Galatasaray Almanya'da ne yapacak? Zafer Arapkirli şimdiden açıkladı

Galatasaray Almanya'da ne yapacak? Zafer Arapkirli şimdiden açıkladı

Bu sabah gazetelerin spor sayfalarında, hattâ birinci sayfa “şürmanşet” başlıklarında genellikle hep aynı tema işleniyordu.

“Futbolun Adaleti yok...”

“Yazık oldu Cimbom’a”

“Ezdik ama yenildik”

“Aslan parçaladı ama yenildi...”

Ve buna benzer başlıklar.

Maçı izlememiş olanlar varsa, önce o bilgiyi aktaralım:

Galatasaray, Avrupa’nın ve dünyanın en güçlü futbol takımlarından Bayern München karşısında “harika bir futbol oynamış” ve rakibine “70 dakika gibi bir süreyle (futbol maçları 90 dakikadır) ecel terleri döktürmüş” ve fakat, maçı kendi sahasında 1-3 gibi net bir skorla kaybetmişti.

Yorumlar, “Futbolda adalet diye bir şey olsa, maçı Galatasaray’ın tarihi bir farkla kazanması gerekirdi. Ama olmadı. Rakibini adeta paramparça eden Cimbom, maalesef attığı bir penaltı golüne karşılık kalesinde 3 gol görüp, 3 puanı rakibine teslim etmek zorunda kaldı....” şeklinde özetlenebilir.

Önce şuradan başlayalım.

Futbol denen sporun “adaletle” filan bir ilgisi yok.

Yani, bu bir spor ve bazı spor dallarının müsabakalarında, “daha iyi olan” değil, o sporun gerektirdiği skoru elde edebilen ve o skor üzerinden puanı alabilen kazanıyor.

Bazı sporlarda bu iş öyle olmayabilir. Mesela bireysel bir spor olan tenis oynuyorsanız, daha iyi olan tabii ki daha çok sayı alabiliyor. Basketbol da biraz öyledir. Güreş boks vb sporlarda da daha çok yumruk değil etkili ve devirici - yaralayıcı yumruk atan rakibini yere indirir ve kazanır.

Ama futbol bambaşka bir oyun.

Bir kere kalabalık kadrolarla (11’e 11) oynanıyor ve o 11 kişinin saha içindeki birlikte gösterdikleri performans kadar, içlerinden bazılarının 1 ya da birden çok kez “topu çerçevenin içine sokabilmesi” ve daha da önemlisi, bunu rakip takımdan daha fazla kez yapabilmesi önemli.

Ve yine (futbola aşina olmayanlar için bir bilgi vermek gerekirse) bir futbol takımının, “futbolun tüm gerekliliklerini” yerine getirmesi, “örneğin daha iyi pas, daha isabetli paslar, daha çok koşmak, daha etkili çalımlar, daha yıldırıcı baskı, daha fazla ceza sahasına orta, daha çok korner atışı vb. yapması bile maçı kazanmayı garanti eden unsurlar değil.

Bu güzelim oyunda amaç, yani kazanmanın şartı, “topu üç direkten oluşan çerçevenin içine” rakibinden daha çok kez sokmaktır. Bunu yapamayan maçı kazanamaz. Tabii bir de “gücünü ve enerjisini akıllı – idareli kullanabilmesi” de gereklidir. Yani, rakip belki de sizi 70 dakika koşturur, yorar ve son 20 dakikada, üzerinize elini kolunu sallaya sallaya gelir “avlar”

Mesela Beşiktaş’ın geçen yıl “öldürücü presle başlayıp, sonra rakip ataklarında geriye dönemediği, yerlerde süründüğü o yüzden de 3 kontratakta pes edip nakavt olduğu” çok maç vardır...

Salı gecesi de biraz öyle oldu galiba?

Buraya kadar anlaşılmadık, öğrenilmeye gerek duyulan başka bir şey kaldı mı? Yoksa, Salı gecesi oynanan maçla devam edelim.

Galatasaray futbol takımı, maç başlamadan önce “kağıt üzerinde” hem futbol kalitesi, hem bugüne kadarki performansı, hem tarihçesi hem de sahaya sürdüğü oyuncu kadrosunun kalite ile önemli ölçüde ağır basan Bayern München’i, futbol aleminin kullandığı jargonla “Ezim ezim ezdi”... Anasından doğduğuna pişman etti” adeta.

Bir de yenaltı kazandı ve bu penaltıyı müthiş golcüsü İcardi’nin “göz okşayan (Panenka stili denen vuruş) penaltı vuruşu” ile gole çevirdi.

İkinci yarının da önemli bir bölümünde bu perfomansını devam ettirdi. Ama, penaltı vuruşunun haricinde, “akan oyun” dediğimiz oyunla başka gol bulamadı.

Buna mukabil, rakip Bayern takımı hem Galatasaray’ın ataklarını ustalıkla savuşturmayı becerdi, hem de çok basit hamlelerle yaptığı ataklarda 3 gol buldu.

Geçmişte, hem başka takımların hem de Galatasaray’ın bu tür maçları çok olmuştur. Benim aklıma geliveren en bariz ve tarihi örneği (belki pek çok kişi unutmuş olabilir ama) Fenerbahçe karşısında 6 Kasım 2002 aldığı tarihi 6-0’lık yenilgidir.

Hatırlayan hatırlar. Ya da o maçın bir kaydını veya özetini bulup izleyebilirsiniz. O maçta da üstün oynayan ve Fenerbahçe’yi (üstelik Kadıköy’de) bir hayli terleten taraf Cimbom’du. Ama Fenerbahçe neredeyse 6 kez gelip 6 kez gol yaptı.

Yine böyle bir maç daha vardır Galatasaray’ın Fener’i ezdiği ama (yanlış hatırlamıyorsam) Johnson’un frikik vuruşu ile 1-0 yenildiği.. Tarihi bir maçtı. Bilen bilir.

Sonuç? Bugüne kadar Türk futbolunun en çok konuşulan maçlarından biri oldu ve belki de tarih boyunca konuşulmayı hak edecektir. Neden mi? Fenerbahçe galip geldiği için değil, “Futbolun adaleti olmadığı” gerçeğinin tarihi bir örneğini teşkil etiği için.

Demek ki neymiş? Topla ne kadar çok oynadığınız, daha fazla pas yaptığınız, daha çok koştuğunuz (Salı gecesi GS 110.000 metre – 110 kilometre koşmuş toplamda) daha çok orta yaptığınız ve daha çok şut attığınız önemli değilmiş.

Şut demişken, Galatasaray’ın 20 şutunun sadece 4 tanesi isabetliydi Salı gecesi.

Bayern’in? 14 şutundan 7’si, yani her 2 şutundan 1’i isabetli. Bunların da 3’ü kaleye (çerçevenin içine) girmiş zaten.

O halde neymiş? Daha fazla pas değil, daha fazla orta değil, daha fazla gol yapacaksın. Mesela, Beşiktaş’ın ya da Fenerbahçe’nin de öyle maçları olmuştur ki, rakibine adeta çimenleri yoldurmuş olmasına rağmen, maçın belli bir bölümünde güçten düşmek, yanlış oyuncu tercihleri ya da anlık veya dönemlik hatalar yapmak gibi faktörler nedeniyle mağlup olmuşlardır.

İşin “duygusal tarafından” gidersek, Galatasaray Salı gecesi, maçın önemli bir kısmında, Almanya’nın ve Avrupa’nın efsane ekibinin “futbol olarak” karizmasını çizecek düzeyde iyi bir futbol ortaya koymuştur. Klasik tabirle, “Türk futbolunun (ne kadar Türk oyuncu ile yaptığı ayrı tartışabilir) ve taraftarlarının göğüslerini kabartmıştır.

Ama yukarıda (Bilal’e anlatır gibi anlattığımız gibi) mesele “tamamen duygusal” değil, fizikseldir.

O “fiziki gereklilik” de, topu kaleye ne kadar kez sokabildiğinizdir.

Bakıldığında, Türkiye liglerinin “en etkili golcüsü, en iyi nişancısı, hiç sektirmeyen skorer oyuncusu” kimdir? Kuşkusuz ve tartışmasız Mauro İcardi, değil mi? Lig’in her takımı bu adamı kadrosunda görmek ister mi? Elbette ki izler?

Geçen sezondan beri filelerini havalandırmadığı takım var mıdır? Hem de tüm derbilerde, hem de kaçar kez...

Peki bu maçta kaz kez yapabilmiştir bunu? 1 kez, o da penaltıdan.

Galatasaray’ın diğer golcüleri Kerem Aktürkoğlu ve Barış Alper Yılmaz? Onlar da atamamış, neticede H.Coman, H.Kane ve J.Musiala ev sahibi takımın ağlarına 3 kez “dokunmuş”, maçı da 3 puanı da alıp gitmiştir.

Futbol böyle bir oyundur.

Mesela, Beşiktaş geçen Cumartesi gecesi Galatasaray kanyısında oyunun belli bölümlerinde daha iyi oynamış ve 10 kişi kalmasına rağmen, belki de Valentin Rosier o son topa (direğin dibinde) yetişebilse, Tayfur’un kafası direğin dibinde patlamasa filan, bambaşka bir maç konuşuyor olacaktık. Ama bu yazdığım son cümle, “Eğer Halam – Eniştem – Bıyık vs. denklemi” diye bilinir Türk Dili’nde. Yalan mı?

Şimdi de bakarsınız, Galatasaray Münih’e gidip aynı şeyi orada yapabilir. Yani belki de o gün Bayern oynar, Cimbom 3-1 ya da 5-1 kazanır. Olmaz mı? Neden olmasın?

Peki o zaman soru (peşinen soralım da, o gün bu dediğim gerçekleşirse farklı konuşmasın kimse) şu:

O gün Bayern, Cimbom’u sahadan silercesine görkemli bir futbol oynayıp kalesinde 3 gol görüp kaybederse ve “Avrupa Fatihi Galatasaray” yenip gelirse, aynı “Adalet” yorumları yapılacak mıdır?

Yapılırsa garip olmaz mı?

Bundan önce de bunun örneklerine rastladık mı?

Elbette ki rastladık.

Dersimiz bu kadar.

Şimdi herkes antrenmanına dönüp “önündeki maçlara” bakabilir.

Yazarın Diğer Yazıları