Uluslararası hukuk!
Son günlerde, özellikle İngiltere’nin Ruanda planını meclisten geçirmesiyle birlikte bizdeki sığınmacıların geleceği yine masaya yatırılır oldu.
Uluslararası hukukun izin vermeyeceğini iddia edenler benim dikkatimi çekiyor.
Bu konuyla ilgili defalarca yazdım, yazmaya da devam edeceğiz gibi görülüyor.
Suriyelilerin hukuki statüleri birçok kesim tarafından umursanmıyor. Hatta öyle ki siyasetçiler, akademisyenler ve yorumcular durumu önemsemeden terimler kullanıyorlar. Suriyeliler için mülteci, göçmen, muhacir gibi akla ve ağza ne geldiyse kullanılıyor.
‘Düzensiz mülteci’ ise benim duyduğum en garip tabir oldu. Meseleye hâkim olmadan bu konunun çözülemeyeceği kanaatindeyim.
Düşünsenize, topluma ‘şu grubu’ göndereceğiz diyorsunuz. Ama daha o grubun kim olduğunu, statülerinin ne olduğunu bilmiyorsunuz.
Suriyelileri ülkelerine hukuki yoldan göndermenin bir numaralı yolu da ‘hukuki statülerinin’ net olarak bilinmesinden geçer.
Aslında kavramlar çok basit ve anlaşılır. Kısaca bahsedelim.
Bu yanlışlıklar silsilesi arasında en çok yapılan hatalı kullanımlardan bir tanesi ‘Suriyeli mülteciler’. Mülteci teriminin Suriyelilerle herhangi bir bağı bulunmuyor.
Mülteci statüsü, 1951 yılında imzalanan Cenevre Konvansiyonu ile düzenlenmiştir. Buna göre ‘coğrafi kısıtlama’ ile yalnızca Avrupa’da gelişen olaylar sonucu ırkından, dininden, vatandaşlığından, belirli bir gruba mensubiyetinden ya da siyasi sebeplerle zulüm görme ihtimalinden dolayı talepte bulunan Avrupa vatandaşlarına verilen statü ‘mülteci’ statüsüdür.
Örneğin Eski Yugoslavya iç savaşından ülkemize gelen Boşnaklar, ırklarından ve dinlerinden dolayı zulüm görme ihtimali çerçevesinde ‘mülteci’ olarak nitelendirilmişlerdir.
Avrupa dışından gelenler ise yukarıda sayılan 5 sebepten dolayı zulüm görme ihtimaline karşı ‘şartlı mülteci’ statüsünde yer almaktadır. Ancak aradaki tek fark, Türkiye, Avrupa’dan gelenlere Cenevre Konvansiyonu’nu uygularken, Avrupa dışından gelenlere ise uluslararası hukuk yerine iç hukuk kuralları uygulamaktadır.
Karıştırılan bir diğer kavram da göçmendir. ‘Suriyeli göçmen’ tabiri son derece yanlış bir kullanımdır. Türkiye’de ‘göçmen’ terimi 1934 yılında yasal mevzuatla tanımlanmıştır. Buna ‘göçmen’ kavramı “Türkiye’de yerleşmek maksadıyla dışarıdan bireysel veya kitlesel olarak gelmek isteyen ve Türk soyundan olanlar…” olarak tanımlanmıştır.
İskân Kanunu’na göre Türkiye’ye gelen Suriyeliler Türk kökenli olmadıklarından dolayı bu kişilerin göçmen olarak tanımlanmayacağı anlaşılmaktadır.
Türkiye’ye karşı kitlesel bir akın olması durumunda ise oluşacak hukuki statü ‘geçici koruma altındaki yabancılar’dır. Bu statü yalnızca Türkiye’ye özgü değil, uluslararası hukuk ve Avrupa Birliği’nin 2001 yılında yapmış olduğu yasal düzenlemede de yer almıştır.
Türkiye de Avrupa Birliği hukukunu takip edip, iç hukukuna aktardığı için bu statüyü kullanmıştır. Bu bağlamda Suriye’den gelenlerin statüsü ‘geçici koruma altındaki yabancılar’dır. Kitlesel bir akınla gelmiş olmaları bu durumu doğurmuştur.
Özetle, Suriyeliler Avrupa’dan gelmedikleri için mülteci, Türk soyundan gelmedikleri için de göçmen statüsünde değillerdir. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile bu kanuna dayanak alarak çıkarılan Geçici Koruma Yönetmeliği’ne tabidirler.
2014 yılında yürürlüğe giren Geçici Koruma Yönetmeliği sebebiyle statüleri ‘geçici koruma altındaki yabancılar’ veya ‘geçici korumadan yararlananlar’dır.
Türk milletinin geleceğine ilişkin en büyük sorunlarından birine sebep olan kitleye ilişkin söz söyleyebilmek için hukuki çerçevenin net bir şekilde çizilmiş olması gerekmektedir.