Dev derbi değil tatsız derbi: Zafer Arapkirli yazdı...

Dev derbi değil tatsız derbi: Zafer Arapkirli yazdı...

DEV DERBİ DEĞİL TATSIZ DERBİ

Ligin faul rekorunun kırıldığı ve isabetsiz şutlarla kartların havada uçuştuğu bu maç, aslında yas tutmamız gereken bir günde neden oynandı?

Saatler 19.00’u gösterdiğinde, kaba bir tahminle on milyonlarca insan TV başında, on binlerce insan da Kadıköy’de Fenerbahçe Stadı’nın tribünlerinde yerini alıp “Dev Derbiyi” izlemek izin pozisyon aldı.

Aldı almasına da...

Hani, ağızların tadını kaçırmak gibi olmasın ama...

Aslında, olursa olsun.

Tad mı kalmış ağzımızda?

Gün, futbol izleyip gole gollere sevinmenin, bu iki takımın taraftarlarından biriyseniz, yanımızdakine sevinç içinde sarılıp şarkılar, türküler, marşlar söylemenin ve bayrakları coşkuyla sallamanın, “lay lay lay lay lay loooom” diye haykırmanın günü mü?

İki gündür, 12 kahraman memleket evladının şehit olması sonrasında ağır bir mateme bürünen 12 evin, 12 mahallenin, 12 ilçenin acısını paylaşmayacağız da ne gün paylaşacağız?

Çok mu zordu ulusal yas ilan edip en azından günlük yaşamımıza bir “vites küçültüp”, ara vermek?

Maça, eğlenceye, normal rutin etkinliklerimizi en azında n3 günlüğüne filan tatil etmek?

Biliyorum, “zor” diyeceksiniz.

Nedeni de belli.

“Endüstri”nin çarklarını durdurmak olmaz değil mi?

Dünya yıkılsa, daha doğrusu “bu düzenden nasiplenenlerin dışında birilerinin” dünyaları yıkılsa bile hayat devam etmeli, değil mi?

Dünyanın koca bir sanayi sitesine, buna bağlı olarak kocaman bir kumar masasına dönüştüğü günümüzde, ne olursa olsun futbol endüstrisi de tatil yapmamalı değil mi?

Bu ne vicdansız bir dünyadır böyle?

Bu ne umursamaz bir canlı türüdür böyle?

Bu ne utanmazca parayı. Geliri, hasılatı, bahis ve yayın gelirlerini herşeyin üzerinde tutan bir alemdir böyle?

Peki, herşeye rağmen ertelenmeyen etkinliklerden biri olan bu sözümona “dev derbi”ye baktığımızda, en azından ilk devre buna değer bir manzara gördük mü?

Asla!..

Belki kısmen bu satırları yazarı, her iki takımın da taraftarı olmadığından olabilir. Ama şöyle bizi oturduğumuz yerden hoplatacak zıplatacak bir pozisyon göremedik ilk 45 dakikada.

Sıfır isabetli şut, sıfır yüzde yüz gol şansı getireceğine inanındıran bir pozisyon.

Bolca faul, bolca tartışma, bolca hekeme itiraz, bolca “rakibi oynatmama, top kullandırmama” çabası.

Bu tür maçların ilk dakikalarında en azından ilk 10-15 dakikasında klasik bir “aman abi, neme lazım erken bir gol yemeyelim de... Önce rakibi tartıp sonra üzerine gideriz” anlayışı hakimdir.

Ama bu abartıldığında, futbolun bütün tadı kaçar.

Tam 20 faul gürdük ilk yarıda.

Bugün de maçın başından beri gözlerin üzerinde olduğu Djeko da, Icardi de, Ferdi de, Kerem de, Barış Alper de, Tadic de bir şey üretemediler.

İyi de millet kimi izlemek için toplantı tribüne ve ekran başına?

Kalecilere bile pek bir iş düşmeyen bir maçın ne anlamı var? Söyler misiniz bana?

Bir zamanların harika çocuğu Cengiz Ünder’in de eski tadı zaten yok.

İsmail Kartal, onun yerine ikinci devreye girerken İsmail Yüksek’i alınca, “Neden zaten onunla başladı?” dedirtti.

Defanslar tedirgin ama sonuçta (skor levhasına baktığımızda) başarılı, orta sahalar koca birer soru işareti.

Zaten ağzımızın tadı kaçık.

Bir de futbol adına bir şey görmeyince...

“E o zaman neye değiyor?” dedik.

Bu mu “Dünya Derbisi?” yani?

Bu mu, şehitlerin yasını tutmak yerine, ekran başına milletin saflandığı “büyük maç”?

İkinci yarıda biraz daha “tempo yapar gibi” görünen iki takım ve oyuncu değişiklikleri var.

Ama ilk isabetli şut 70’nci dakikada Hekim Ziyech’ten geliyor. O da Fenerbahçe kalecisinin ellerinde eriyor.

Bu mu yani?

Dakika 83...

Skorboard’a değil de istatistik tablosuna bakıyorum.

Tam 37 faul düdüğü çalmış tam 5 sarı kart göstermiş hakem Arda Kardeşler...

Dakika 90

Faul sayısı 43... Sarı kartlar 7'ye çıkmış...

İsabetsiz şut sayısı 11

Maçı izlemeyip bu yazıyı okuyanlar için, ne dediğim daha iyi anlaşılıyor sanırım?

İzlemiş olanlar zaten gözleriyle görüyor. Radyodan izleyenlerin de kafasında tam bir resim oluşturmuştur.

Dönüyorum yazının en başına.

Peki bu maç, bunca olup bitene, bunca acıya ve burkulmuş yüreklerimize ne kattı?

Niye oynandı?

“Endüstrinin çarkları durmamalı” değil mi?

Yazıklar olsun.

Yazarın Diğer Yazıları