Real Madrid, Chelsea'yi nasıl mezara gömdü? Zafer Arapkirli açıkladı
Real’e, Londra’da yarı final bileti
Stamford Bridge...
Ada futbolunun mabedlerinden biri...
Belki de İngiltere’de ilk 5’e girebilecek, en önemli Londra statlarından biri.
O cânım kentte meslek icra ederken sayısız maç izlediğim ve ambiansı ile olağanüstü keyif aldığım bir futbol arenası.
Ama Londra’nın bu sosyetik semtinde Cumartesi ya da Pazar günleri “tatlı bir huzur almaya” gittiğim o sayısız gündüzlerden ve gecelerden çok farklı olarak, 1 Ekim 2003 gecesinin apayrı bir yeri vardır bende.
Sadece bende mi?
Bütün Beşiktaşlılar’da.
Maçın bir noktasında siyah beyazlı tribünün, hançerelerini yırtarcasına “Üç!.. Üç!.. Üç..!” diye bağırdığı o gece, Beşiktaş’ın Şampiyonlar Ligi tarihinde en unutulmaz gecelerinden biriydi.
Hiç unutmam, bir gün önce antrenmanda “Bu adama dikkat edin” dediğim İngiliz meslektaşların, Sergen’in 2’nci golünden sonra basın tribününde yanıma gelip, “Yahu neymiş bu çocuk?..” diye beni tebrik ettiklerini...
Futbol, öyle günlerde ve gecelerde efsane olan, tarih yazan idollerin omuzlarında yükselen güzel bir oyun işte.
Dün de öyle idollerden ikisi, yine kramponlar ayaklarında olduğu günlerde de, “Kaptan ve teknik direktör olarak da” sayısız kupalar kaldıran ikisi, kenardaydı.
Biri, sözünü ettiğim unutulmaz Beşiktaş gecesi’nde Sergen Yalçın’la birlikte sahada olan o mahallenin, yani Stamford Bridge’in çocuğu Frank Lampard...
Diğeri de, yine aynı stadın bir dönem omuzlarda taşıdığı efsane hoca Carlo Ancelotti...
O Ancelotti ki, Avrupa ve Dünya futbolunda en çok imrenilen teknik direktörlerden biri... Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu’nu en çok kazanan (4 kez), tek hoca.
Hem teknik direktör hem oyuncu olarak kazanan 7 futbol adamından biri.
Hangi takıma elini değse, (Milan, Juventus, Chelsea, PSG, Real, Bayern, Napoli...) altına dönüştüren, en azından gümüşe dönüştüren bir sihirbaz.
Daha ne yapsın?
Her ne kadar Ahmet Çakar bir gün TV’de “Yahu Ancelotti de kim?.. Hoca mı?” diye bir söz sarfettiyse de, o kadar hoş görün Ahmet Hoca’yı... “Gününde” olduğu zaman neler neler söylemedi ki, bugüne kadar?
O Ancelotti, dün gece Stamford Bridge’e çıkarken, Madrid’e (10 kişi kalan Chelsea’ye karşı) aldığı 2-0’lık galibiyetin görkemli avantajı ile rahattı. Ama bu seviyede kimi zaman 2-0’ın yetmediğini de ondan iyi kimse bilemezdi.
İlk yarı o yüzden, defansı sağlam tutkup kontrataklarla gol aradı kurt teknik direktör.
İnanılmaz bir taraftar baskısı ve desteği ile oynayan Chelsea, 10’ncu dakikada Kante, 45’te de Cuculea ile ayağına gelen fırsatları değerlendirebilse, Real kalecisi Curtois da gününde olmasa, belki rövanşın öyküsü bir anda, erkenden değişebilirdi.
Buna karşılık 40’ncı dakikada Modric, muazzam lezzette bir kontratakta sağdan gelen ortaya iyi vurabilse, maç orada da Real lehine kopabilirdi.
Ama genelde kontrollü oyunu tercih eden iki dev ekip, devreye 0-0 gitmenin rahatlığını gizlemiyordu.
Böyle maçlar, hem de bu seviyede yani Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali gibi bir seviyede, kontrollü oyunda soğukkanlılığı korumaya, ama bir yanda da ele geçen fırsatları iyi değerlendirmeye bakar.
Nitekim 57’nci dakikada sağdan kendi getirdiği topu Vinicius Jr’a uzatan ve asist bekleyen Brezilyalı Silva Rodrygo’nun akıl dolu vuruşu ile durumu 1-0 yapan Real, yarı final vizesini almıştı bile.
Dakika 79’da aynı Silva Rodrygo, bu kez Real’in “halı saha antrenmanı” görünümündeki golünü Chelsea ağlarına yolladığı anda, tribünlerde topluca boşalma başladı. Chelsea taraftarları otobüse metroya veya otoparka yetişme telaşına girişirken, deplasmanda coşan Real taraftarının açtığı pankart dikkat çekiciydi:
“La Gran Famiglia” (Büyük Aile)
Daha güzel anlatılamazdı bu duygu.
Santiago Bernabeu’da 2, Stamford Bridge’de 2...
Ve yarı final biletini ellerinde sallıyorlardı adeta.
Ancelotti, yine “Muzaffer Komutan” edası ile sakızını rahatlıkla çiğnemeye devam ediyordu, otele dönen takım otobüsünde.
Ee.. Real kolay olunmuyor.
Boş yere 8 kez kazanmamışlar bu kupayı.
Ancelotti de kolay olunmuyor.