Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ercan Çalışkan

Ercan Çalışkan

İÇ SESİM

Evet evet! Bütün sorun ahlakta

“Biliyor musunuz Köşe Yazarı? Devlet, kullanmam gereken altı ilacın sadece birini karşılıyor. Onu da ayda sadece üç kutu veriyor, oysa onu ben bir haftada kullanıyorum.”

Bu defa arayan ne Emekli Öğretmen ne de her şeye burnunu sokan iç sesim. Bir kadın okurum… Aylar önce kaynar süt dökülmüş bacaklarına… Üçüncü derece yanık olmuş. O günden beri onun tedavisiyle uğraşıyormuş. Yine de şükrediyor durumuna. “Ya daha fenası olsaydı!” diye…

“Geçmiş olsun.” dedikten sonra “Ben ne yapabilirim, benden istediğin nedir?” diye sordum. “İstediğim değil, istediklerim var. Onları dile getirin, belki bir duyan olur.” cevabını duyunca bana dinlemek, ona da anlatmak kaldı.

İşte onun anlattıkları…

Ben de sizin belalınız Emekli Öğretmen gibi emekli bir öğretmenim. Siz, emeklilerin durumunu çok iyi biliyorsunuz. Birkaç haftadan beri de bunları dile getiriyorsunuz. Önce bunun için teşekkür ederim. Keşke emeklilerin artık katlanılmaz hâle gelen durumunu daha çok dile getiren olsa! Neyse ben asıl anlatmak istediklerime geleyim. Aslında dert bir değil elvan elvan ama ben sadece iki üç tanesine değineceğim.

Birincisi…

Yaklaşık altı aydır, üniversitelerin genel cerrahi, yanık, cildiye servisleri arasında koşturup duruyorum. Ne çektiğimi ne siz sorun ne de ben anlatayım. O benim kişisel sorunum. Çok şükür daha da beteri olabilirdi. Benim burada dile getirmek istediğim, kullandığım ilaçlarla ilgili. Devlet bana reçete edilen altı ilacın sadece birini karşılıyor. Onu da belli sayıda veriyor. Devletin bir ay için bana alma hakkı verdiği ilaç, sadece bir hafta idare ediyor! Ben, bu sorunla karşı karşıya gelip araştırınca pek çok hastalıkta sosyal güvenlik kapsamına girmeyen ilaç sayısının azımsanmayacak miktarda olduğunu, oysa Suriyelilere bu ilaçların hepsinin hem de katkı payı olmaksızın verildiğini, pek çok ilacın da eczanelerde bulunamadığını ya da zor bulunduğunu, bunun nedeninin de Sağlık Bakanlığı’nın ilaçlar için belirlediği kurun, gerçek değerinin neredeyse üçte biri oranında olduğunu öğrendim.

Meğer zor durumda olan sadece ben ve benim gibi yanık mağdurları değil sayısız hasta varmış. Sizin dile getirmenizi istediğim ilk sorun bu!

İkincisine gelince… Hayat devam ediyor. Hasta da olsak, zorluklar içinde de olsak günlük yaşamda yapmamız gereken bir sürü şey var. Bunlardan biri de pazara çıkmak. Gerçi pazara çıkmak da artık lüks haline dönüşmeye başladı ama işin emekliler tarafını anlatmayacağım çünkü emeklinin ne zorluklar içinde olduğunu siz çok güzel dile getirdiniz. Tabii ben de anlattığınız emeklilerden biriyim ve iş hayatına atıldığım, emekli olduğum günlerden bu yana ekonomik olarak en zor günleri yaşıyorum. Aldıklarımı son derece tasarruflu kullanıyorum. Mesela bir hafta için meyve olarak sadece karpuz alabiliyoruz.

Geçen gün hastane dönüşü karpuz almak için pazara uğradım. Baktım her zaman alışveriş yaptığım karpuzcumla bir müşterisi konuşuyordu. Daha doğrusu ben konuştuklarını sanıyordum, tartışıyorlarmış. Müşteri karpuz fiyatı konusunda şikâyetçiydi. “Hep pahalılığı sizler yapıyorsunuz; marketçiler, dükkânlar etiket değiştiriyor, siz her hafta daha yüksek fiyattan satıyorsunuz, hele hele o zincir marketler…” diye sesini yükseltmeye başladı. Kendi ürettiği ürünleri satan bir çiftçi olan karpuzcum da müşterisini incitmemek için sakin bir şekilde “Mazot son üç ayda neredeyse iki misli arttı, MTV’yi iki defa alacaklar, Tarım Kredi Kooperatifi’nden aldığım krediyi ödeyemedim. Her geçen gün üstüne faiz biniyor. Mal mülk satmadan borcumu ödemeye çalışıyorum. Zaman zaman iş bulursam pazara eşimi gönderip kendim ameleliğe gidiyorum. Bu durumda pahalılığın nedeni ben mi oluyorum şimdi?” diye sordu. Müşteri daha yüksek sesle “Şükret kardeşim şükret!” diye bağırdı. “Bak yollarımız, köprülerimiz, havaalanlarımız var; İHA’larımız, SİHA’larımız göklerde, ‘Togg’ bile çıkardık. Dünya bizi kıskanıyor, eskiden ambulans mı vardı, hastane mi vardı? Şehir Hastanelerimiz var, İlaç kuyruklarında sabahlıyorduk. Şükretmeyi bilin önce!”

Bu son cümleyi duyunca çıldırdım sanki. Tam da yarama bastı.

“Siz farklı bir dünyada mı yaşıyorsunuz kardeşim?” diye haykırdım. "Adam ekmek parasından söz ediyor, borcunu ödeyemiyor borcunu! Bu adama sor bakalım hayatında havaalanına gitti mi, o bahsettiğin köprülerden geçti mi, o Togg’u hayatı boyunca alabilecek mi?

Hastaneye gelince eskiden sıra vardı doğru ama günümüzdeki bu teknoloji sadece bizde değil dünyanın hiçbir ülkesinde yoktu. Sıra bekliyorduk fakat aynı gün hepimiz muayene olabiliyorduk. Şimdi pek çok branşta aylarca sonraya gün veriliyor. İlaçların pek çoğunu paramızla alıyoruz. Elimizde kalan KİRADA OTURAN, TEK MAAŞLI BİR EMEKLİNİN GEÇİNEMEYECEĞİ GERÇEĞİ!”

Daha neler dedim hatırlamıyorum ama özeti bunlardı. Asıl dile getirmenizi istediğim bunlar değil. Etrafımızda onlarca kişi birikmişti ve sadece seyrediyorlardı. Sanki ağızları bağlanmıştı. Nasıl böyle tepkisiz bir toplum hâline dönüştük biz?

Üstelik benim yaşadığım yer muhalefetin %70’e yakın oy aldığı bir yer.

Ben, bunları söyleyince adam etrafı göstererek “Bütün bunların sebebi ahlakın bozulması. Etrafına bak, ahlak falan kalmadı, Allah da cezasını veriyor işte!” dedi.

“Çok haklısın!” dedim adama, “Tabii ya! Ahlak kavramında, dürüstlük, çalmama, yolsuzluk yapmama, yalan söylememe yok! Sizin anladığınız anlamda ahlak, Amerika’da, Almanya’da, Belçika’da, Japonya’da çooooook iyi olduğundan Allah onları cezalandırmıyor da bizi cezalandırıyor. Evet evet! Bütün sorun ahlakta, zamları yapan da Allah?”

Yazarın Diğer Yazıları