Beşiktaş, güle oynaya gruplara kaldı: Zafer gecesini Zafer Arapkirli yazdı
Dinamo'nun buraya ilk gelişi değil.
İnönü'de yıllar boyu ne "efsane" maçlar oynadık bunlarla.
Ve tabii, Mircea Lucescu'nun da ilk yürüyüşü değil bu çimlere.
2003'te, tarihi 100'ncü yıl şampiyonluğunun "Komutanı"ydı burada, İnönü'de.
Maç başlarken merak ettiğim bir şey, Bükreş'te olduğu gibi her iki ülkenin de milli marşlarının (Ukrayna - Rusya savaşı nedeniyle) okunup okunmayacağıydı. Bükreş'teki uygulamayı garip ve yersiz bulduğumu yazmıştım. Çünkü UEFA'nın "maçlara, turnuvalara siyaset sokmama" uygulaması ile çelişiyordu.
Burada söyletmediler marşları. Sadece Kiev takımı maç öncesi seremonide Ukrayna bayrağı açmakla yetindi. Orada bile "siyaset" var da... Haydi o kadarına ses etmeyelim.
Bunları neden dert ediniyorsun denilebilir.
Bizim oyuncularımız "Asker selamından" dolayı bile uyarı aldı bu uluslararası federasyonlardan da ondan..
Neyse...
Bükreş'te geçen hafta çok zorlandığı maçı, 90+4'te adeta "söküp" alan ve Bahtiyar Zeynutdinov'un harika golü ile taraftarını zevkten dört köşe eden bu gece sahaya çıkarken "esami" listesine bakıldığında, taraftarı tribünde biraz olsun endişeye sevketti.
Defansın göbeğinde artık "iyi işliyor" dediğimiz ve giderek daha da güven vermeye başlayan Colley - Amartey ikilisi, Amartey'in sakatlığı nedeniyle "bozulmuş", Masuaku'nun da yokluğu ile makinenin "dişlilerinde" bir önemli eksik daha oluşmuştu.
Buna rağmen, hep sağ açıkta alıştığımız Onur Bulut'u sol beke alan Şenol Hoca, sağ açığa Rashica'yı koyarak "yeni bir şey" deniyordu. Yanılmadı da.
Rosier - Rashica (zaman zaman Muleka) ortaklığı ilk yarıda iyi çalıştı o kanatta.
Ama buna rağmen, Bükreş'teki ilk maçın ilk 15 dakikasında Kiev ekibinin "Aman abi! Ne oluyoruz?" dedirten baskısından eser yoktu. O yüzden çok moralli başladı Beşiktaş. Hatta, daha ikinci dakikada Muleka yakın mesafeden kaleciye nişanlamasa, "siftah golünü" bile atabilirdi.
18'de yine Muleka, yine yakın mesafeden kaleciye nişanladı.
Bir dakika sonra 19'da, yine Muleka, kale direğine nişanladı.
"Haydi hayırlısı..." dedik tribünde hep birlikte.
Bir hayır vardır bu işte..
23'te Dinamo ilk kez geldi Beşiktaş kalesine, yapılan vuruş üstten auta giderken, gözlerimiz, "göz göre göre" o tehlikeli vuruşu yaptıran Omar Colley'e takıldı.
Hemen akabinde Kiev'i geride boş ve kalecisini de ileri çıkmış yakalayan Aboubakar, biraz daha iyi "mühendislik çalışması" yapsa, avlayabilirdi rakip kaleci Bushchan'ı.
32'de Aboubakar'ın zekası ve fırsatçılığı ile tam ceza sahası önünde aldığı topu Kiev defansı "elle" mi çeldi? Akıllarda bir soru işareti kalmadı değil.
Beşiktaş takımının da akılları değil kendileri de orada kalınca, atağa çıkan Kiev'i Onur Bulut ancak sarı kart cezası ödeyerek durdurabildi. Bunlar takım halinde düşünmeye ve hareket etmeye dair önemli dersler.
"Orada" kalmayacaksın arkadaş.
38'de (Bükreş'teki ilk maçın yıldızı) Gedson'un oldukça müsait bir açıdan frikik vuruşu yan ağlarda kaldı.
Beşiktaş'ı bu dakikalarda bir gol "ilaç" gibi gelebilirdi.
39'dan itibaren 2 dakika boyunca anlamsız bir baskı yedi kalesinde Beşiktaş. "Anlamsız" diyorum, çünkü rakibe hediye edilen toplarla oluşan bir baskıydı bu. Pek organize gelişleri yoktu Kiev'in.
İlk yarıda daha üstün görünen ve güven veren Beşiktaş, soyunma odasına 0-0'lık skorla giderken, "Haydi" dedik, "Başladığı gibi bile bitse geçiyoruz turu..."
İkinci devreye yine tempolu ve istekli giren Beşiktaş yine rakip kaleyi terletmeye başlamıştı ki, 50'nci dakikada rakibe verilen bomboş bir kontratak fırsatı pahalıya mal olabilirdi.
Tam bu pozisyonun tekrarını izlerken, 52'de Aboubakar'ın harika golü ile tribünler çılgına döndü.
Güzel çalımlarla ceza sahasına girip kaleciyi avlayan Abou, bu maçta da fileleri havalandırdı. Golün sevincini biraz abartıp rakip yedek kulübesine yönelen Aboubakar, sarı kartı da görüyordu. Ne gerek vardı?
57'de sağdan gelen "cillop gibi" ortaya Muleka etkili vurabilse, maç "daha orada o dakikada" kopabilirdi.
Sonraki dakikalarda biraz vites küçülten Beşiktaş'ta, biraz sıcağın etkisiyle yorulma emareleri, biraz da kanatlar ve ortadaki elemanların "hız senkronizasyonu" sorunu, ileride çoğalmayı engelliyordu.
Böyle durumlarda, "saman alevi" pozisyonları beklemek zorunda kalıyoruz tabii ki.
Onlar da (Yağmurlu havada İstanbul taksisi gibi) her zaman gelmiyor.
Bereket, Dinamo Kiev'in durumu da benzerdi.
Bu arada, maçın başından beri "Süper Joker" Necip Uysal'ın, göbekteki olağanüstü özverili performansını bu yazıya "iliştirmezsem" eksik kalır...
Bu çocuk, (artık 32 yaşında ama) 2004'ten beri aldığı her bir kuruşu hak ediyor bu takımda.
Terinin her damlasını helâl etmesini diliyorum.
Bir dünya starı değil, Türkiye'nin de "Starlarından biri" olmadı ama.
Necip "hep var ve hep özveri ile çalışıyor"
75'inci dakikada o ana kadar çok çalışan ama en az 4 gol kaçıran Muleka ile biraz ağır kalan Rashica'yı oyundan alan Şenol Güneş, yerlerine Ante Rebic ile ilk maçın kahramanı Bahyitar Zeynudinov'u sahaya sürdü.
Dakika 80'de, yanımda oturan sevgili meslektaşım Mehmet Tezkan ile "İyice yürümeye başlayan Aboubakar'ı çıkarıp, güvenip de Cenk'i alabilecek mi, Hoca?" diye konuşurken, bu değişiklik gerçekleşti.
Tam 90'ıncı dakikada, 5 dakika "ek süre" gösterilmeden önce Salih Uçan'ın yerine Chamberlain girince, Beşiktaş bir çift "taze ayakla" buluşuyordu.
Artık, turu geçmeye ve gruplara kalmaya sadece 4 dakika kalmıştı.
Geride kalan dakikalarda akıllı ve kontrollü oynayan Karakartal, taraftarı önünde, eksiklerine rağmen göz dolduran bir performansla UEFA Konferans Ligi'nde gruplara kalmayı başardı.
İnönü'den, başı dik çıkan taraftara bı bunaltıcı havada bu galibiyet "İlaç gibi" geldi.
İlk maçın kahramanı Bahtiyar, maç sonunda "Tribüne üçlü çektirilmesi" de çok anlamlı bir jestti...
Bahtiyar üçlüyü çektikten sonra, stat hoparlöründen Kazakistan’dan gelen “Dombıra eşliğinde Beşiktaş Şarkısı” çalınınca tam çilekli pasta oldu