Türk Sağı’nın kendi ‘mahallesi’
Bugün Türkiye’de düşünce ve politik yaşamda, Türk Sağı ve mahalle kavramının yerleştiğini gözlemliyoruz. Mahalle, taşra ve devlet ilişkileri bu çerçevede ele alınabilir. Mahallenin vicdanı ve etik değerleri, aydınlar ve muhalifler tarafından sürekli olarak sorgulanmaktadır. Saygın politikacılar ve entelektüel kamuoyu, Türk Sağı’nın dönüşümünde mahalleyi hem kavramsal hem de pratik olarak tartışmaya açmışlardır.
Mahalle, özellikle belirli yaş grupları için çocukluk ve gençlikle ilgili aidiyet duygusunu temsil eder. Mahallenin kızı, mahalle takımı, mahallenin imamı veya mahalle kavgası gibi kavramlar bu duyguyu pekiştirir.
1970’lerin kapalı ideolojik iç savaş yıllarında bile, bugünkü kadar kutuplaşma, yabancılaşma veya ötekileştirme görülmemekteydi. O zamanlar mahallenin devrimcisi, mahallenin faşistini veya milliyetçisi, mahallenin komünistini karşı mahalleden gelenlere karşı korurdu.
1980’lerde başlayan hızlı inşaat faaliyetleri, metropol şehirlerde mahalle kültürünü erozyona uğrattı. Mahalleden ayrılan insanlar, cemaatler veya kimlikler üzerinden sanal üst mahalleler oluşturarak güvenlik duygularını orada aramaya başladılar.
Seküler beyaz yakalı orta sınıf, bireysellikte özgüvenlerini geliştirerek mahalle güvenliğine olan ihtiyaçlarını azalttı. Laik kesimin orta yaş ve üzeri bireyleri ise, yaşam tarzı veya şeriat endişeleri nedeniyle tepkisel yarı sanal mahalleler oluşturdular.
Sağ mahallenin temel bir özelliği, bireysel ahlak ve vicdanın bireyler arasında yüksek seviyede olması, ancak ötekine karşı kitlesel ahlak ve vicdanın grup kimliği ve şemsiyesine bırakılmasıdır. Bu, aile ilişkilerine kadar uzanan yerel bir süreçtir ve Türk Sağı’nın betimlenmesinde mahalle ve bağlı taşra-köy dinamiği önemli bir referans noktasıdır. Popüler bir bakış açısından, Türk Sağı mahallesi, dönüşemeyen Anadolu köylülüğünün taşrası olarak da görülebilir.
1970’ler Türkiye’si, ideolojilerin çatışmasına sahne olmuşken, bugün yaşanan kutuplaşma kimlikler üzerinden dikey bir düzlemde gerçekleşmektedir. Bu kutuplaşmanın artan yabancılaştırma boyutu, yaşam tarzı odaklı ve kültürel bir nitelik taşımaktadır. Kimlik, politik aidiyeti ve farklı ideolojileri bünyesinde barındırarak büyük bir sanal mahalle çatısı oluşturur.
Dijital çağ ve iletişim devrimi, bilginin hızla yayılmasını ve manipülasyon ile komplo teorilerinin yayılmasını kolaylaştırmıştır. Bu gelişme, sağ mahallenin yankı odalarını güçlendirirken, mahalleli kaybettiğinde yaşam alanını bulamayacağı endişesini taşır.
Türk Sağı mahallesinde, semboller, gelenekler ve ağabeylik, artık sadece partizan bir kimlikle özetlenebilir hâle gelmiştir. Bu durum, son yıllarda azalan sosyal sermayenin de bir göstergesidir.
Mahalle, günümüz Türkiye’sinde duygusal kutuplaşmanın ve ötekileştirmenin merkezi hâline gelmiştir. Bu durum, mahalle içinde sevgi, dışında ise nefret olarak kendini gösteriyor. Mahalle veya grup dışındakilere duyulan şüphe, toplumsal gruplar arasındaki geçişkenliği ve hoşgörüyü azaltıyor. İktidarın sürekli aynı ellerde kalması, yönetimi kolaylaştırıyor ancak bu, muhalefetin mahalleyi ikna etmesini güçleştiriyor. Eğer mahallede entelektüel bir bireyseniz, sık sık kendinizi mahalleli dostları ikna etmeye çalışırken bulabilirsiniz; diğerleri ise size Karagöz gibi görünebilir. Devlet, mahalleye partizan kimlikler taşıma ve ayrımcılık yapma konusunda adeta bir güvence sağlıyor. Bu, mahalle bireylerinin ötekini anlama yeteneğini zayıflatıyor. Mahallenin siyasetçileri, Anayasa dâhil olmak üzere, sınırlara saygı göstermeme eğiliminde, bu da toplumsal sağduyuyu sarsıyor. Bu korkutucu eğilim, mahalle bireylerinin kendilerini değersiz hissetmelerine ve sorumluluk almaktan kaçınmalarına neden oluyor.
Günümüzde mahalle, popülist güvenlik, dinî ve etnik kimlik üzerine kurulmuş durumda. Bu, popülist beka siyasetine destek verilmesini veya buna karşı çıkılmasını bir inanç meselesi hâline getiriyor. Sınırlı, indirgeyici veya çarpıtılmış bu gerçeklik algısı, ne yazık ki mevcut İslam anlayışını da bir tür epistemik tuzak veya zihinsel işkencenin parçası haline getiriyor.