Divan Edebiyatından günümüze: Aşk ve Şiir
"Ey kemân-ebrû şehîd-i nâvek-i müjgânunam
Bulmuşam feyz ü nazar senden senin kurbanunam''
''Ey yay kaşlı sevgili! Oka benzeyen kirpiklerinin şehidiyim. Senin bakışının bolluğunu bulmuşum, senin kurbanınım.'' Ne de güzel söylemiş büyük şair Fuzuli! Şu ahenge, şu kelime seçimine, en önemlisi de şu ruha bakın! İşte divan edebiyatının büyüklüğü ve derinliği, böylesine güzel beyitlere katılan ruhtan gelmektedir. Özellikle konu aşk ise o zaman okuduğunuz her beyitte tabiri caizse iç gıdıklanmasına hazırlıklı olmalısınız.
Efendim, divan edebiyatında şair daima âşıktır. Her şey sonuçta aşk ile ilgili görünür. Aşk samimidir. Maddiyat ile ilişkisi yoktur. Aşığın gıdası üzüntüdür. Sevgili ile olan beraberliği daima hayalidir. Sevgiliye ait bir özellik, bir bakış, bir söz âşık için sarhoşluk nedenidir. Sevgili yüz vermedikçe aşığın aşkı artar. Bundan kurtuluş ise ya tahammül ya da sefer iledir. Aşık birinci yolu seçer. Aşk yolu ne kadar tehlikeli olursa olsun buna sabretmesini bilir ve o yolda yalın ayak başı açık yürür.
Yani kısaca ''Divan edebiyatında aşk nedir?'' Diye bir soru sorsak ''beladır'' diye cevapladığımızda hata yapmış sayılmayız. Evet, aşk âşık için bir beladır. Yani bir afettir. Fakat bu afet aşığın belayı sevmesini bundan zevk almasını sağlamıştır. Bizim denizkızı dediğimiz başından beline kadar insan, belinden aşağısı balık olduğu söylenen efsanevi yaratıklara afet denirmiş. Bu tür afetlerin yüzü o kadar güzelmiş ki onları bir defa gören kişi bir daha iflah olmayacak derecede aşk belasına tutulup helak olurlarmış. Bugünkü kullandığımız afet kelimesini bu efsaneye dayanarak kullanmaktayız.
Divan edebiyatında aşığı besleyen en büyük unsurlar: afete olan aşkı, aşkından dolayı çektiği ıstırap ve ona ulaşamamasıdır. Laedri yani anonim olan aşağıdaki:
''Afet mi nesin ah nesin sen nesin ey can
Her derdim unuttum da senin aşkına düştüm''
beyit de bu durumu çok güzel özetlemektedir. Âşık aşkından dolayı bütün dertlerini unutacak kadar kendinden geçmiştir.
Yine baktığımızda ilk mısrada çekilen ''ah'' bir acı ünlemidir. Sevgilinin gönlünden çıkan bir dumanı temsil eder. Âşık bazen öyle ateşli ah eder ki onun ateşinden gökte yıldızlar, ay ve güneş tutuşur, yanar. Nitekim bu nedenle parlamaktadırlar.
Yerine göre ah, namludan fırlayan bir top gibidir, her yeri yerle bir eder. Bazen bir bayrak olur, göklere çekilir. Bazen rüzgârın önüne katılıp sevgiliye aşığın durumunu anlatan bir tercüman olur. Ateşli ahların tesiri sevgilinin demir ve taş gibi olan gönlünü yumuşatır. Yine bu ateşler ile sevgilinin mahallesi tutuşacak ve aşığın gözyaşları seli ile söndürülecektir. Bütün bunlara rağmen sevgili kayıtsız kalır ve aşığa yüz vermez. Bu onun için gurur okşayıcı bir durumdur devamını arzular.
Ahın en önemli sebebi sevgiliye kavuşamamak ve onun özlemini duymaktır. Oysa küçük bir ihtimal ile aşık sevgilisine kavuşacak olsa bu ahlar yine devam eder. Çünkü aşık bu sefer de ayrılık anını düşünerek ah edecektir. Bunları okurken son derece mazoşist ve psikopatça olduğunu düşündüğünüzü hisseder gibiyim sanki. Bugünkü gözle öyle diyebilirsiniz fakat divan edebiyatı büyük bir kültürdür. Ciddi bir zenginlik ve gelenektir. Divan edebiyatını bilmeyen için psikopatça sayılabilecek olan bu aşk, âşık için ise yaşarken sevgilide cenneti görmek demektir.
Yine baktığımızda ''Afet mi nesin ah nesin sen nesin ey can'' derken buradaki ''can'' mefhumunda muhteşem bir derinlik muhteşem bir ruh vardır. Divan edebiyatında can aşığın elindeki tek nakittir. Onunla sevgilisinin aşkını satın almak ister. Sevgilisinin âşıktan yüz çevirmesi canın bedeni terk etmesi gibidir. Sevgilinin dudağı can bahş (can bağışlayıcı) bir özellik taşır. Tabi bu dudaktan ortaya çıkan sözler de aynı niteliğe bürünür. Aşığın binlerce canı olsa yine de sevgili uğruna hepsini fedaya hazırdır.
Sevgiliye ait bir başka özellikle ilgili örnek verecek olursak Bahayi'nin beyitinden bahsetmemiz isabet olacaktır:
''Dünyayı harab etti o mestane bakışlar
O çeşm süzüşler o gazalane bakışlar''
Şeyhülislam Bahayi'nin bu dizelerinde sevgilinin ceylan bakışları, göz süzüşleri fitne çıkararak herkesi aşık etmeye ve dünyayı birbirine katmaya yeterli görülür. Divan edebiyatının sevgiliye ait özel mazmunları vardır. Sevgilinin gözleri ahudur, sevgilinin yüzü nuruyla aydır. Ona kimsenin eli değmemiş, kimse yanına yaklaşmamıştır. Her gece görünmez, bir yerde duramaz, uzaktan seyredilir, yükseklerdedir, karanlığı aydınlatır. Ayın buluttan çıkışı sevgilinin elbisesinden soyunmasıdır. Ay tutulması ise sevgilinin saçlarının yüzünü örtmesidir.
Yıldızlar ayın gözyaşları gibidir. Ayın hilal şekline bürünmesi, sevgilinin kaşının nasıl olduğunu göstermek içindir. Ayın hilal oluşu, aşığın çektiği sıkıntılardan dolayı zayıflaması yahut ihtiyarlayıp kamburlaşmasıdır. Bir örnekle Aşki'nin
''Sen hilal ebrudan ayru ıyd matemdir bana
Kimse bayram eylemez çün kim görünmeye hilal''
(Sen hilal kaşlıdan ayrı iken bayram bana matemdir.
Çünkü hilal görünmezse kimse bayram yapmaz.) bu beyitindeki anlam inceliği takdire şayandır.
Divan edebiyatında aşk, âşıklık bir davranış tarzı bir çeşit modadır. Güzel sevmenin kendine özgü hal ve tavırları olan bir dönemde aşk, kaynağını ''Aşık olup da aşkını gizlemekle beraber iffetini muhafaza ederek ölen, şehittir'' hadisinden almaktadır. Örneklerimizi ve mazmunlarımızı sayfalarca çoğaltabiliriz.. Pekâlâ, böylesine itina ile seçilmiş kelimeler ve beyitlere nazaran günümüzdeki aşkın karşılığı nedir diye sorduğumuzda özellikle sosyal medyada gençler arasında kullanılan aşk sözlerini (!) gözlerimizin önüne getirelim.
''Ben alışmaya karşıyım/Alışmak da bana
İstersen korkak de /ama alışman lazım deme'' Artık ne yazık ki bu cümlelere şiir diyerek aşk acısı yaşayan bir gençlik meydana geldi. Twitter, facebook gibi sosyal mecralarda sevgiliye edilen küfürlere dahi aşk şiiri nitelemesi yapılıyor. Türk gençliğinin Türk edebiyatı gibi bir kaynağı varken ve bu kaynakta en derin hislerle en güzel şiirler örülmüşken bizim gençlerimiz niçin basit cümlelere ve rastgele seçilmiş kelimelere derin anlamlar yüklemeye çalışıyorlar? Bu durum hem bir eğitim problemidir hem de bir ruh, bir maneviyat meselesidir!
Ne yazık ki kolay inanan, kısa ise okuyan, hızlıca anlamaya çalışan, hemen kanan, düşünmeden hareket eden vs. Böyle birçok mevzuda kolaya kaçarak her şeyin en basitinden beslenmeye çalışan bir gençlik meydana geliyor! Bir toplum şiir kültüründen, edebiyat kültüründen ne kadar uzaklaşırsa o kadar da ruhundan uzaklaşır.
Aşk ve şiir toplumun her yerindedir. Eğer bu kavramları basite indirir, önemsemezsek birçok konuda iflah olmayacağımız aşikârdır. Sevmeyi bilmeyen bir toplumun birlikte hareket etmesi de başarıya ulaşması da çok zordur. Ne yazık ki günümüzde özellikle gençlerin yoğun sosyal medya kullanımı ile birlikte sevmek mefhumu herkesin birbirine kolay ulaşması ve hemen alternatiflerini dahi hazırlaması dolayısıyla çok basit bir mevzu gibi görülmektedir. İşte o zaman bizler ''Yalnızca şairler mi güzel sözler söylerler?'' diye bir soru sorarız. Çünkü kibarlık, incelik gibi çok hassas değerlerimiz git gide yok olmaktadır.
Gülüm şöyle gülüm böyle demektir yare mu'tadım /Seni ey gül sever canım ki canana hitabımsın... '' gibi harika beyitler yazan ruhu nerede kaybettik? Bu beyitler ne ara ''sen kalbine sığdırabildiklerin kadarsın delirdin çünkü tek başınasın'' gibi sözlere dönüşüverdi? Bizim zekâ seviyemiz, şiir algımız, ruhumuzun inceliklerinde kopma mı meydana geldi eğer böyle bir durum varsa bunun nasıl üstesinden gelebiliriz ivedilikle üzerinde durulması gereken bir meseledir.
Tanpınar şiiri "Şiir, bir iç kale sanatıdır. Çünkü dil, vasıta olarak değil, malzeme ve nesiç olarak kullanıldığı zaman milletin iç kalesidir. Böyle alınınca, bir milletin insanının, tarihinin, kültürünün ta kendisidir, köpüğüdür, çiçeğidir, tacıdır. Onunla yapılan sanat, bir iç kale sanatı olur. Zaferlerini yavaş yavaş oradan yapar. Şâirin Roma'sı kartallarını zamanla surlarının dışına çıkarır.'' Diyerek tanımlar.
Arzumuz şiire ve edebiyata olan arzunun git gide daha da artması yönündedir. Aksi takdirde ''O mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler'' mısrasında olduğu gibi böylesine kültür hazinesi içerisinde kendimizi bizim olandan mahrum bırakırız.