Zayıf rakibe karşı ite kaka: Zafer Arapkirli yazdı

Zayıf rakibe karşı ite kaka: Zafer Arapkirli yazdı

Letonya karşısında zorlandık ama kazandık.

Futbolla yatıp futbolla kalkan bir memleketin, uzunca bir süredir artık milli maçlar öncesi heyecanlanmaması, ne kadar hazin değil mi?

Televizyonun karşısında maçı izlerken arada bir gelen Whatsapp mesajlarında “Ne yapıyorsun?” sorusuna, “Maç var ya... Milli maç” dediğimde, “Ne maçı ya? Nereden çıktı? Lig bitmedi mi abi?” karşılıklarından anlayın. Ailelerin büyük bir bölümünün “erkek evlâtlarını” futbolcu yapmak istedikleri, gurbetçilerin bile oralarda “yırtmanın yolunu” Berlin’in, Amsterdam’ın, Hamburg’un Zürich’in üniversitelerinden mezun etmek yerine, “Bundesliga’larda, La Liga’larda, Premier League’lerde filan görmek istediği bir milletin efradı” için, garip bir durum değil mi?

Ama, öyle işte.

Ligin gerilimi sona ermiş, herkes yavaş yavaş “Bir yerlere gidemese de, ayaklarını uzatıp film filan izleyeceği, kafa dinleyeceği” bir tatile hazırlanırken, “Şimdi bu maç nereden çıktı?” diye merak ediyorsa, milli takımlar düzeyinde uzun süredir başarıya hasret kalmış olmamızın da önemli bir rolü yok mu?

Arada bir duyduğumuz en büyük heyecan bile Avrupa ya da Dünya Kupası elemelerinde “kura çekimi”nden ibaret zaten.

Sonuç tahminlerimiz bile, “Lokum gibi grup.. Biz buradan rahat geçeriz...” veya “Ölüm grubu abi. Hiç şansımız yok”la sınırlı değil mi?

Böyle bir atmosferde çıktık işte Riga’da, bize geleneksel olarak hep “ters” gelen Letonya önüne.

Maç öncesi kadroya bakıyorsun. Ligde ve oynadıkları Avrupa liglerinde başarılı olmuş isimler. Fenerbahçe’nin iki flaş çocuğu Arda Güler ve Ferdi Kadıoğlu mesela... Üstelik de kendilerini “Avrupa arenasında gösterme hevesi” için bulunmaz, erken bir fırsat geçmiş ellerine.

Galatasaray’ın altın çocuğu Kerem Aktürkoğlu mesela. O da takımının Süper Lig şampiyonluğunda en önemli pay sahiplerinden biri. Kaleci Mert Günok, Beşiktaş kalesindeki (son ve en kritik maçtaki inanılmaz 3 hatasını saymazsak) performansı ile tartışmasız ligin en iyi kalecisi.

Stoper’de Abdülkerim Bardakçı ve Merih Demiral, sırasıyla Galatasaray ve Atalanta’nın iki önemli defans elamanları.

Ama, şöyle eskilerde olduğu gibi, rakip defansların korkulu rüyası olabilecek şöhret ve performansta bir golcüden yoksun çıkıyoruz sahaya. Yok yani. Sakatlık (Cenk Tosun) filan bahane. Yok öyle bir golcümüz. Neticede, küme düşmüş Ümraniyespor’un golcüsü Umut Nayir gol umudumuz. Yani, “matah bir skorer” olsa, zaten neredeyse 10 senede (Beşiktaş dahil) 10 takım dolaşmazdı.

Nitekim ilk gol de ondan değil, bir duran topta, Merih ve Abdülkerim gibi iki uzun stoperimizin ortak hamlesinde Abdülkerim’den geldi.

O dakikaya kadar anlamsız bir ısrarla kapalı Letonya defansının arasına hızlı “tiki taka” paslarla girip şov yapmaya çalışan Milli Takım, golü Aldülkerim’in o kafa şutundan buldu.

Rakip, genelde “Kuzeyli (İskandinav ve Baltık) takımların” tipik fizik üstünlüğe sahip “taş gibi” takımlarından Letonya olunca, temaslı değil uzun toplu oyunu ya da duran top organizasyonlarını önemseyeceksin. Ya da hızlı atakta boş alan bulup akıllı şutlarla gol bulacaksın. Teknik direktör Stephan Kuntz’un bunu bilmesi lazım.

Nitekim ilk yarının sonlarına doğru 39’ncu dakikada gelen 2’nci ve “sayılmayan” golümüzde açık bir alan bulan Ferdi Kadıoğlu’nun soldan yalnız başına harika götürdüğü, mükemmel bir vuruşla uzak köşeye “direkle bilardo oynayarak” yolladığı topla bulduk. Ama götürürken kendisini kesmeye çalışan rakibini “hareket halinde topu sökerek geçtiği” için VAR hakemi uyardı ve Macar hakem bence haksız bir kararla golü iptal etti.

İkinci yarının hemen başlarında, tam baskı yaparken, Letonya’nun hızlı kontratağından geride bomboş yakalandık. Sağdan yapılan mükemmel ortaya yakın mesafeden Emsis’in vurduğu kafaya kalecimiz Mert’in yapabileceği bir şey yoktu. Defans resmen “gafil avlanmıştı”.

Ardından ev sahibi takımın kalemizde sıkıntılı dakikalar yaşattığı bir periyod izledik. Sonrasında ise, yukarıda sözünü ettiğim “akıllı hızlı atak” denemelerinden birinde, Feyenoord’lu oyuncumuz Orkun Kökçü’nün araya attığı bir topta Marsilyalı çocuğumuz Cengiz Ünder, 61’nci dakikada kale önüne çaprazdan girdi ve en iyi yaptığı gol öldürücü vuruşlarından birini sol ayağı ile uzak köşeye yollayıverdi. 2-1 yaptı durumu.

Maçın son 10 dakikalık bölümünde Letonya karşısında mahkum bir oyun oynamaya başladık. Kalemizde bize ecel terleri döktüren rakip, 83’de Emsis’in “ikinci sarıdan kırmızı” kart görmesine rağmen saldırmayı sürdürdü.

Uzatmada, 90+4’te de Tobers’in ayağından golü bulacak kadar bir baskıya döndüler. Durum 2-2 olduğunda, “Neler oluyor bize?” şarkısı çalacaktı ki... Tam bir dakika sonra Barış Alper Yılmaz’ın adeta söke söke götürdüğü ve sağdan ortaladıı topu kalecinin kısa düşen vuruşunu kafayla gole çeviren İrfan Can, son sözü söylüyordu.

Dönüp maça baktığımızda, bu kadar zayıf bir rakip karşısında bu kadar ecel terleri dökmemizi Kuntz hoca nasıl izah edecek?

Hakan Çalhanoğlu, İtalya’nın Şampiyonlar Ligi finalisti İnter’de oynuyor olmasının dışında hangi özelliği ile hala bu takımda yer buluyor?

Ermenistan’tan kendi sahasında 4 gol yemiş “yaralı bir Galler” takımı karşısında bu futbolla gelecek hafta ne yaparız?

Oturup bu sorulara yanıt aramalıyız.
Yine de 2 maçta 6 puan güzeldir.
Haydi hayırlısı..

Yazarın Diğer Yazıları