaray’ın bunları affetmeyen yegane oyuncusu İcardi, faturayı kesiverdi.
O dakikaya kadar çok başarılı oynayan Mert Günok’un uzanamayacağı uzak direğe topu yakın mesafeden yollayıverdi.
Durum 1-0 olduğu saniyeden itibaren, o dakikalara kadar “beklenen formundan uzak” oynayan Galatasaray’ın özgüveni belirgin biçimde artmaya, Beşiktaş’ınki de yine gözle görünür biçimde düşmeye başladı.
28’nci dakikada İcardi’ye atılan topla bu oyuncu Beşiktaş ceza sahasına girmek üzere iken Mert durdurdu ve pozisyon bozuldu. Beşiktaş defansı da uzaklaştırdı.
Ama VAR’dan bir uyarı geldi.
VAR odası şunu diyordu, Halil Umut Meler’e:
“Mert yerde iken, onu geçmekte olan top eline çarptı (ya da elle kesti)... Gel bir bak...”
Halil Umut, gitti baktı ve Mert’e, “ceza sahası dışında topa elle müdahale ettiği ve bunu bariz gol şansı varken yaptığı için” kırmızıyı “çakıverdi”...
Çakıverdi diyorum, çünkü “Yere düştüğü ve desteğini altığı el ve koluyla müdahale söz konusu olamaz, ancak “çarpma – değme” olabilirdi. Ama anlaşılan hakemin takdirinde olayın “Bariz gol şansı” olması etkili oldu.
Beşiktaş o dakikadan itibaren 10 kişi kaldı. Mecburen Rashica’yı çıkarıp, yedek kalecisi Ersin’i oyuna aldı.
Ersin, geri kalan kısımda çok daha hırsla ve işi ilk yarıda bitirmek isteyen Galatasaray’ın sık sık attığı şutlarda ve hızlı ataklarında iyi yer tutarak başarılıydı.
İlk yarıda başka gol olmayınca, Beşiktaş defansına “Aman bu devreyi atlatalım da, gerisi Allah kerim” modu hakim olmuştu. Beşiktaş’ın zaten tam randimanla çalışmayan makinası bozulmuş, Galatasaray eski formuna geri dönüyordu.
Orta sahada uzun süre sonra ilk kez birarada oynayan Ghezzal, Amir ve Gedson üçlüsü hiç etkili olamazken, ileride yürüyen ve yalnız kalan Aboubakar da tek bir şut şansı bulamıyordu. Defans ile, golden sonra iyice “evlere şenlik ve panik hali” içirde göründü.
İkinci yarıya çok akıllı iki değişiklik hamlesi ile başladı Burak Yılmaz. Gedson’un yerine Chamberlain’i, Bahtiyar’ın yerine de Masuaku’yu aldı.
Beşiktaş biraz daha özgüvenle başladı ve daha cesur gelmeye başladı rakibin kalesine.
55’te İcardi, Ghezzal’la çarpışıp penaltı almaya çalıştı ama başaramadı.
62’de bu kez Torreira yine hakemi aldatmaya çalışıp, ayağının altında topa vuran Amir’e “penaltı yaptırmaya” teşebbüs etti. O da VAR’dan döndü. Ama Halil Umut Meler’in bunu ilk önce “cart” diye çalması pes dedirtti.
69’da, Beşiktaş’ın hızlı çıkardığı bir topta sağdan getiren Ghezzal Rosier’ye veriyor, Rosier hızla çizgiye kadar inip ceza sahası dışından koşmakta olan Chamberlain’e çıkarıyor ve Chamberlain’in akıllı vuruşu ile Beşiktaş 1-1 beraberliği yakalıyordu.
Bu dakikadan sonra Beşiktaş’ın özgüveni geri gelirken, Hakem Halil Umut Meler, yine Galatasaylı futbolcuların kendilerini sık sık yerlere atmasına anında faul ve kartlarla katkıda bulunuyordu.
Sonunda Galatasaray’ın beklediği dakika geldi. 80’de, bir serbest vuruştan ceza sahası içine atılan topa, Amir Hacıahmetoviç’in “açık” eli değince, hakem bu kez haklı olarak penaltıyı gösterdi.
İtirazlar sonuç vermedi çünkü pozisyon bu kez gerçekten penaltıydı.
İcardi bu kez beyaz noktadan Ersin’i avladı.
Durum 2-1 olunca, artık Beşiktaş’ın bir gözü kronometrede, aklı da acaba buradan puanı nasıl kurtarabiliriz sorusundaydı.
Aboubukar’ın yerine giren Cenk Tosun’a bağlandı artık bütün umutlar, 10 kişi ile oynayan Beşiktaş’ta.
Galatasaray’da da bugün çok etkili olamayan Kerem Aktarkoğlu’nun yerine Barış Alper Yılmaz girdi oyuna.
90+2’de Beşiktaş beraberliğe bir kez daha yaklaştı. Muslera’yı da geçen topa, neredeşse çizgi üzerinde dokunabileceği topa, saniyenin 10’da biri gibi bir farkla geç yşetişen Rasier kayarak vurabilse, Kara Kartal, deplasmanda 10 kişi ile puanı kurtarabilirdi.
Ama futbolun tanrıları bazen istemez böyle adaletli finalleri.
Ama “tanrılara” kadar gitmeden, Halil Umut Meler zaten gerekeni yapmıştı.
Gerisi teferruattı...